Fransa’da patlak veren hadiseler sosyal tabanını nasıl buldu?
Avrupa 2008’den bu yana etkisi süren ekonomik krizden çıkabilmiş değil. Euro bölgesindeki tıkanıklık aşılmış değil. Macron’un Almanya’nınkinden farklı bir çözüm teklifi vardı. AB üyelerine biraz daha esnek yerel bütçelerine daha çok imkân tanıyan, kemer sıkma politikasını daha gevşek tutan bir yaklaşımı vardı. Bu ise Almanya tarafından kabul edilmedi. En son Almanya’nın öncülük ettiği kamu yönetiminin sıkı bir şekilde denetlenmesi projesi sürerken İtalya’da ekonomik kriz patlak vermişti. AB ilk kez İtalya’nın hazırladığı bütçeyi onaylamadı. İtalyanlar “kendi bütçemizi AB’ye danışacak değiliz” dediler. Avrupa’da sosyal bunalım, ekonomik kriz, kültürel açmazlar hem aşırı sağı hem aşırı solu besliyor. Bir çok AB ülkesinde her iki kanat siyasi taban oluşturup oylarını yükselttiler. 2019’da Avrupa’nın birçok ülkesinde seçimler olacak. Birçok ülkede Macaristan ve Avusturya’da olduğu gibi çıkışlar bekleniyor. Almanya’da yine aşırı sağ, AB karşıtı partiler yükselişte. Fransa’da Le Pen’i Macron çözümüyle durdurmuşlardı. Biraz da Amerikan sağının Avrupa’ya yansımasını engellemek için. Tabi bu tür adımların çözüm olamadığı görülüyor. Ekonomik kriz nedeniyle sosyal problemlere cevap verilemeyince şimdi bunun siyasi yansımalarını görüyoruz. 

Bu arada Fransız hükümeti 6 aylığınahalkın tepkisini çeken vergi zamlarının askıya alındığını duyurdu?
Akaryakıt krizinde birçok neden gösterilse de ilginç bir başlangıç noktasına dikkat çekiliyor. Yapılan zamlar nedeniyle kent merkezindeki aşırı kiralardan dolayı şehir dışındaki alanlara taşınıp orada yaşamaya başlayan, şehir merkezine araç kullanarak gelen bu insanların akaryakıta yapılan zamla birlikte sabırlarının taştığı ifade ediliyor. Olayları bu noktaya taşıyan dış faktörler de var.

Fransa’nın Rusya-Almanya-ABD gibi güçlerin çatışma alanına dönüşme durumu hangi boyutlarda değerlendirilebilir? Mesela Macron’un “AB ordusu” çıkışı?
Macron iktidara ilk geldiğinde Rusya ile çekişmeye başlamıştı. Seçimlerde Macron aleyhine yönlendirici anket, sahte haberlerle Rus müdahalesi olduğu iddiaları vardı. ABD’de olduğu gibi... Rusya ile Fransa arasındaki ilişkiler eskisi gibi iyi değil. Almanya’nın Fransa’ya müdahalesinden öte Avrupa ordusu meselesinde yanına çekmesinden ötürü hedef olması söz konusu. Macron’un “biz sadece Rusya’yı değil ABD’yi de tehdit olarak görüyoruz” çıkışını hatırlarsak bu noktada ABD akla geliyor. İran politikasında ABD ile ayrışması var. Almanya’dan bağımsız politika yürütme çabası. Özellikle son Azak denizinde Rusya-Ukrayna krizinin ilk saatlerinde Fransa ve Almanya’nın ortak açıklaması vardı. “Biz bu krizden sonra Rusya’ya yaptırım uygulanmasına karşı durmayacağız” demişlerdi. Yani ne ABD’nin yanında, ne de Rusya’nın karşısında olmayacaklarını belirtmişlerdi. ABD’nin geçmişte Avrupa’ya müdahalelerine baktığımızda da çok yabana atılacak türden değerlendirmeler değil bunlar. 1978’de İtalya başbakanı Aldo Moro’nun kaçırılıp öldürülmesinde ABD dışişlerinin yani Kissinger’in parmağı olduğu yönünde ciddi suçlamalar vardı. ABD o dönem İtalya’yı cezalandırıcı tutum sergiliyordu. Başka ülkelerin de ABD tarafından “terbiye” edilmesi söz konusuydu. ABD’nin birçok ülkede kitleleri sokağa dökmeyi başarabilmiş bir ülke olduğu akılda tutulursa benzeri hadiselerin akışında dış faktörler arasında adı en başta geliyor. Yine de belirleyici olan Fransa’nın iç dinamikleri, iç yapısıdır. Yalnız olaylarda boy gösteren aşırı sağı ABD tesiriyle, aşırı solu da Rusya ile ilişkilendirmek eğilimi yanında Brüksel üzerinde ABD baskısına karşı ulus devletçi tepkinin gelişmesi de mümkün. Yani II. Dünya Savaşı öncesi Avrupa’da görülen Nasyonal Sosyalizm gibi... Çünkü hem Avrupa içi çekişme söz konusu hem AB ile dışarısı arasında rekabet. Ortadoğu’da ulus devletler çözülürken Avrupa ulus devletlerinin çözülmeye direnişi de söz konusu. 

