Sizi tanıyabilir miyiz?
1965 İstanbul fatih doğumluyum. Aslen Erzurumluyum. Deniz Harp Okulu mezunuyum. Yüzbaşı rütbesindeyken 28 Şubat döneminde ordudan ihraç edildim. Başörtüsü meselesi ileri sürülerek... Ondan sonra ticaret gemilerinde kaptanlık yapmaya başladım. Bu arada iktisat alanında yüksek lisans ve İstanbul Üniversitesi’nde “Malikiyet ve Serbestiyet Devri” başlığı altında iktisat tarihine dair, çalışma ekonomisi ve endüstri ilişkileri bölümünde doktora tezi sahibiyim. Onu kitaplaştırdım. Üç kitabım çıktı. İkisi hatıra, biri Bahriye’de 15 Yıl, diğeri 6 Ayda 6 Kıta adıyla yayımlandı. Denizci askerken hatıralarımdan oluşuyor. 1991 yılından beri yazmaya devam ediyorum. Yeni Asya gazetesinde 20 yıl köşe yazısı yazdım. Çeşitli dergilerde yazdım. Bugün gazetesi kayyuma devredildikten sonra kapatılana kadar yazmaya başladım. En son Akit gazetesine geçtim ve halen orada yazmaktayım. Dört yıldır internet sayfasında yazılarım yayımlanıyor. Bu süreçte YAŞ Kararları sonucu ordudan ihraç edilen ve ayrılanlarla birlikte Adaleti Savunanlar Derneği’nin kurucuları arasında yer aldım. Onların hakkının korunması gayreti içinde oldum. Maalesef “3’lü Kararname” ile hakkını alamayan birçok arkadaşımız var. Bu yönde çalışmalarımız devam ediyor.
 
Puthaneye Çevrilen Ayasofya
 
Ayasofya Müslümanlar için hangi mânâ ve önemi taşıyor, açıklar mısınız?
Ayasofya İstanbul’un bir İslâm şehri olduğunun en önemli delillerinden bir mühürdür. Ayasofya’nın kapısına kilit vurulması demek, Fatih Sultan Mehmet Han’ın lanetli bedduasına muhatap olmak demektir. Camiden başka herhangi bir maksatla kullanılmaması için beddua etmiştir. Eğer ülkemiz ekonomik, sosyal, kültürel birçok alanda gelişememişse, kalkınamamışsa, bunun nedenlerinden bir tanesi de Ayasofya’nın kapatılmasıdır. Ayasofya, kurtuluşumuzun şartı olarak sadece manevî değil maddi tarafını da ihtar eden bir davadır. Çünkü Ayasofya puthane oldu. Bunu soruyorlar ne demek diye... İslâm ibadethanelerinde heykel, ikon, resim put olarak kabul edilmiştir ve yasaktır. Bu ibadetin sıhhatine mânidir. Peygamber Efendimiz Mekke’yi fethettiğinde ilk yaptığı hamle Kâbe içindeki putları kırma emri olmuştur. Ayasofya’nın bu hâliyle devam etmesi, ülkemiz üzerinde büyük bir musibetin bulunmasına bir delildir. Her şeyden önce yapılması gereken işlerden biri Ayasofya’ya sahip çıkmaktır.
 
