İlk kurban nerede ve nasıl kesildi sorusuyla başlayalım isterseniz…
Biz ilk kurbanı Âdem Aleyhisselâm’ın oğulları olan Habil ile Kabil arasında görüyoruz. Rivayetlere göre Hz. Âdem’in yirmi kez çocuğu oldu ve Havva annemiz her doğumda biri kız biri erkek olmak üzere ikiz doğurdu. Kabil, ilk doğumda olan erkek çocuk; ikinci doğumda olan erkek çocuk Habil’in ikizi ile evlenecekti. Habil de Kabil’in ikizi ile evlenecekti. Fakat Kabil’in kendi ikizi daha güzel olduğu için Kabil onunla evlenmek arzusundaydı. Şeytan Habil’le Kabil arasındaki imtihan hususunda Kabil’e, “Sen kendinle birlikte doğan kız çocuğunu almaya daha çok hak sahibisin.” diyerek vesvese verdikten sonra Âdem (AS) aralarında şöyle bir sulha vardı: “Rabbinize kurbanlar sunun. Allah kimin kurbanını kabul ederse o kimsenin haklı olduğu anlaşılır.” dediler. Kabil hayvancılıkla, Habil ise tarımla meşguldü ve ikisi de sunak sundular. Kabil kendi sürüsünden bir koyunu, Habil ise kendi bahçesinden en semiz ve lezzetli olan meyveleri sundu. Allah-ü Tealâ Habil’in niyetini kabul etti. Çünkü Kabil kötü ve cılız bir hayvanı sunmuştu. Burada biz insanlık tarihindeki ilk kurban meselesini görüyoruz.

Kurban şu mânâdadır aslında: “Ben yeri geldiğinde bu hayvanın can vermesi gibi Allah’ın yolunda, İslâm’ın yolunda can veremeye hazırım.” olarak algılanabilir.

Kurbanın dinimizdeki yeri nedir? Kimler kurban kesmekle yükümlüdür? Farz mıdır, vacip midir? Sık sık karıştırılan bir durum bu.
Bir kere kurban ibadeti Resûlullah (S.A.V.)’in sünnetinde mevcuttur. Kendisi hac döneminde veya hac döneminin dışındaki zamanlarda kurban kesmişlerdir. Kevser suresindeki “V’enhar”, “hayvanı boğazla veya hayvanı kurban olarak boğazından kes” anlamındadır. Bu Ayet-i Kerime’den “Kurban kes” ifadesini dört mezhebe bakıldığında İmam-ı Azam bu emirle, kurban kesmenin vacip olması gerektiğini söylüyor. Mesela Bakara suresinde Allah-ü Teâlâ, “Siyah iplik beyaz iplikten ayrılıncaya kadar yiyip için.” buyuruyor. Burada bir emir kalıbı var; fakat biz buradan Kur’an-ı Kerim’deki her emir kalıbının farzı gerektirmediğini görüyoruz bunlarla. Çünkü imsak vaktine kadar yemek yemek farz değildir. Biz anlıyoruz ki Kur’an-ı Kerim’de emir kipi ile gelen bazı ayetler bize farzı göstermiyor. Bu yüzden burada bir ihtilaf başlıyor. Mesela dört mezhebin üçü, yani Malikî, Hanbelî ve Şafîler kurban kesmenin sünnet olduğunu, Kevser suresindeki kurbanın kat’î bir mükellefiyet yüklemediğini söylüyorlar. Hanefî mezhebinde kabul edilen görüş ise, yani İmam-ı Azam’ın görüşü, bu emrin vucûbiyet belirttiği yönünde.

Peygamber efendimiz (S.A.V.), “İmkânı olduğu halde kurban kesmeyenler namazgâhımıza yaklaşmasın.” buyurmaktadır. Burada bir tehdit var. Ebu Hanife, bu ibadetin terkinde “Bizim namazgâhımıza yaklaşılmasın.” terkibinde bir tehdit olduğu için bunun vacip olduğunu söylüyor. Ezcümle Ebu Hanife’ye göre kurban kesmek vacip, diğer mezhep imamlarına göre de sünnettir.

Kurbanın kurban olabilmesi için gerekli şartlar nelerdir?
Resûlullah (S.A.V.), bize üç hayvan türünden kurban kesilebileceğini söylemiştir. Eti yenen her hayvandan kurban olmuyor. Mesela at etini yemek caiz olmakla beraber at, kurbanda geçersizdir veya ceylan, geyik etinin yenmesi caizdir; fakat kurban olarak geçerli olmaz. Çünkü Peygamber efendimiz (S.A.V.) ehlî olan, yani vahşi olmayan koyun cinsinden, sığır cinsinden ve deve cinsinden hayvanların kurban edilebileceğini söylemiştir.

Koyun cinsinden, bir yaşında olan veya altı aydan büyük olup bir yaşında bir koyun kadar yapılı olan bir hayvanın kurban olarak kesilmesi caizdir. Altı aydan düşük olan veya sekiz aylık olmasına rağmen bir yaşındaki bir koyun kadar yapılı olmayan hayvanın kurban olarak kesilmesini geçerli kabul etmiyor Hanefi mezhebi ve diğer mezhepler de aynı şekilde.

Sığır cinsinde iki yaşını doldurmuş olan hayvanlarda kurban geçerli olur. Efendimiz, “En hayırlı kurban, burkulmuş (kısırlaştırılmış) boynuzlu koçtur.” buyuruyor.