Özellikle Suriye’de iç savaşın başlamasından bu yana gördüğümüz kitle göçlerine tepkinin Batı medyası marifetiyle köpürtülmesi, İslam karşıtı propagandanın da Batı kamuoyunda ırkçı eğilimleri beslemesine denk gelen bir hadise olması... 
Bununla birlikte asıl ABD’nin kışkırtması var. Özellikle DAİŞ bahanesiyle “Terörle mücadele” diyerek AB’yi bu “göreve” koşturması var. Bu baskıya katılmayanları da siyasi, ekonomik bakımdan tehdit etmesi ve şantaj yapması. Brüksel, Londra, Berlin gibi AB başkentlerinde zaman zaman patlamalar oluyordu. Charlie Hebdo’dan sonra İslamofobi yükseltilirken akabinde ‘Türkofobi’ye dönüştürüldü. Amerikan politikalarına karşı en büyük direnci Türkiye oluşturmaya başlamıştı. ABD’nin Ortadoğu’daki oyunlarına müdahaleleri olmaya başlayınca İslamofobi, ‘Türkofobi’ye dönüştürüldü. Daha sonra bütün göçmenlere karşı bir dalga oluşturuldu. 

Fransa’daki hadiselere banliyölerde yaşayanların katılmadığı gözlemleniyor mesela?
Evet hatta Fransa’daki yağmalamaları engellemeye çalışıyorlar. Önceki İslam veya Türk karşıtı propaganda siyasi ağırlıklıydı. Şimdi ise ekonomik ve sosyal anlamda gelişen bir tepki. Bunun siyasi sonuçları da muhakkak olacaktır. AB siyasetinin mülteciler karşısında yetersizlikleri, kendi sorunlarına çözüm üretemeyişlerinin temelinde yine jeopolitik savaşı görebiliriz. Bir jeopolitik paylaşım savaşı var bunun tesirleri de farklı ülkelere farklı boyutlarıyla yansıyor. Mesela ABD Fransa’nın politikalarından rahatsız olduğunda tüm kozlarını devreye sokabiliyor. 

Doğu Akdeniz’de savaşa doğru gidildiği konuşulurken Akdeniz’de iddiası olan Fransa’nın böyle bir durumla karşılaşması...
Ülkeler arasında çok katmanlı, iç içe geçen politikalar devrede... 