Millî Mücadele’de Ayasofya
 
Atalarımız nasıl bakıyordu Ayasofya’ya?
İstanbul’un fethinin sembolüdür Ayasofya... Çünkü Bizans kralının özel mülkiyetiydi. Ve burası İslâm ibadethanesi yapıldı. Birçok padişah seçildikten sonra Ayasofya’ya gelir, devlet merasimi eşliğinde burada hil’at, yani sultanlık resmiyetini kuşanırdı. Bu camide dualarla makamına uğurlanırdı. Sultan II. Abdulhamid’e kadar birçok padişah gelir Ayasofya’da namazını kılardı. Cuma merasimleri yapılırdı. Devlet protokolünde çok önemli bir yeri vardı Ayasofya’nın... Ayasofya’nın Millî Mücadele yıllarında da çok önemli yeri vardı. İstanbul Fransız, İngiliz, İtalyan kuvvetleri tarafından işgal altında tutulurken Ayasofya’yı camilikten çıkarmak istediler. Fakat o kadar büyük bir tepki verildi ki, Ayasofya’ya cephane yerleştirildi. Müslümanlar, “eğer Ayasofya’ya tecavüz edecek olursanız, buraya gelen askerler karşılığını görür.” dediler. Bu derece şiddetli bir tepki vardı. Nitekim hiçbiri cesaret edip Ayasofya’ya giremedi. Asıl amacının dışında kullanılması çok çirkin. Düşünün, 500 sene secde edilen bir camiye çıplak turistler girip geziyor. Hatta yakın zamanda Leyla Alaton adlı biri Ayasofya’da bir kızcağızı dans ettirip sosyal medyada görüntülerini paylaştı. Aslında Müslümanlarla alay ediyor. Tahrik ediyor. Ayasofya’nın Müslümanlar gözünde önemini biliyor. Bizim Ayasofya için ne kadar mücadele ettiğimizi görmüşler. Eski TBMM Başkanı İsmail Kahraman Ayasofya’da namaz kıldığı için linç edilmişti yıllar önce... Yaramızı kasıtlı olarak deşiyorlar fakat adli makamlar ve hükümet tarafından Alaton’un hakareti takibe alınmadı. Hükümeti bu konuda kınıyorum. Allah akıl fikir versin. Dikkat edin, Alaton’u kınamıyorum çünkü o kendi zihniyeti gereği bu küstahlığı yaptı.
 
Lozan’daki Gizli Madde Ayasofya
 
Bir yazınızda Ayasofya’nın Amerikan Bizans Enstitüsü’nün çalışmaları sonucu cami olmaktan çıkarıldığını belirtiyorsunuz. Bu nasıl gerçekleşti?
Millî Mücadelede bunu başaramamışlardı. Çok büyük tepki vardı. Fakat Lozan’daki anlaşmanın gizli maddelerinden biri nasıl hilafetin kaldırılması maddesi ise, hilafet kaldırıldıktan hemen sonra İngiliz Parlamentosu’nun Avam Kamarası’nda Lozan tanınarak bu anlaşmanın yazılı olmayan maddelerinden biri de Ayasofya olmuştur. Ayasofya birçok Amerikan Enstitüsü ve kilisesi tarafından defalarca denetlenmiştir. İngiliz kralı Edward bizzat gelip Ayasofya’da denetlemelerde bulunmuştur.

Mustafa Kemal’le birlikte Ayasofya’nın da görüldüğü fotoğraflar var hatta?
Evet evet... Bu tabiî, bir Müslüman olarak bizim için onur kırıcı... İngiltere’nin dominyonlarına, sömürgelerine yaptığı gibi Türkiye’ye gelip, “verdiğim emirleri yerine getiriyor musunuz” diyorlar. Lozan bir hezimettir. Her hususta başarısızlık oluşu yetmediği gibi Lozan’ın maddeleri uygulanıyor mu diye buraya gelip ensemizde boza pişirdiler. Bunu anlayabilmek için biraz millî şuura, objektif kriterlere ihtiyaç var. Objektiflikten kastım, resmî tarih tezlerinin dışında İslâm medeniyeti ve kültürümüzün, inanç ve ahlakımızın doğup hayata geçtiği coğrafyayı tanımak gerekiyor. Resmî tarih ise, neredeyse doğruların zıddını o kadar çok yalanla dikte ediyor ki, utanmadan devletten maaş alıp yiyen akademisyenler, tarihçiler, resmî tarihin yalanlarını anlatmaya devam ediyorlar. Bir kişi itiraz ettiği zaman da başına gelmedik iş kalmıyor. Özellikle 5816 sayılı kanunu devreye sokup, “Atatürk’e hakaret” iddiasıyla en küçük eleştirileri bile suç sayıp insanları kodese tıkıyorlar. Bu çok üzücü bir durum. Maalesef hâlâ değiştiremedik.
 
