ABD’de seçim sürecinden başlayarak, başkan seçilmesinden sonra dahî, Trump aleyhinde birçok propaganda yürütüldü yürütülüyor. Sizce bunun sebebi nedir?
Trump kendini muhafazakâr kesimden ayırabilmek için yeni muhafazakâr dediğimiz “Neo-con”ların söylemlerine başvurdu. Yeni muhafazakârları normal muhafazakârlardan ayıran en önemli şey, Neo-conların muhafazakâr olmaması. Bunların çoğu zaten ultra milliyetçi, herhangi bir dinin ve kültürün muhafazasını dert eden insanlar değil. Bunların birinci derdi, bir tür milliyetçilik. Hatta Irkçılığa varabilecek bir milliyetçilik... Trump diğer cumhuriyetçi adaylardan kolayca ayrışacağını ve dikkatleri üzerine çekeceğini düşündü. Daha önce de Trump aday adayıydı; ben de o zamanlar Amerika’daydım. O zamanki söylemlerine baktığınız zaman şimdiki gibi sivri ifadeleri yoktu. Normal bir iş adamıydı, pazarlıktan yanaydı, “her türlü meseleyi müzakere edebilir, konuşabiliriz” havasındaydı. Ama bu sene, ultra keskin milliyetçi ve ırkçı laflar etmeye başladı. Zannetti ki, “bu beni diğerlerinden ayırır”, evet ayırdı; ancak o laflar üstüne kaldı. “Bütün Müslümanları Amerika’dan kovacağım” dedi. Ya bu mümkün müdür? Amerika’da kaç milyon Müslüman yaşıyor, bunun mümkün olmadığını seçimin ertesi günü fark etti. Bu tür söylemlerinden de yavaş yavaş dönmeye çalışıyor. Çünkü temelde rücu edeceği şey işadamlığı. İşadamı demek de pazarlıkçılık demektir. Yani bugün herhangi bir dağda inek satan çiftçi, Teksaslı bir üretici yahut da bir emlakçı neyse Trump da o. Trump ticarete, emlakçılığa dayalı bir işadamı. Bu tür adamların en büyük vasfı, pazarlıktır; yaptırmak istediği her şeye pazarlık edecektir. Zaten bu Amerikan felsefesine de çok uygun. Amerikalıların yaklaşımına da uygun... Hatırlayacaksınız, Winston Churchill’e atfedilir, Henry Kissinger da kullanmıştır; Amerika’nın yahut İngiltere’nin kalıcı dostları ve kalıcı düşmanı yoktur, çıkarları vardır. Bu laf, bu adamlardan çıktı. Geriye baktığınız zaman Amerika böyle işliyor, her an da bu laf doğrulanıyor.

“Herhangi bir dinî kaygıları yoktur” dediniz. Evanjalikler ile Neo-conlar arasında nasıl bir bağlantı var?
Tek tek adamların hepsini ele aldığın zaman göreceksin ki, bir mezhebin yahut bir Protestanlığın herhangi bir kolunun daimi temsilcisi değil bunlar. Öyle bir dinî hassasiyetleri de yok; Neo-conların önemli bir bölümü Musevi. Bu adamlar için “şunu bu dinî kaygıyla yapıyorlar, şöyle bir dinî bağlantıları var” diyemezsin. Benim tanıdığım Neo-conlar arasında ateistler var. Ama Amerika’da çoğunlukla Hıristiyanlar var. Bunların çoğu Protestandır. Katolik Kilise bu tür şahsi yorumlara izin vermez. Katolik Kilise Hıristiyanlığı kafaya göre yorumlattırmaz; ama “ben Protestanım” dediğin zaman, Evanjelikler ve 50-60 tane ayrı tür var. Museviler için de “Musevî sayısı kadar Tevrat’ın yorumu vardır” derler. Hıristiyanlığın da neredeyse Hıristiyan sayısı kadar yeni mezhebi çıktı. Dolayısıyla neye inandıkları, hatta inanıp inanmadıkları dahi belli değil. Neo-conların bu sebeple ayrı bir yeri var, dinle bağları pek yok.