Rusya’nın Avrupa’nın enerji ihtiyacını gören en büyük kaynak ülke olması, ABD’nin ise AB’ye “biz size daha ucuz enerji veririz, bizden alın” baskısı... Avrupa’nın ABD ile Rusya’nın çatıştığı bir savaş alanına dönüştüğünden bahsedebilir miyiz?
Bu savaş gerçeği şu an yaşanıyor. Hepsinin temelinde enerji piyasasına hâkim olma politikaları var. Kissinger’ın bir lafı vardı; “Petrolü kontrol ederseniz ülkelere, gıdayı kontrol ederseniz dünyaya hâkim olursunuz” şeklinde... Rusya’nın AB’ye dönük enerji politikasını ABD engellemeye çalışıyor. Hatta Trump Merkel’i açıkça, “Kuzey Akım sıvı projesinden vazgeçmelisiniz” şeklinde uyarmıştı. Yine “bir kuşak bir yol” projesinin hem enerji akımı hem mal sevkiyatında 6 bölgeyi kapsayacak şekilde kullanılmasını engellemeye çalışıyor. Bunu direkt söyleyemiyor ancak “gazı benden alın” diyor. Almanya ise “Rusya komşum, oradan almam daha kârlı” diyor. ABD diyor ki, “ben de askerî harcamalar yapıyorum, sizi düşmanlarınızdan koruyorum. NATO’ya harcama yapıyorum. O kadar asker kaybettim, bunun karşılığını vermelisiniz, İran’a ambargo uygularken destek vereceksiniz. Bizim kurduğumuz güvenlik şemsiyesi altında siz ticaret yaptınız, para kazandınız. Bu böyle devam etmez.” ABD’nin en büyük kırmızıçizgisi Rusya-Avrupa yakınlaşması. Bu, İngilizlerden sonra devreye giren Anglosakson projesinin yıkımı anlamına gelir. Avrasya’nın Batı’dan ve Pasifik’ten kuşatmaya devam edilmesi gerekiyor. Pasifik’teki ülkeleri Çin’e karşı, Avrupa’daki ülkeleri de Rusya’ya karşı kendi yanında konumlandırması gerekiyor. ABD’nin Rus enerji sevkiyatını baltalayacak unsurlara sahip olması lazım bu noktada. Enerjiye muhtaç Avrupa ve Asya ülkelerini kontrol etmek istiyor. Bunu başarmak için Rusya’yı durdurması lazım. Askeri anlamda Rusya’yı durduramadığı için ABD telaşlı. Hatta ABD Savunma Bakanı James Mattis’in son açıklaması şu şekildeydi: “Dünyada bizim için en büyük tehdit Kuzey Kore değil Rusya’dır.” Ulusal güvenlik doktrinlerinde Çin ve Rus tehdidi önde. Rusya’nın Almanya veya Fransa’yla yakınlaşmasını bir türlü hazmedemiyor ABD. 

İngiltere’nin ABD ile “Rus istilası”na karşı ittifak halinde mi?
Trump bir şekilde Rusya ile ilişkileri geliştirmek, Obama döneminde devreye sokulan politika olarak Ortadoğu’yu paylaşmak amacını güdüyor. Rusya işin içine girdi, ABD çuvalladı. Bölgenin İran’a veya Türkiye’ye kalmasını istemiyorlar. İngiltere’nin de ezelden beri bölgedeki düşman algısında Rusya’yı en önde. Anglosakson egemenliğinin çıkarları için Trump’ın Rusya’ya yumuşak tutumuna karşı duruyorlar. ABD’deki müesses nizamla aynı düşünüyorlar. Rusya’yla İngiltere’nin yaşadığı ajan krizi bahanedir. Bu noktada Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, “Büyük Batı ailesinin parçası olmak için çok çabalamıştık. Bunu kesinlikle kabul etmediklerini gördük. Oysa Soğuk Savaş’tan sonra biz elimizden geleni yaptık” demişti.