Kurban olarak dişi hayvanların kesilmesi caiz olmakla beraber, bu tavsiye edilmez. Çünkü dişiler her zaman yeni hayvan neslinin gelmesi için gereklidir. Bir hayvan gebeyse şayet, kurban olarak kesilemez; gebe olduğu bilinmiyorsa, hayvan kesildikten sonra öğrenildiyse kurbanları geçerli olur. Bir şartla ki; doğacak olan buzağıyı ya hemen boğazlayıp gömecekler ya da o buzağıyı sadaka olarak verecekler. Yine dişi hayvanı kurbanlık olarak alan bir kimse, diyelim ki on gün evvelden aldı, on gün boyunca o hayvanın sütünü sağıp sadaka olarak dağıtabilir; fakat kendisi istifade edemez.

Deve cinsinden de beş yaşında olan bir hayvanın kurban olarak kesilmesi caizdir. Daha küçük bir hayvan kurban olarak kesilemez.

Asr-ı Saadet döneminde Kurban bayramları nasıl yaşanıyordu?
Efendimiz (S.A.V.) bayram namazını mescitte kılmamış. Musalla; yani “namaz kılınan mekân” denilen, şehrin dışında bir meydan yerinde kılmıştır. Bugünkü miting alanları gibi diyebiliriz mesela. Mescid-i Nebevî’ye 500-600 metre mesafede Mescid-i Gamame var, Kurban Bayramı namazlarını o bölgede kılmış Efendimiz (S.A.V.). İlk yıllarda nüfus az olduğu için ve Medine’de bulunan müşriklere ve münafıklara da gövde gösterisi olması adına kadınların da bayram namazına gelmelerini istemişlerdir. Fakat daha sonra, Medine’de İslâm devleti hâkimiyeti kurulduktan sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V.) kadınların namaza gelmelerini emretmemiştir, gelenlere de yasak koymamıştır. Asr-ı Saadet’te Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Mescid-i Nebevî’de cemaatle sabah namazını kılarlardı. Sabah namazından sonra toplu bir şekilde musallaya çıkılır, orada bayram namazı eda edilirdi. Musallada namaz kılınır, hutbe verilir, tebrikleşilir ve sonra herkes evlerine dağılıp aile efradıyla tebrikleştikten sonra kurban kesecek olanlar kurbanlarını keserlerdi.

Bizim ülkemizde bayramlar genelde tatil havasında ve ibadet yoğunluğundan mahrum bir şekilde geçirilmekte. Efendimiz (S.A.V.), “Beş gece vardır ki, dualar onda makbuldür.” buyurarak “Kadir Gecesi, Beraat Gecesi, Cuma gecesi ve iki bayram gecesi” diye tabir ettiği geceler çok kıymetlidir ve o saatlerin namazla, zikirle, ibadetle geçirilmesi gerekmektedir. Asr-ı Saadet’te bayramlar ibadet yoğunluğu ile geçerdi diyebiliriz.

Günümüzde kurbanlar mezbahalarda kesiliyor, birçok evde kurban kesilmiyor. Bunun insanlar üzerinde etkileri neler? Bu durum gelecekte bayram geleneğimize bir zarar verir mi?
Benim üzüldüğüm nokta şu ki: Gelecekte kurban kesmeyi unutacağız biz. Ben bundan çok korkuyorum. En azından gelenek olarak bunun devam etmesini sağlamamız gerekiyor. Kurban ibadetinden bahsetmiyorum, insanın kendi kurbanını kendisinin kesmesi hususunda söylüyorum. Bunu bir şekilde devam ettirmemiz gerekiyor.
Kişinin kendi kurbanını kendisi kesmesi müstehaptır. Mehmet Zihni Efendi de der ki, “Kişinin kendi kurbanını kendi kesmemesi erkekliğe ardır.”

Adam kurban kesemiyordur, mezbahaya gider, hayvanını seçer, başında bekler, hayvan gözü önünde kesilir, ibadeti yapılır, alır etini gelir. Fakat artık bu bir nokta öteye geçti, aracı kurumlara para havale yapılıyor, o kimse gidip kurbanı kesiyor, ondan sonra kapıya koli halinde et getiriliyor. Yani sanki bir ibadet yokmuş da et ticareti varmış gibi bir durum yaşanıyor. Hele alkol, domuz eti satan Migros gibi marketlerden kurban hissesine girmek tam anlamıyla cinayet. Et ticareti yapmaktan başka bir mânâya gelmiyor bu. Kişinin kurbanının kesildiğini görmesi lazım. Kendisi kesemiyorsa da başında bulunması lazım. Bunlar şart değildir; ama gerekli olan şeylerdir ve bir sonraki nesle miras olarak aktarılması gereken şeylerdir. Bu yüzden biz, kişilerin kurumlara parayı havale edip, vekâletini verip sonra da kapıya et getirilmesini tasvip etmiyoruz. Ama bağış yolu ayrı bir şeydir. Kişinin kendisinin et ihtiyacı yoktur, kurban hissesinin tamamını muhtaçlara vakfetmek istemektedir, bunda bir problem yoktur. Ücreti ve vekâleti verildikten sonra hayvanın kesilip, etinin kişinin istediği noktaya ulaştırılmasında bir beis yoktur. Bizim yapılmaması gerekiyor dediğimiz şey; paranın verilip, etin kişinin kapısına getirilmesidir. “En azından gidin, mezbahada sıranızı alın, hayvanın başında bekleyin, kesemiyorsanız en azından kurbanınızın kesildiğini görün.” diyoruz. Kurbanın bu geleneksel yönünün devam ettirilmesi gerektiğini düşünüyorum ben.

Teşekkür ederiz.
Rica ederim.


Baran Dergisi 656. Sayı