Dünyada yaşanan her hadiseden sonra Amerika’nın içerisinde birtakım çekişmeler olduğu daha da belli oluyor. Mesela Rusya meselesinde Trump barışmak istiyor. Obama yönetiminde Amerika’nın Rusya’ya tavrı sertti. CIA ile FBI arasında birtakım uyuşmazlıkların olduğu söyleniyor. Bunun hakikati nedir, Amerika nasıl bir devlet yapısına sahiptir?
Hakikatini bilemem ama Amerika dediğimiz zaman dışarıda gördüğümüz, kitaplarda okuyabildiğimiz kadarıyla şunu söyleyebiliriz; bir kere derin Amerika diye bir yapı var. Yahut kurulu düzen dediğimiz bir şey var. Bu tür teknik detaylara girmeden evvel, Amerika’nın sosyal yapısının önemli bir özelliğini belirtmemiz gerekir; Amerika dünyanın en büyük “Musevî devletidir”. Dünyadaki Musevî sermayesinin en çoğu Amerika’dadır. Şunu da belirtmek gerekir; tek bir Amerika’dan bahsedilemez. Mesela herhangi bir hâdiseden sonra şöyle yazılıyor, “Amerika’nın nefesi kesildi”. Yok öyle bir şey! Bir tane Amerika yok ki nefesi kesilsin, o hâdisede birilerinin nefesi kesilebilir; ama bu Amerika’nın tamamını temsil etmez. Amerika’yı kaos içerisindeki bulut olarak tasavvur edersek, onun önemli ve somut bir bölümü Musevilikle ilişkilendirilmelidir. Burada İsrail ile bir bağlantı da aranmalıdır. Bu sebeple gelmiş geçmiş bütün Amerikan yönetimlerinin, hemen hemen hepsinin dış politikası İsrail’in güvenliğini sağlamak üzerine kuruludur. Bunun dışındaki Amerika’nın elbette bir sermaye meselesi var.  Dünyada “finans kapital” denen şey, yani yatırımla dönen sermaye var. Sen bir fikir ortaya atıyorsun, güzel bir fikir; bu fikrin etrafında çok güzel işletmeler, şirketler kurulabilir, üretim yapılabilir falan, ama para yok. Nereden bulacaksın bu fikri realize etme parasını? O zaman bir yerlerden bir para geliyor, o para işte “finans kapital”. Fikirleri işletmeye dönüştüren finansman... Karl Marx’ın ifadesiyle, “hareketli sermaye”. Ben sana para veriyorum, sen bu işi yap diye; sonra ben senden bir para alırım gibi. “Senin yaptığın işe ben para verdim, bu paranın karşılığında sen de kazanacaksın ve kazandığını da bana vereceksin” şeklinde mi algılanmalı? Tabiî ki hayır. Bu doğrudan doğruya Kur’an’da bahsedilen “riba” denilen şey. Yani bankaya üç kuruş para yatırdın, karşılığında üç kuruş faiz alıyorsun gibi bir şey değil, kafalar karışmasın. Bu doğrudan doğruya para ticareti, paradan para kazanma işi. Bunu yapan en büyük kurum Amerika.

