Dinler tarihçisi, siyaset felsefecisi, ilahiyatçı Dr. Lütfü Özşahin, din ve inanç hususunda öne çıkan bazı gündem başlıkları hakkında Baran’a konuştu.

Din, Devlet ve Toplum
Dinler tarihçisi Mircea Eliade şöyle söyler; “Din, Marksist, Komünist, ateist veya Darvinistlerin iddia ettiği gibi bilincin tarihsel yürüyüşünde bir ‘evre’ değildir.” Şunu demek istiyor; “din insan icadı değil, bilakis din, bilincin yapıtaşıdır.” Bilinç, din fikrinden uzak kalamaz. Ateizm bile varlığını dini inanca borçludur. Tanrı yoksa inkâr edecek bir şey kalmıyor? Saf ateistin bilinci de “yaratıcı”dan bağımsız olamaz. Dini iktidar sınıflarının elinde bir enstrüman halinde de gördük. Dinin özü gerçek anlamda adalet, merhametken bir takım savaşlara da alet edildi. İktidara sahip olmanın yolunun tapınak sahibi olmaktan geçtiği düşünüldü. Tarihte büyük imparatorluklar, Firavun, Nemrut ilah olduklarını iddia etmişler. Aynı zamanda “rahip”. Pagan Roma’da da böyle. Roma imparatorlarının sıfatlarından birisi “Domini site deus-Tanrı krallığı”dır. Yine “Complex Maximus-rahip krallığı” geçer. İslâm tarihinde Emevi Abbasi döneminde literatüre giren, “Zıllullah-Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” şeklinde bir ifade var. Oysa kendisine vahiy gelen peygamberler hariç böyle bir temsil olamaz. Kendisini seçen Müslümanları temsil edebilir halife. İslâmiyet’le ruh kazandı insanlık aslında. Emperyalizm ve kapitalizmin kurumlaşmaya başlamasıyla birlikte Marks’ın ifadesiyle şu görüldü; “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser”. Din üzerinde de operasyonlar yapılır sonuç alındığı müddetçe. Eğer finans-kapitale, sömürgeleştirmeye yarıyorsa bu “iyi bir şey”dir. Ortadoğu’da bugün etnik, mezhepçi, cemaatçi çatışmaya yaradığı gibi. Toplum kendini yönetmeyi başaramıyorsa orayı yönetmek, sömürmek, yeraltı-yerüstü kaynaklarına el koymak kolaydır. Evangelizm, Püritanizm, yani Emperyalizmin “Keşif kolu” olarak kullanılıyor. Nitekim misyonerler de buna yaradı. O yüzden uyanık olmak lazım. İslâm’ı nasıl anlamalıyız? Nasıl kurtuluş vadedebilir? Toplum meselelerini barış içinde nasıl çözüme kavuşturabilir? Nasıl kuşatıcı olabilir, bunları konuşmak lazım. Bunlar konuşulmadığı sürece birileri mealcilik, birileri mezhepçilik, birileri gelenekçilik yapar.

Reform
Bizim kültürümüze ait olmayan bir şey bu. Bizde “tecdid” kavramı var. Evet, şu anlamda doğru; yüzlerce yıl öncesinin toplumuna vazedilen fetvaların, çözüm tekliflerinin yetersiz olduğu açık. Büyük fakihlerimiz, yaşadığı dönemin şartlarında Müslümanların problemlerini çözdüler. Ancak coğrafya bile farklı bugün. O dönemin sosyopolitik şartlarını bugüne taşıyamayız. Bu “entegrizm” olur. Dinin özünün, ahlaki ilkelerinin sorgulanması olamaz “güncelleme”. Önemli olan dinin hayata yansıyan yönü ne olabilir, bunun üzerinde durmak lazım?

Bilim ve Bilimcilik
Batı’da Scientizm adıyla çıkış yapana bir akım, bilimcilik. “Bilim bir kutsal inektir” sloganları… Hatta “Bilim Kilisesi” kurdular. Bir din haline getirildi, semavi dinlerin yerine geçirmeye çalışan yapılar var. Doğu’da da Kur’an-ı Kerim ayetlerini “bilimsel olarak” ele alan yaklaşım tarzı var. Oysa eskiden doğruluğu ispatlanmış önermelerin, sonradan yanlışlığının ispatlanmasıyla maluldür bilim. Tanrı, melek, ölüm sonrası? Bunları nasıl doğrulayacaksın? Bilim mutlak değildir. Levy de Bruhl, Paul Fayereband, Thomas Kuhn, Heisenberg, Max Planck’tan sonra bilim genel-geçer zannedilen, determinizme dayalı “hakikat ölçüsü” ortadan kalktı zaten. Bilimde “indeterminizm”, ihtimal süreci var artık. Bilim “neden” sorusunun cevabını verebilir ancak “niçin” sorusunun cevaplarını veremez. Aksi sağlıklı bir şey değil.

İlahiyatçılar ve Toplum
İlahiyatçılardan fazla bir şey çıkmaz. Son tahlilde Türkiye’nin tüm üniversitelerinde olduğu gibi, ilahiyat fakültesinde olanlar da “memur”dur. Küçümsemek için söylemiyorum. Biz de memuruz. “Sınırların dışı”na çıkamaz. Maalesef geçim derdi baskın. Anlıyor musun? Bu fakültelerin çok iyi bir eğitim verdiğini söyleyemeyiz. Arapçaya vukufiyet? Açık konuşayım, ilahiyat hocalarının belki yüzde 70’i Arapça bilmez. Arapça konferans veremez yani. Geleneğe bile orijinal dilden nüfuz edemez. Yüz kadar ilahiyat fakültemiz var. Dünyada İslâm konuşulduğunda, İslam düşüncesi adına, Türkiye’deki ilahiyat fakültelerinden hiçbir adama kolay kolay atıfta bulunulmaz. Var mı bilmiyorum; belki üç-beş kişi vardır. Umutsuz değilim, nötr bakıyorum. Bir de kendilerini toplumdan yalıtmış durumdalar. Cemaatleri eleştiriyorlar ama, bizim “alim” tipimiz, böyle bir odaya kapanıp çalışan, kendisini halktan uzak tutan tip değildir. İmam-ı Azam gibi olması lazım. Halkla içiçe olması lazım. Böyle hareket etmeyen alim tipi halkın problemleri hakkında görüş ve düşünce sahibi olamaz. Onları araştırma merkezleri kurup donatmak lazım. Orada yetişen bir gencin Arapça, Farsça, İngilizce konuşabilecek donanıma sahip olması lazım ki, ilmi çalışmalarında esas kaynaklardan hareketle bir görüş sahibi olabilsin.


Baran Dergisi 586. Sayı