Koronavirüs salgınından sonra yapılan sanal G-20 toplantısında alınan kararları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kararlardan ziyade kararların ne kadar uygulandığı noktasına bakmak gerekiyor. Zirve sonrası yapılan açıklamada klasik dayanışma mesajları verilmişti. Peki devam eden süreçte bu hususta neler görebildik? G-20’nin iki devi ABD ve Çin virüs konusunda sürekli olarak birbirini suçlayan açıklamalar yapmakla meşgul. Hatta ABD Başkanı Trump virüsü “Çin virüsü” olarak adlandırarak geleceğe de taşınacak bir sürecin fitilini ateşlemiş oldu. G-20’nin Avrupalı üyeleri arasında ise AB tarihinde görülmemiş bir kavga yaşanıyor. “Koronatahvili” çıkarmak konusunda ikiye bölünmüş durumdalar. AB’nin birlik ruhu net olarak sorgulanıyor ve muhtemelen yaşanan virüs krizi sonrası birlik daha yüksek sesle kendisini sorgulayacak ve yine muhtemeldir ki Brexit’i yeni çıkışlar takip edecek. Yani süreç birliklerin sorgulanmasını getiriyor ki bu da ulus devletlerin öneminin artması sonucunu doğuracak. Zaten uzun zamandır Avrupa’da yükselen milliyetçilik de bunun zeminini hazırlamış durumda. Sürecin geriye dönmesi ise ancak ülkelerin kendi başlarına altından kalkamayacağı bir noktaya evirilmesi ile olur ki virüs salgınının böyle bir noktaya varmasını asla ama asla istemeyiz. Dolayısıyla günümüzde yaşadığımız gelişmeler içerisinde küresel ve bölgesel birliklerin hedefe dönük faaliyetlerinden en azından şimdilik bahsetmenin mümkün olmadığını düşünüyorum.

Salgının başlangıcında Çin'in çok zor durumda olduğu iddia ediliyordu. Bugün ise en fazla vakanın tespit edildiği ABD'de, başta New York olmak üzere çeşitli eyaletler konuşuluyor. ABD'deki siyasi bunalımı da dikkate alacak olursak salgın sonrası için nasıl bir uluslararası dengeden bahsedilebilir?
Soruya sondan başlayarak cevap vereyim. Öncelikle küresel dengelerin tamamen değişeceğini net olarak ifade etmek gerekiyor. Bu değişim siyasetten ekonomiye kadar her alanda yaşanacak bir gelişmeler zinciri. Bu noktada Cumhurbaşkanımızın süreç değerlendirmesinde kurduğu şu ifadeleri hatırlamak ve iyi anlamak gerekiyor: “Diğer ülkelerin ve insanların sırtından kendilerine sahte bir refah düzeni kuranların devri artık kapanıyor...” 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan düzen tamamen değişiyor. Savaş sonrası kurulan iki kutuplu dünya düzeni tamamen farklı bir noktaya eviriliyor. Sovyetler Birliği’nin “rejim ihraç etmeye” yönelik, ABD’nin ise ittifaklar kurarak bu rejim ihracını önlemeye dönük hamleler yaptığı bir yapıda kurulan, zaman içerisinde SSCB’nin dağılması ile değişikliğe uğrasa da ilk kurulduğu düzlem üzerinde seyreden düzen artık köklü bir değişikliğe uğrayacak. Burada ABD’nin hegemonyası hemen kırılacak gibi bir analiz yapmak doğru değil tabiî ki, ama ABD’nin hamiliğini üstlendiği veya dolaylı yoldan etkin olduğu tüm yapıların sorgulanacağı ve değişime uğrayacağı bir süreç yaşanacak demek doğru olacaktır. Dünya Bankası, IMF, AB hatta NATO bile yapısal anlamda sorgulamalar yaşayacaktır. Sorunuzun ilk kısmına dönersek; Çin’in ne salgın noktasında açıkladığı rakamlara ne de süreci yönetim noktasında paylaştığı diğer bilgilere güvenilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Hatta şöyle bir iddia var; “Çin’in ihraç ettiği tıbbi malzemelerde virüse rastlanıyor.” Çin virüsü bilinçli olarak yaymaya devam mı ediyor yoksa büyük bir ihmal mi var? Üstelik tazminat süreçlerinin başlayacağı noktasında net ifadeler kullanılmaya başlanmışken... Süreç çok şeye gebe... Kapalı kutu bir ülkeden bahsediyoruz ki, salgının başladığı yer olan ülkenin verdiği ölü rakamları uluslararası basına ve sosyal medyaya yansıyan görüntüler ile tamamen çelişiyor. ABD ise bu süreci Çin’in tam aksi istikametinde gösteriyor. Mesela ABD’nin farklı hastalıklardan dolayı hayatını kaybedenler hakkında dahi otopsi sonuçlarında ölüm sebebi olarak Koronavirüs yazıldığı iddiası var ki, iddialar doğru çıkarsa ABD’nin bu adımı muhtemel bir “tazminat” sürecini başlatmak ve bu süreçte elini güçlendirmek için kullanacağını düşünebiliriz. Çok fazla komplo-teorileri üretmek istemiyorum ancak süreç kendi içerisinde çok önemli sonuçlara gebe…