Yahudiler vasıtasıyla...
Tabiî ki, büyük bankalar vasıtasıyla... Amerika’nın temeli olan şey bu... Her şey bunun korunması içindir. Wall Street denilen şey, borsanın bulunduğu yerden, emtia pazarından Şikago’ya kadar... Bir örnek vereyim, 1973 yılında İsmail Cem ile bir Amerika seyahatindeydik. Bize dediler ki, “Washington’da Uzay Havacılık Araştırma’nın yanında yeni bir daire kuruldu, bu daireyi görmenizi istiyoruz”. Kalktık gittik daireyi görmeye. Dairenin adı NEOOA yani National Oceanic and Atmospheric Administration. İsmail Cem o zamanlar Milliyet gazetesinde yazıyordu, ben de Hürriyet gazetesindeydim. Dediler ki, “efendim biz duruma, atmosfere, havaya, yağışa bakarız uzaydan ve ülkelerin toprak yapısını uzaydan inceleriz. Ne kadar kuraklık, ne kadar rutubet varsa biliriz. Dolayısıyla Mısır’ın gelecek sene ne kadar pamuk üreteceğini biliyoruz. Eğer bu çok olacaksa ve Amerika’daki pamuk fiyatları düşecekse, Mısır ile pazarlık yapar o pamukların büyük bir çoğunluğunu biz alırız. Dolayısıyla da Amerika pamuğunun dünyadaki değeri düşmemiş olur. Biz erken davrandığımız için Mısır pamuğunu ucuza alırız. Kimse inanmaz Mısır’ın o sene çok pamuğu olacağına, ama biz uzaktan gördüğümüz için hallediyoruz.”

Mısır’ın kendisi bile bilmiyor.
Evet, “Amerikalılara ne oluyor?” diye hayret bile eder. Ben bunu döndükten sonra birkaç tarım dalında çalışan insana sordum. Mesela Amerika böyle gelip bizden fındık alırmış. Hiç alakası yokken, hiç beklemiyorken birkaç Amerikan firması peyda oluyor, gelecek sene ve sonraki sene ne kadar fındık üreteceksen alıyorlar. Para peşin, tüccar da hemen satıyor. Böyle çalışan bir Amerika düşünün. Böyle “gizli kapaklı toplantılar yapıyorlar, dünyayı yönetiyorlar, sakallı, pis uzun tırnaklı canavarlar bunlar” falan diye bir şey yok. Bunların hepsi beyaz gömlekli, kravatlı, bilgisayarlı, uydulu insanlar. Derin Amerika aslında öyle derin merin değil. Dünyanın tepesindeler, uzayda geziyorlar. Trump bir yapının tepesine oturduğu zaman, o yapıyı tabiî ki yönetir. Ama o yapı da Trump’ı yönetir, Trump farkına bile varamaz yönetildiğinin. O fikirlerin kendisinin olduğunu düşünür.
Şimdi danışmanlar seçiliyor değil mi? Amerika’da bir başkan değiştiği zaman, sivil görevli devlet memurlarından 70 bini değişir. Bu sisteme bir de isim koymuşlar, açıkça “yağma sistemi” diyorlar. Bir parti geldiği zaman, kendi ekibiyle gelip sistemi yağmalıyor. Ama sen farkında değilsin, dışişleri bakanlığı, Ortadoğu masası, müşavir, müsteşar yardımcısına atanan adamı işe alıyorsun; ama o adam üç gün sonra sana Ortadoğu politikanı dikte etmeye başlıyor. Çünkü en çalışkan olan o, en çok rapor ondan geliyor ve bilgi onun raporlarında mevcut. Bir anda o kişi yıldırım gibi büyüyor ve sen de şaşırıyorsun bu kim diye. Bu mesela Richard Perle oluyor.

Belki Brzezinski, belki de Kissinger oluyor.
Gayet tabiî. Zamanla Brzezinski ve Kissinger oluyor. Dolayısıyla sistemin kendi kendini savunma ve yönetmesinde acayip bir beceri var. Bu insanlar bu kilit yerlere yerleştiriliyor. Amerika dediğimiz zaman bunu kastetmiş oluyoruz.

