Sayın hocam öncelikle İstanbul 1. Bölge Bağımsız Milletvekili adaylığınız hayırlı olsun... İlk sorumuzu da bu mevzu ile alakalı sormak istiyoruz ki şu: Niçin bir parti çatısı altında değil de bağımsız adaylık? Çünkü Saadet Partisi içindeki ağırlığınız ve SP'ye yakınlığınız bilinirken bu sürpriz bir adaylık oldu...

Teşekkür ederim, Allah razı olsun. Benim bağımsız aday olmayı tercih etmemin en önemli sebebi, partiler üstü olarak gördüğüm bir konuda farkındalık oluşturmaktır. Bu konu da Borca Dayalı Para Sistemi (BDPS) ve Kısmi Rezerv Sistemi (KRS)’dir. Biz buna kısaca, BDPS-KRS diyoruz. Şu anda ülkemizde bu bütünleşik sistem para-kredi düzenini oluşturmaktadır. Bu düzen sayesinde para bir kısıt haline getirilmiştir. Herkes bu düzeneğe mahkum edilmiştir. İşte ben bu düzene karşıyım ve öncelikle bir farkındalık oluşmasını sonra da bir düzeltme hareketinin başlamasını ya da başlatılmasını istiyorum.

Partilerin ise çok geniş yelpazede programları oluyor. Her konuya kendi oluşturdukları dengeleri oranında giriyorlar. Bu programlar ve kısır iç-dış çekişmeler arasında söylemeye çalıştıklarımız kayboluyor. Hem partilerde birkaç kişi bütün kitleyi yönetip yönlendiriyor. Eğer onlar sizin ne demek istediğinizi anlamazlarsa, sizin fikirleriniz hiçbir zaman söylemlerde yer bulamıyor. Bu sebeplerle bir parti çatısı altında seçime girmedim. Gerçi, Saadet Partisi’nden de herhangi bir teklif almadım ama canları sağolsun.

Mevcut siyâsî partilerin (Ak Parti, CHP, MHP ve Saadet Partisi) memleket meseleleri hakkındaki genel kanaatlerini nasıl buluyorsunuz? Önerdikleri çözüm teklifleri var mı, varsa tutarlı mı?

Bu sorunuza cevap vermeden önce, BDPS-KRS yapısını birkaç cümle ile özetlemem lazım. Bugün, tedavülde kullandığımız para bir anonim şirketin malıdır. O da Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası A. Ş. dir. Zaten, bunun adı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’dır. Cumhuriyet kelimesinde aidiyet bildiren ‘i’ harfi yoktur. Ama bozuk parada Türkiye Cumhuriyeti yazar ve devletindir. Cumhuriyet Merkez Bankası Anonim Şirketi parayı piyasaya borç olarak verir. Diğer bir ifade ile, piyasa parayı Merkez Bankasından ödünç olarak alır! Biz bunun için Borca Dayalı Para Sistemi diyoruz. Daha sonra bankalar, Kısmi Rezerv Sistemi (KRS) dediğimiz bir mekanizma ile Merkez Bankasından ödünç olarak aldıkları parayı defalarca satarak piyasaya verir. Örneğin bugün, Merkez Bankasının piyasaya verdiği 80 milyar lirayı bankalar KRS ile 1 trilyon 380 milyar liraya çıkarıyor. Tabi o da borçla!

Şimdi bu mevcut yapıda bizler değişik işlemlerle toplamda 125 milyar lira yıllık faiz ödüyoruz. Buna yurtdışı borçlarımızın faizini de eklersek 200 milyar liraya çıkıyor. Her yıl 200 milyar lira faizi ödemek için her türlü sıkıntıya katlanıyoruz! Biliyorsunuz verdiğimiz vergiler, harçlar, katkılar, haraçlar neredeyse hepsi faize gidiyor! Hâlbuki bu sistem bir tercih meselesidir. Değiştirilebilir. Bu da TBMM’nde olabilecek bir şeydir. Diğer bir ifade ile bu düzen değiştirilebilir, değiştirilirse her şey değişir. Çünkü para her şeyin içindedir!

İşte bu açıdan baktığımızda, Parlamento’daki partilerin hiç biri düzen alternatifi partiler değildir. Birbirlerinin konjonktürel versiyonlarıdır. Örneğin son çekişmelere bakalım: CHP yapacaklarını açıklayınca hemen Ak Parti ‘parayı nereden bulacaksın’ diye sordu. Pekiyi, soran yani Ak Parti parayı nereden buluyor? Zam, vergi, faiz, haraçlar ve borçlanmalar… CHP de aynısını yapacak! Fark yok. Tek farkları belki bu işlerin sıralanmasında olur. Rahmetli Erbakan Hocamın ifade ettiği gibi, horoz döğüşü modundadırlar.