O halde İngiltere’nin Brexit kararlılığında bunun da etkisi olmalı?
Baktılar ki, Rusya ile Avrupa’nın yakınlaşmasına Ukrayna krizi engel olmayacak. Çünkü Almanya ulusal çıkarlarının Rusya ile savaşmaktan değil barıştan yana olduğunu gördü. Hatta Gürcistan krizinde ABD, Rusya ile Fransa’nın arasını açmıştı. Ukrayna ile de Rusya ve Almanya’nın arasını açmıştı. Son kertede bu kundaklamalar bumerang gibi ABD’nin aleyhine döndü. En son Avusturya başbakanı Sebatian Kurz, “Rusya düşmanımız değil, barışmamız lazım” demişti. Kıta Avrupa’sının bu tutumunu İngiltere paylaşmıyor. İngiltere, “gerekirse Çin’i, Türkiye’yi veya İran’ı yanımıza çekelim ama Rusya’yı yanımıza çekmeye çalışmayalım onlarla savaşalım” diyordu Avrupa’ya... Hatta son G-20 zirvesinde ABD-Çin arasındaki “ticaret savaşı”nın yumuşatılması bile bu hususta uyarıcı olduğuna dair göstergesi var. Çin’i ABD’nin yanına çekip yeni dünyayı Rusya-ABD arasındaki Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi canlandırmak istiyor. ABD’nin de 21. yy’da Rusya ile ilgili projesi kesinlikle yok. Çin’i, Türkiye’yi, AB’yi yanlarına çekmek istiyorlar; yeter ki Rusya olmasın. Çin ve Rusya ise birbirlerini yalnız bırakmak istemiyor. ABD’nin bu çok kutuplu düzeni parçalayıp iki kutuplu dünya düzeni dayatmasına bugün birçok ülke karşı çıkıyor. 

Anlaşılan dünya siyasetinde İngiliz oyunu hâlâ etkili... Olanları bir de Türkiye etrafında değerlendirebilir misiniz?
Tabiî... Ancak dünya gerçekleri buna uymuyor. Hem iki kutuplu dünyada Çin yine zayıflayacak ABD karşısında. Çift kutuplu dünya aslında ABD’nin B plânı. Bu plânı da dünya kabul etmek istemiyor. ABD eskisi gibi Çin’i, Rusya’yı, Almanya’yı, Fransa’yı yanında bulamıyor. NATO, BM, G-7, G-20 gibi yapılarla istediği sonucu alamayacağını bildiğinden bunun yerine daha küçük aktörlerle çalışmayı tercih etti. Çin, Rusya büyük güçler. Çin’le bağlantılı K. Kore, Rusya ile bağlantılı İran’ı hedef seçtiler. Latin Amerika’da da en büyük petrol ve gaz ihracatçısı Venezüella var. Stratejik olarak da İslam dünyasının çelik çekirdeği Türkiye hedefte. ABD stratejisinin yenilgisinde Türkiye’nin büyük payı var. FETÖ, PKK, DAİŞ, bölgesel krizler, Kudüs davası, Kuveyt ittifakı, Somali, İran ambargosu vs. Son dönemlerde Yunanistan’ı eklemek lazım. Ukrayna’yı karıştıran ABD büyükelçisi şu an Yunanistan’da. Bu sefer Yunanistan üzerinden Ege ve Doğu Akdeniz taciz ediliyor. Bütün bunlarda amaç, Türkiye’yi Rusya veya Çin merkezli projelerde rol sahibi olmasına engel olmak. Kaşıkçı krizi de Türkiye’nin bu konumunu, yani Suudi Arabistan’ın Yemen’i işgaline ve Katar’ı tehdit etmesine, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan etmesine, Filistin’in işgaline, Katar tehdidine karşı durmasından kaynaklanıyor. Kaşıkçı cinayetiyle siyasi krize dönüşen süreç de Suudi Arabistan’ın aleyhine döndü. Cinayetin Türkiye’de işlenmesi sonrası Ankara’yı baskı altına almak isteyenlerin oyunu bozuldu. Onların akledemediği şey Türkiye’nin bu durumu karşı operasyona çevirme kabiliyetini göstermesiydi. Türkiye bu saldırıyı gördü ve küresel çapta deşifre etti. Kaşıkçı cinayetinin kriminal yönü dışında jeopolitik yönü ve hedefi budur. Kaşıkçı cinayeti şimdiye kadar çeşitli bahanelerle gerçekleşen baskıları püskürten Türkiye’nin son püskürttüğü saldırıdır.


Baran Dergisi 621. Sayı