Liberal-demokratlar Obama döneminde İslâm dünyası için ne planladılar?
Liberal-demokratlar gafil avlandı, Arap Baharı denilen şeyle. Arap Baharı beni de önemli ölçüde aldattı.
Her şey yolunda giderken bir anda ne oldu? Bunlar öyle ülkeler ki, bir mahalleliyi toplayıp iftar vermekte aciz olan ülkeler. Bir tanesi de değil, beş tanesi, altı tanesi. Ülkeler kendini yangın yerinde buldu ve bu işi organize etmek bende şüphe uyandırdı. Ama olup bitenlere baktığınız zaman, iyi bir şeymiş gibi gözüktü; diktatörlükler yıkılacak, demokratik sistem gelecek, İslâm dünyası sonunda kendi “şûra” fikrine kavuşacak gibi şeyler vardı kafamızda. Tâ ki bunun böyle olmadığı sarsılan kütlenin yerini, radikal fikirlerin aldığını görünceye kadar. Bütün bu mevcut yapılar yerinden oynatıldıktan sonra ortaya çıkan şeyin bir tür mezhebsizlik olduğu anlaşılıncaya kadar. Yani herkes kendine göre bir İslâm anlayışı getirdi. Ben şuna çok önem veriyorum, bunu kendi kendime hep telkin ettim; Palmira’yı DAİŞ mi gördü ilk defa? Orada hiç mi sahabe bulunmadı? Sen sahabeden daha mı Müslümansın? Bu beni uyandırmıştı. Bu adamlar kendilerine göre bir İslâm yorumu yapıyorlar, kendilerine göre bir tefsirde bulunuyorlar. Tefsir ilmi diyor ki, “eğer bir tefsir yapacaksan şu şu şartlara sahip olacaksın ve tefsirin şu tefsirlerin üzerine bina edilecek”. Bunların hiçbirisi yapılmıyor. Herkes kendi kendine bir ilim sıfatı veriyor; sonra bu ilmin gerektirdiği silahlı mücadeleye başlıyor. Ortada o kadar hadis varken, Osmanlı’nın getirdiği savaşı ilan etme hukuku varken yapıyorlar bunu.

Savaşın da bir ahlâkı var. Yaptıkları da biraz modern Moğolluğa benziyor.
Aynen öyle oldu. Amerika dünyayı karıştırma işini ilk defa bu süreçte yapmıyor; Wilson prensiplerine bakın 1917’lerden beri dünyaya demokrasi götürme sevdasındalar. Başkan Wilson o ilkeleri yazdığı zaman dünyaya özgürlük götürmek istiyordu. Hatta İzmir’in işgali bile “Rum ahaliye demokrasi” diye getirildi. “Osmanlı beceremedi biz size demokrasi getiririz” dediler. Rumları demokrat yapacaktı, al işte yaktılar adamları. Bir anda dünyada “ah bu Müslümanlara da demokrasi geliyor, bütün diktatörlerden kurtulacağız” havasına girildi. Neo-conların orijinal fikirlerinden bir tanesi bugünlerde Michael Rubin tarafından dile getiriliyor; ama bu işin arkasında başka fikir babaları da vardı. Onların kaleminden bu şöyle yansıyordu, “efendim bu Müslümanlar terörist çünkü İslâm dinî kendi içerisinde, bizatihi ve lizatihi terördür, İslâm dini bir kılıç dinidir”. Adamlar bizim dinimizi bize tevil ettiler ve bunu da bir yığın Müslüman kabul etti, “evet haklısınız”. “İslâm’da reform şarttır” gibi şeyler söylediler.

Ilımlı İslâm projesi.
Tabiî Fetullah Gülen... Amerika’nın FETÖ’yü tutmasının asıl sebebi budur. Arkasında bu yatar. “Biz İslâm’a reform getireceğiz, getiriyoruz. Reformu da bunlar getirecek” dediler. Dolayısıyla büyük yatırım yaptılar adamlara, hem fikirlerini yayma, hem kitaplarını yayma hem de ceplerine para koyma, okullar açarak her şeyi finanse etme... Planları “reforma uğramış-ılımlı İslâm”. Mustafa Akyol diye bir yazarın kitabı var; “Aşırılıklardan Arınmış İslâm” İngilizce. Amerika bastırdı bu kitabı.