Milli Görüş fikri ise, düzen alternatifi bir fikirdir. Kendi medeniyetimizin desenlerini taşır. Bağımsızdır ve küresel finans elitlerle bağlantısı yoktur. Bu fikir, kapatılan Refah Partisinde ve Fazilet Partisinde fonsiyoneldi. Ancak, üzülerek ifade edeyim ki Erbakan Hocam’dan sonra Milli Görüş fikri Saadet Partisi tepe yönetiminin elinde fonksiyonel olmaktan çıkmıştır.

Türkiye ekonomisi genel olarak nasıl durumda? Yani dış tesirlere rağmen kendi kendine ayakta kalabilecek bir yapıyı barındırıyor mu, yoksa herhangi bir dış müdahalede ağır krizlere gebe bir vaziyette midir?

Türkiye ekonomisi Kemal Derviş’in çıkarttırdığı yasalar sayesinde uluslararası finans kapital ile adeta nişanlandı ve Ak Partisi’nin o kurguya bağlı kalması ile de evlendi. Yani finans kapitale tam olarak eklemlendi. Zaten IMF’ye borcumuzun kalmaması, uluslararası finans kapitale tam olarak bağlandığımız anlamına da gelir. Şimdi bu gerçeklerin ışığında baktığımızda, Türkiye ekonomisinde oluşturulan denge, bıçak sırtı dengesidir. Dış tesirlere de tamamen açıktır. Görüyorsunuz zaten, ABD’de ya da AB’de olan en ufak faiz artırımı ya da indirimi bizi doğrudan etkiliyor. Ciddi bir dış borcumuz da var. Hükümet 2045 yılında geri ödenmek üzere uluslararası piyasalardan borç para alıyor. Yani hâlihazırdaki denklemi bile sağlamak için önümüzdeki 30 yılı borçlandırıyoruz! İçerideki haksız vergiler, zamlar, faizler, harç, katkı payı ve haraçlar da cabası. Bu durum çok uzun sürmez. Kanaatimce son bahara doğru derin bir etkileşim ile karşı karşıya kalabiliriz.

 “Faiz Tuzağı” isimli bir kitabınız var. Kitabınızda aktardıklarınızdan yola çıkarak sorarsak, insanımızın borç tuzağından kurtulması için nasıl tedbirler alınması gerekiyor ve alınacak tedbirler mevcut kanunlar ile uygulanabilir nitelikte midir?

Öncelikle bu sistemi iyi tanımamız gerekiyor. Mevcut para-kredi sisteminde kalıcı tedbir almak mümkün değildir. Onun için ben sürekli olarak bu sistemin değişmesi gerektiği hususunu gündemde tutuyorum. Bir farkındalık oluşturmak için de bağımsız olarak aday oldum. Ancak tabi, insanlar alınteri ile kazandıklarını korumak istiyorlar. Bunun için de kendilerine sürekli olarak menkul varlıklarını korumak için bir sepet oluşturmalarını ve o sepete göre birikimlerini dağıtmalarını öneriyorum. Gayri menkullerde ise sanırım arsa yatırımları en uygun koruma araçlarından biri olur.

 “Nükleer teknolojiye karşı değilim” diyorsunuz ve enerji mevzuunda yanlış politikalar uygulandığını söylüyorsunuz. Hocam bu mevzudaki karışıklık nereden kaynaklanıyor ve hâlihazırdaki yanlışlar neler?

Akkuyu Nükleer’e karşıyım. Bu projenin, ülkemizin nükleer teknolojiye ulaşmasına engel olmak için kurgulanmış bir proje olduğunu düşünüyorum. Kısaca ifade edersem, toplamda yaklaşık 22 milyar dolarlık bir proje. Kendini 50-60 yılda amorti edebilecek. Ancak 50-60 yıl sonra zaten ömrünü tamamlamış olacak. Zenginleştirilmiş uranyum çubukları dışarıdan gelecek. Biz o konuda hiçbir şey yapamayacağız. Bu çubukların atıkları veya tasfiyesi ise başlı başına bir sorun. Finansman ve maliyetlerini de kattığımızda elektriğin kilovat saati yaklaşık 11.5 Cent’e gelecek. Hidroelektrik santrallerdeki maliyetimiz ise 1.5 Cent!

Hem bizim ülkemizde uranyum madeni yok. Nükleer enerji üretilebilecek madenlerden biri de Toryum madenidir. Dünya toryum rezervlerinin yüzde 40’ı Türkiye’mizdedir. Pekiyi neden toryum zenginleştirmesine dayalı bir nükleer teknolojiye yönelmiyoruz? Toryumun atığı uranyumdan neredeyse 15 kat daha azdır. Daha güvenlidir.