ABD ve AB topraklarında dikkat çekici askeri hareketlilik var. BM, NATO, Dünya Bankası, IMF, Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlar sorunları çözüm beklentisini karşılayabilir mi?
Evet bu gelişme çok dikkat çekici. Aslında virüs salgını yaşanmasıydı Avrupa’da çok büyük bir tatbikata tanıklık edecektik. Hatta yetkililer bu tatbikatı Soğuk Savaş döneminden sonra Avrupa’da ABD’nin yaptığı en büyük askeri yığınak olarak tanımlıyorlardı. Ancak virüs süreci yüzünden tatbikat ertelendi. Tatbikat ertelendikten hemen sonra ABD’nin yaptığı yığınak ve diğer unsurları geri çekmesi beklenirken yapılan açıklama ile virüs dolaşımının engellenmesi hedefi ile birliklerin dondurulduğu ilan edildi ve Avrupa’ya tatbikat için gelen unsurların büyük çoğunluğu orada kaldı. Bunun alelade bir gelişme olduğunu söylemek iyimser bir tavır olacaktır. Hangi amaca hizmet ettiğini ise çok uzun bir zaman geçmeden göreceğiz. Diğer taraftan daha önceki sorularda ifade ettiğim üzere birçok uluslararası kurum, birlik, süreç içerisinde ve süreç sonunda önemli bir sorgulanma akabinde değişim sürecinden geçecek. BM, NATO, Dünya Bankası, IMF ve Dünya Sağlık Örgütü’de bu yapılar içerisinde… Hatta geleneksel para birimleri, geleneksel ticaret anlayışı da önemli bir sorgulanma ve değişim süreci yaşayacak.

Türkiye’nin bu süreçte içinde bulunduğu tablo hakkında görüşünüzü alabilir miyim?
Türkiye virüs noktasında en erken tedbirleri başlatan ülkelerden birisi… İlk vaka görüldükten hemen sonra okulların kapatılması, yetkili kurumların etkin uyarıları ve diğer tedbirlerin alınması noktasında şu ana kadar çok başarılı bir süreç yönetimi var. Genel anlamda bakmak gerekirse, ekonomileri derin yara almış, almaya devam eden, vatandaşlarını tabiri caizse ölüme terk eden Avrupa ülkelerini, tedavi ücreti olarak fahiş faturalar kesen ABD’yi, sürü bağışıklığı uygulayacağız diyerek halkını virüsün pençesine bırakan İngiltere’yi, sağlık sistemleri çökmüş, hastaneleri yetersiz kalmış sözde gelişmiş ülkeleri gördükçe ülkemizin nasıl bir noktada olduğunu daha rahat görmek mümkün… Mesela ABD’de sigortalılardan 9.000, olmayanlardan 35.000 $ isteniyor. İsveç 60 yaş üstünü yoğun bakıma almama kararı alıyor, kendi vatandaşlarını bile gözden çıkarıyor. Fransa’da tedavi ücretleri hariç morg kirası olarak 350 € isteniyor. AB ülkeleri birbirlerinin “tıbbi cihaz ve maskelerine” el koyuyor. ABD-Çin birbirini üst perdeden suçluyor. Almanya, ABD’ye “korsan” diyor. DSÖ üzerinden tartışmalar büyüyor. ABD Başkanı Trump DSÖ'yü suçlarken, bu örgüte ayrılan ödeneğin kesileceğini gündeme getirdi. Şayet bu süreci birilerinin istediği gibi “borç almadan”, “emisyon yapmadan” ve kendi iç dinamiklerimizle devletimizi destekleyerek ve birbirimize destek olarak tamamlayabilirsek şerden hayır çıkacak şekilde noktalayabiliriz.

Özellikle sosyal medyada halka sunulan resmi bilgi, haber ve paylaşımlar dışında yoğun dezenformasyon da mevcut. Bununla ne amaçlanıyor ve buna karşı ne yapılmalı?
Sosyal medyayı aktif şekilde kullanan birisi olarak ifade edeyim ki; dünyanın hiçbir ülkesinde hatta kendi vatandaşlarını ölüme terk eden ülkelerde bile devletine karşı düşmanlık güden, yapılan her şeyi doğru-yanlış fark etmeyecek şekilde eleştiren toplulukların olduğu başka bir ülke daha görmek hemen hemen mümkün değil. Çok kullanılan bir ifade ile ne yazık ki bazı grupların mevcut iktidar düşmanlığı daha spesifik bir ifade ile Cumhurbaşkanımıza karşı duydukları düşmanlık ülke düşmanlığına dönüşmüş durumda. Bu çok üzücü bir durum… Zorlu dönemlerde ülkeleri ayakta tutan birlik ve beraberlik ruhudur ama maalesef bu ruhu bozmayı kendilerine gaye edinmiş bir güruh mevcut. Bu bağlamda da aleni şekilde yalan ve iftira temelli paylaşım yapmaktan çekinmiyorlar. Gerek yetkililer gerekse bu işe gönül vermiş kitleler enerjilerinin büyük bölümünü bu yalanların doğrusunu ifade etmeye harcar duruma gelmiş halde... Bu hususta yapılması gereken en önemli adım yaptırımları ağır olan bir sosyal medya yasası çıkarmak olmalıdır. Yalan, iftira ve devleti mesnetsiz paylaşımlara öyle cezai müeyyideler konulmalı ki ön alınabilsin. Aksi halde bu dezenformasyonların sona ermesini beklemek hayalcilik olacaktır.


Baran Dergisi 692.Sayı