New York Times’ta yazıyor şu anda.
Tabiî ki. Bu insanlar kim, New York Times’ta yazmak kim ve bu kitabı dünyaya dağıtmak kim? Endonezya’ya gidin bu kitabı mutlaka bulursunuz mesela... Japonya’da da bulursunuz. Sebebi bu, “biz İslâm’ı reform ediyoruz”, “İslâm bizatihi terördür”, “bir Müslümanın terörist olması kolaydır” düşüncelerini yaymak.
Neo-conların teorisi buydu. Biz bunun karşısına geçtik, “İslâm barış dinidir, Müslüman terörist olamaz, terörist olduysa dinden çıkmıştır” diye bir yığın laflar söyledik. Ama Neo-conlar Amerika’nın kaynaklarını kullanarak bunun tersini dünyaya aşıladılar.

Biz de o dönemde kendimizi ortanyalize ettik herhalde?
Ettik tabiî. Oryantalizm bizim aydınlarımıza çok makbul bir şey gibi takdim edildi. Edward Said’in kitabı çıkıncaya kadar. Oryantalizm bir yığın Müslüman aydının gözünde çok iyi bir şeydi. Ben Mısır’da birkaç toplantıya katılmıştım; orada Arap gazeteci arkadaşlar da vardı. Bana “biz ortanyalizmi bilmiyoruz, bunu öğrenmeliyiz” gibi şeyler söylüyorlardı. Şimdi tekrar sorunuza dönersek, Neo-conlar bir taraftan bunu organize edip, üretirken Liberal-Amerikalılar “yanlışsınız efendiler” diyemediler. En fazla “ya adamların dini siz ne karışıyorsunuz” dediler. Dolayısıyla da “masum Müslümanları Taliban’ın elinden kurtarmamız lazım” ve “Irak’ın kitle imha silahları var bu diktatörün elinden Irak halkını kurtarmamız lazım” ile aynı mantıkta buluştular. Suriye’ye dönersek, Ahmet Davutoğlu Şam’da adamları ikna etme görüşmesi yaparken Obama demeç verdi, “bu diktatörden kurtulmamız lazım” diye. Ya dur bir dakika, Suriye halkı kendi geleceğine kendisi karar vermeli değil mi? Biz belki bu adamları ikna edebiliriz, biz komşusuyuz. Sayın cumhurbaşkanımız eşiyle defalarca gitti Şam’a, bu insanlarla görüştü, bu görüşmelerden bir sonuç çıkması gerekmiyor mu? Bütün bunlarla bir yere varılamaz mı? “Hayır!” ne Suudi Arabistan’ı, ne Türkiye’yi ne de Körfez’i dinlediler. Obama bir anda Neo-con birikiminin etkisinde kalarak zınk diye “bu diktatörden kurtulmamız lazım” diye açıklama yaptı. Sen Amerika başkanı olarak “bu adamdan kurtulmamız lazım” dediğin zaman; Amerikalıların bir atasözü vardır, “parayı ağzının olduğu yere koy” diye. Yani bu fikri savunuyorsan, gereken maddi karşılığını da vermek zorundasın. Sen bugün Suriye’de “muhalefet haklıdır, Esad gitmelidir” diyorsan bir şey yap kardeşim. Şu kadar milyon insanı sokağa dök, Baas rejimi zaten dikta, ne hakla ne de hukukla alakası olmayan bir Suriye rejimi var. Onları böyle karşına alırsan, öbür taraftan da muhalefeti bu kadar cesaretlendir, e peki muhalefete silah da vermen lazımdı? Vermedi! Yine adamları korumak için uçuşa kapalı bölge ilan etmen lazımdı, onu da yapmadı! Dolayısıyla Obama ve Demokrat-liberaller bir anda düştüler. Bol laf, icraat yok ve Suriye’de karıştırdıklarıyla kaldılar.