Son olarak bir şeyi de sadece hatırlatmak istiyorum. Biliyorsunuz İstanbul’dan İsparta’ya gitmekte olan bir yolcu uçağı 2007 yılında Isparta’da düştü ve mürettebat dâhil 56 yolcu hayatını kaybetti. Hayatını kaybedenler arasında toryum çalışan nükleer fizikçi hocalarımız da vardı. Allah rahmet eylesin.

Betonlaşmaya dayalı şehirlerle örülü bir hâle geldik ve “ekolojik kentleşme” ile alakalı hiçbir önlem alınmıyor; sizin, bu mevzuda önemli olduğuna inandığımız fikirleriniz var, kısa da olsa bize bu mevzunun ehemmiyetine dâir bazı hususları aktarır mısınız?

Evet, yaklaşık 80 milyon insanımız şehirlerde ‘toplanıyor’. İnsanımız topraktan, bağından bahçesinden uzaklaştırılıyor. Dikine bir kentleşme görüyoruz. Bu da betonlaşma ile mümkün oluyor. Bu durum sadece seri üretim mantığına uygundur. Diğer bir ifade ile, Borca Dayalı Para Sistemi paradigmasına uygundur. Çünkü siz parayı tepeden bir avuç iş adamı/rantiyeci elite veriyorsunuz. Onlardan işletmeler kurmasını bekliyorsunuz. O işletmelerde ücretli olarak halk çalışacak ve kendi satın alma gücünü elde edecek. Sonra da o para ücretlilerden esnaf ve zanaatkâra geçecek. Hâlbuki yapılması gereken parayı tabandan sürmektir. Niteliklerine bakmaksızın vatandaşlara eşit olarak minimum gelir vermek gerekir. İşte o zaman, paranın bir avuç zenginin arasında dolaştığı bir devlet olmaktan çıkarız. Bu şekilde elinde parası olan insanlar yavaş yavaş daha insani olan bir yerleşim düzenine girerler. İnsanlarımız toprakla, doğa ile ve doğal olan ile içiçe olurlar.

Mevcut kentleşme tarzı ne insanîdir ne de İslâmî. Kentlerimizin siluetleri medeniyetimize ve öz değerlerimize kafa tutar gibi yükseliyor. Bu çok düşkün bir durumdur. Hem bu şekilde enerji ihtiyaçlarımız da yaygın bir şekilde karşılanamıyor. Hâlbuki yaygın ve müstakil bahçeli evler yapılsa hepsi enerji evleri olarak dizayn edilebilir. Güneş panelleri ile teçhiz edilebilir. Ama mevcut durum bizi adeta beton bloklarda yaşayan gönüllü esirlere dönüştürdü.

Buna bağlı olarak birkaç şeyi daha ifade etmek istiyorum. Planlı Eskitme diye bir işlem var. Planlı Eskitme ile dayanıklı tüketim malları dayanıksız tüketim malları haline getiriliyor. Biz Planlı Eskitme’ye karşıyız.

Aynı şekilde, Hormonlu, GDO’lu, temiz olmayan ve helal olmayan gıdalar adım adım hepimizi hasta ediyor. Geleceğimizi karartıyor. Bunların yasaklanmasını, çok sıkı denetlenmesini ve bunun yerine doğal yaşam koşullarında üretimi istiyoruz. Havamız ve suyumuz bir meta haline getirilmiş ve ticarîleştiriliyor. İnsanların en doğal haklarının bir meta haline getirilmesini şiddetle reddediyoruz.

Sürdürülebilir hale getirilmiş ilaç sektörüne de karşıyız. Sürdürülebilir ilaç sektörü sürdürülebilir hastalıkları seviyor! Yeni ve sürdürülebilir hastalıklar hepimizin sağlığını tehdit ediyor.

Bilimde ve kalkınmada taklitçiliğe karşıyız. Diploma Güdümlü Eğitime karşıyız. Öğrenciyi müşteri, öğretmeni işadamı, okulları ticarethane olarak gören zihniyete karşıyız.

Paranın küresel finans kapitale, ordunun NATO’ya bağlı olmasına itiraz ediyoruz. İbni Haldun’a göre devlet, paranın ve ordunun sahibidir, bu çerçevede yeniden yapılanmasını istiyoruz.

Komşu ülkelerimizin karıştırılmasına, istikrarsızlaştırılmasına ve zulme karşıyız. Bunun yerine kardeşlik üzerine kurulu büyük bir bölgesel barış projesinin başlatılmasını istiyoruz.

Önümüzdeki seçimlerde hakkınızdaki neticenin hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak'tan niyaz ediyoruz... Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?

Çok teşekkür ederim. Allah razı olsun. Bütün okuyucularımıza selam sevgi ve saygılarımı arz ediyorum. Desteklerini bekliyorum. Ülkemiz için güzel hayallerim var. Cenab-ı Hak nasip ederse bunları uygulama fırsatı da bulurum. Başarı ancak Allah’ın yardımı iledir. 

Baran Dergisi 433. Sayı