Mustafa Kemal, Sabetayistler ve Ayasofya
 
Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılması sürecinde resmî veya gayrı resmî rol alan bir kadro söz konusu muydu?
Mustafa Kemal ve arkadaşları burada öncüdür. Fakat ben şahsa indirgenmeyecek kadar önemli görüyorum. Biliyorsunuz, Sabetay Yahudileri diye bir gerçek var. Bunlar Osmanlı’dan beri, Osmanlı’nın yıkılmasında da mühim rol oynamış, gizli Yahudilerdir. 1626’da ortaya çıkan Sabetay Sevi’nin takipçileri... Yahudiliğe Talmud’u sokan sapkın kişi. Müridlerine de sapkınlığın her türlüsünü aşıladı. Kendi içlerinde her türlü ahlaksızlığı yaydılar. Ayasofya’nın puthaneye çevrilmesinde Sabetaycıların da mühim rolü vardır. Özellikle seçimlerden önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ayasofya’nın cami olarak yeniden hizmet göreceğini ifade etmesinden dolayı büyük bir umuda kapılmıştık. Hatta Ramazan ayında her sene teravih namazlarından birkaçını Ayasofya Camii’nde kılarım. Kıble tarafında bir bölüm var. Bu bölüm yaklaşık 30 yıldır açıktır. Burada ne yazık ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ayasofya ile ilgili sözünden sonra teravih namazı kılamadım. Esnafa sordum. İkindi namazından sonra imam efendi ve müezzin o bölümü kilitleyip gitmişler. Sabetay Yahudileri nasıl Osmanlı’yı yıktılarsa, Türkiye’nin de en büyük belasıdır. Her alanda yıkıcı bir rolü var. Girdikleri her yerde veba salgını gibi orayı hastalıklı hâle getiriyorlar. Birçok partide de bu Sabetaycıların uzantıları var. Sağda da, solda da, hatta HDP’de de. Bulundukları her yerde İslâm’a düşmanlıklarıyla bilinen kişiler. Müslüman ismi taşısalar da böyle. Namaz kılanı, hacca gideni bile var. Fakat Yahudi ayinleri yapıp, gerçekte Yahudi inancı taşıyorlar. Evlerinde diğer kimliklerini yaşıyorlar. Bu bir inanç değil, fitne örgütüdür. Reenkarnasyon inancı gibi tipik Yahudiliğe de uymayan bir yapı...
 
Bediüzzaman ve Ayasofya
 
Bediüzzaman Said Nursi’nin de Ayasofya için çok gayret gösterdiğine dikkat çekiyorsunuz. Biraz bahsedebilir misiniz?
Millî Mücadele yıllarında Ayasofya mitinginde Bediüzzaman’ın da konuşması vardır. Halkı İngilizlerin işgaline karşı direnmeye davet eder. Dönemin başbakanı Adnan Menderes’e gönderdiği mektupta ondan dört şey rica etmiş. Bu taleplerden ilki ezanın asıl diliyle okunması için, ikincisi Medereset’üz-Zehra adıyla doğu ve güneydoğu Anadolu’da müspet ilimlerin de verildiği dinî eğitim verenbölümlere sahip üniversite kurulması, üçüncüsü Ayasofya’nın yeniden camiye çevrilmesi... Hatta daha sonra Başbakan Menderes’e, “ezanı nasıl aslıyla okunmasında rol aldıysanız Ayasofya için de halk sizi destekler” diyor. Son talebi ise Risale-i Nur Külliyatı’nın devlet matbaaları tarafından basılması idi. Çünkü bu eserle iman meselelerini, insanımızın saldırıya uğrayan imanının kuvvetlenmesini hedefliyordu. Türkiye’deki İslâm düşmanı akımlara, propagandalara karşı etkili olacağını düşünüyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunu gerçekleştirdi. Külliyat’ın önemli kitapları ve bazı küçük risaleleri Diyanet Yayınları tarafından bastırıldı. Allah razı olsun. İnşallah Ayasofya’yı açmak da Erdoğan’a nasip olur.


Baran Dergisi 656. Sayı