YPG’yi neden silahlandırdılar, Türkiye’ye karşı da bir mesaj var aslında burada doğru mudur?
Elbette. Hatırlayacaksınız Bush sayın cumhurbaşkanımızı daha başbakan değilken, parti başkanıyken Beyaz Saray’da kabul edip devlet başkanı muamelesi yapmıştı. Bütün bunları Recep Tayyip Bey’e yapılan bir yatırım olarak gördüler. “Biz bu adamı kendimize kazanır, ılımlı İslâm projesini inşa ederiz” diye düşündüler; fakat bir süre sonra gördüler ki, ne Recep Tayyip Erdoğan ne de bir başka Türk siyasetçi bu işlerden yana olamaz. Bu insanlar ılımlı İslâm diye bir şey kabul etmiyor ki, nasıl senin projenin lideri olsun, nasıl Büyük Ortadoğu Proje’ne eş başkan olsun? Ama 1917-1923’lerden beri yapılan coğrafî stratejik hatalar tamir edilecekse, tamam, hepimiz vardık. Anladık ki, öyle değilmiş. Biz öyle olmadığını anlayınca, onlar da anladı ki bizden iş çıkmaz. Dolayısıyla mevcut Türk yönetiminin üstü çizildi. Amerika demek, petrol akımı demek... “Bunlar bize Ortadoğu petrollerini de akıtmazlar. Bunlar Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine yeniden lider olurlar, bunlar eski Osmanlı; o defter tekrar açılırsa biz yanarız, Türkler Şiilerle bile barışabilir, bizi bölgede koruyan tek İsrail var” diye düşündüler. Bir de “Türkiye’nin 30-40 yıldır Kürt terörizmi ile başı belada biz o zaman Kürtlere yatırım yapalım, ama hangi Kürtlere? Türklerle anlaşma ihtimali olan Iraklı Kürtlere mi, Müslümanlarla barışabilecek olan İranlı Kürtlere mi, Türkiye’deki normal Kürt halka mı?” tabiî ki hayır!.. Abdullah Öcalan denilen herifin oluşturduğu gruba. Bu gruba baktığınız zaman bir PKK bir de Suriye’de PYD var. İkisinin de arkasında Kürt halkı yok, bunlar örgüt. Her türlü insan var örgütün içinde. Ermeni, Kürt, Türk. Hiç kimse çıkıp bakıyor mu PYD-PKK’ya “bu adamlar Kürtlerin temsilcisi” diye? Hayır. ABD burada Kürtlere yön verebilir. Kürtlerin adına konuşabilirler hesapta. ABD Barzani’ye gittiği zaman Kürtlerle uğraşmak zorunda; çünkü adamların ülkesi var, eğitimi var, petrol sorunları da var. Bağdat yönetimiyle de birtakım problemler mevcut, onları da halletmek gerekecek.

Neticede müesseseleşmiş bir yapı var IKBY’de.
Evet. Türkiye’ye gelseler Kürtlerle konuşmaya kalksalar o da olmaz; onları temsil eden partiler de var. Kolay değil. Ak Parti’nin içinde Kürtler var, Halk Partisi’nin içinde Kürtler var. Ama PYD ve PKK’ya baktığınız zaman kandırması, uzlaşması çok kolay örgütler, içleri boş. Biraz silah ver, azıcık da para ver, sağdan soldan İngiliz-Fransız maceracıları da yanına ekledin mi fevkalade bir ordu. Obama’nın kendisini Bush’tan ayırt etmek için uzun zaman konuştuğu bir laf vardı, Bush Amerikalı çocukları Afganistan-Irak’a gönderip öldürtüyordu. Şehitlik kavramı yok tabiî ama Amerika’ya sürekli tabutlar akıyordu. Bu Bush için de kolay değildi Clinton için de kolay olmamıştı. Amerikalılara bunu kabul ettirmek hayli zordu. Obama o zaman; “ben bu ülkelerdeki askerleri çekeceğim” ve “analar ağlamasın” politikasını uygulamaya başladı. Suriye’de muhalefete asker gönderemedi. Türkiye ile işbirliği yapamadı; Türkiye’yi uzun vadede kontrol edemeyeceğinin farkındaydı. “Kimi kontrol edebiliriz, bizim adımıza savaşacak ordu kim olabilirdi” diye düşündüler, Kürt görünümlü PYD’yi seçtiler. Bu insanlar Kürt falan da değiller bu arada, onu da söyleyeyim…

Türkiye’nin engellenemez duruma gelmesinde Amerika’nın Recep Tayyip Erdoğan’a ve Ak Parti hükümetine vermiş olduğu desteğin payı var mı?
Zannetmiyorum, yumurta mı tavuktan yoksa tavuk mu yumurtadan meselesi. Recep Tayyip Bey, İngiltere, Fransa, Amerika tarafından tanınması gereken bir güç haline gelmişti. Yani onlar icat etmediler. Ak Parti ve Tayyip Bey o kadar güçlüydü ki, onlar da tanımak zorunda kaldılar.

“İran ile Türkiye ittifak halinde olabilir” dediniz.
Evet.

İran ile niçin anlaştılar öyleyse?
Aslında pek de anlaşmadılar. Bir yığın ambargoları kaldırdılar, paralarını da verdiler. Ama şu anda bile Trump eğer isterse yarım saat içerisinde İran ile anlaşma iptal olabilir. Tekrar ambargo koyabilirler. Obama dahil hiçbir zaman İran’a güvenmedi Amerika. Hala da güvenmezler. Obama paraları göndereceği zaman bir yığın Liberal-demokrat dergide Obama’yı yıkmaya yönelik yazılar çıktı. Hiçbir zaman ne demokratlar ne de Neo-conlar İran ile anlaşmayı kabul etmediler. Şu anda bile İran’ın bir falsosuna bakıyorlar!..

“İsrail’in Amerika’nın bir parçası gibi olduğunu” ifade ettiniz. Obama yönetiminin son demlerinde Birleşmiş Milletler İsrail’e “işgal altındaki Filistin topraklarında tüm yerleşim yeri faaliyetlerini durdurmalı” yönünde karar çıkarttı. Bunun sebebi neydi?
Orada da geleneksel bir şey var. Beyaz Saray’da İsrail’den ağzı yanmış uygulamacılar var. Birçok bakanlık İsrail’e desteklerini sunuyor. İsrail’i birazcık şımarttığın zaman Amerika’nın başına büyük belalar açılıyor. Filistin’de “bir terörist yakaladık” diyorlar. Sanığın mahkemesi yapılmadan anasının babasının oturduğu evler mahalleler yok ediliyor. Bütün bunlar da Avrupa sebebiyle, Türkiye ve diğer Körfez ülkelerinin verdiği tepki nedeniyle Amerika’nın başını ağrıtıyor. Dolayısıyla Beyaz Saray, uygulamacılar, bakanlıklar İsrail’e karşı böyle bezgin bir havadadır. Buna karşı kongre seçmenleri nedeniyle İsrail’e daha şirin görünmek sebebindeler. 1995 yılında kongre bir kanun kabul etti, “Amerikan Büyük Elçiliği Tel Aviv’den kalksın, Kudüs’e gitsin” diye. Beyaz Saray bu kanunu tanıdı ama kanunun hükmünü yerine getirmeyeceğini beyan etti. Üç başkan, Clinton, Bush ve Obama altı aylık kararnamelerle bu kanunun uygulanmasını sürekli ertelediler. İlk defa Trump bu kanunu uygulayacağını söyledi. Bölge şu anda yeni bir felakete gidiyor; şurada burada konuştuğumuz bütün uzmanlar “aman İsrail’i şımartmayın” diyor. Çünkü İsrail Amerika’dan birazcık daha yüz bulursa felaket olur. Amerika 1967’den 1973’e kadar İsrail’e iki silah ambargosu uyguladı. Amerika ne zaman İsrail’i şımartsa dünyanın başı belaya giriyor. Ya Filistin halkını köşeye sıkıştırıyor, İntifada başlıyor. İnsanlar da “yeter istemiyorum artık bu dünyada yaşamayı” diye saldırıyor. Kediyi köpeğe sıkıştırdığında hayvan ne yapıyor? İnsanoğlu daha da beterini yapıyor. Sen ne kadar güçlü olursan ol, ben ne kadar zayıf olursam olayım “yeter artık!”. Bu dönüp dolaşıyor Amerika’nın, Avrupa’nın başını ağrıtıyor. Özellikle Avrupalılar Filistin mevzuunda Amerika’dan çok daha bağımsız hareket ettiler, Amerika’yı epey zorladılar. Bu zorlamanın sonucu olarak da Amerika büyükelçiliğini taşıyamadı; ancak şimdi taşıyacak. Amerika daha ağzını açtı, İsrail iki bin 500 yeni konut için düğmeye bastı.

Filistin cephesinden de “bu savaş ilanıdır” diye açıklama geliyor.
Daha neler olabilir tahmin edemiyorum. Trump henüz çok tecrübeli değil, ekibini tam kurmadı. 60 bin kişiyi tayin ettiğin zaman sen yönetim oluyorsun. Bunlar da bir yıl sürüyor; o olmadan da “Trump yönetimi” diye bir şey yok. Bakanların çoğu daha onaylanmadı. Dolayısıyla bu acemilikle çok fahiş bir hata yapabilir. Filistinliler bıçağın kemiğe dayandığını bir kere daha hissederse, iki taraf kan dökmeye başlar. Bölge zaten şu anda barut fıçısı gibi…

Yani Trump döneminde devletlerarası savaşlara evrilecek bir sürece mi giriyoruz?
İnşallah öyle bir şey olmaz. Özellikle Türkiye, Suudi Arabistan gibi Amerika üzerinde sözü geçebilecek ülkeler Amerika’yı uyarmalı. Amerika bu enayilikten, düşüncesizlikten çıkmalı. Yoksa işler kötü yöne gidiyor.

Derin Amerika Trump’ı ele alamadı herhalde?
Daha bakıyorlar, “bu adam ne yapıyor” diye. Ciddi bir hata yaparsın, Nixon’u temizledikleri gibi mahkeme yoluyla seni temizleyiverirler. Öyle rüzgar gibi geçer gidersin. Yahut Kennedy hadisesi gibi.

Farklı yollar seçebilirler diyorsunuz...
Tabiî ki. Amerika bu.

Derin Amerika denilen şey nasıl bir dünya düzeni tasavvur ediyordu?
Bu konuda yazılan bir yığın kitap okudum, bunların hiçbirinde Derin Amerika’nın para kazanmaktan başka tasavvuru olmadığını, petrolün ve malların serbestçe akımını sağlamaktan başka bir projesi olmadığını gördüm. Yahut bu kanaatteyim. Ben bu konuda araştırmalar yapacak yetenekte değilim, imkânım da yok. Ama başkalarının araştırmalarına baktıktan sonra gördüm ki; Derin Amerika para etrafında örgütlenmiş. Para kazanma yollarını açık tutma fikrindeler. Düşünebiliyor musun daha dün seçilmiş Trump’a kadınlar miting yapıyor “kendine gel, kadınları ezemezsin” diye. Mitingleri de Soros organize ediyormuş. Türkiye’deki Gezi’yi neden Soros organize ediyor? Sadece kendine akan yolları açık tutmak, petrollerin ve malların serbestçe akımını sağlamak, o kadar. Uzlaşırsan seninle de uzlaşmak isterler.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ediyoruz.
Ben de teşekkür ediyorum.



Baran Dergisi 525. Sayı