Türkiye’nin Libya ile yapmış olduğu anlaşmanın ardından yeni bir sürece girdiğimiz malûm. Bun çerçevede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tunus ziyaretini nasıl değerlendirmek lazım?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tunus ziyareti aslında Türkiye’nin Batı Akdeniz’e açılışıdır. Türkiye demek ki Akdeniz’i bir bütün olarak görüyor ve Akdeniz’de bütün aktörlere sağlıklı ve düzgün bir şekilde meselesini anlatmaya çalışıyor. Biliyorsunuz Tunus, “Arap Baharı” olarak adlandırılan ve sonradan kontrolden çıkmış olan sürecin başlangıç yeridir. Aynı zamanda demokratikleşmesini ve sağlam siyasî istikrarını da koruyan, başına da Körfez ülkeleriyle ve Amerikan emperyalizmiyle bağlantısı olmayan bir cumhurbaşkanını ezici bir oy oranıyla getiren bir ülkedir. Özellikle Körfez ülkelerinin Tunus üzerinde, Cezayir ve Fas üzerinde etkilerini kaybetmeleri, Türkiye’ye çok büyük bir Batı Akdeniz stratejisi imkânı tanıdı. Orada zamanlaması son derece yerinde olan iyi bir iş yapıldı. Eğer Türkiye-Tunus işbirliği devam ederse, Libya’nın batısını da büyük ölçekte kurtarmış oluruz.

Tunus ve Cezayir halkının Osmanlı’dan bu yana bir yakınlığı var. Dolayısıyla Türkiye’ye de müspet bakıyorlar…
Osmanlı’ya yakınlık duymaları ayrı bir şey; ama Türkiye’nin bugünkü yapısına yakınlık duyan insanlarla veya ülkelerle, Türkiye’ye yakınlık duymayan ülkeler arasında bir şey var. Sokaktaki bütün insanlar Türkiye’nin mazlumun yanında, Filistin’in yanında, Libya’nın yanında; Amerika’nın, Rusya’nın ve herkesin saldırdığı İslâm coğrafyasının zavallı insanlarının yanında olduğunu görüyor ve buna seviniyor, bizi seviyor. O yüzden bizi sevmiyor Batı.

Türkiye’nin bu tavrı neticesinde Siyonizm ve emperyalizmle işbirliği içerisinde olan rejimlere karşı halkların da bir tepkisi doğacak mı yakın bir gelecekte?
Süreç için net bir şey söyleyemem; fakat çok homurdandıkları açık. Özellikle Mısır halkının bu deli gömleğine çok uzun süre tahammül edebileceğine inanmıyorum. Bu Mısır’a giydirilmiş bir deli gömleği oldu. Bağladılar insanları. Muhalefet unsurları çok zulüm gördü. Sadece Müslüman Kardeşler değil yani hepsi çok büyük zulüm gördüler. Selefîlerin baskıları var, rejimin baskıları var; ama ben Arap dünyasının kurtuluşunun, yine Mısır’dan doğacak bir hareketlenme ile olacağına inanıyorum.

Türkiye’nin bu süreçte, halkı Müslüman olan ülkelere karşı bütünleyici bir hamle mi yapması gerekiyor?
Ben bu fikrimi tâ 2009-2010 yıllarında duyurdum. “Türkiye’nin yeni bir askerî ittifaka ihtiyacı var.” demem yıllar aldı. Birebir şunu söyledim yazılarımda: “Pakistan, Endonezya, Malezya, Senegal, Tunus, Cezayir gibi ülkelerle…” Niye bunları tek tek yazdım ve söyledim ben? Çünkü bu söylediğim ülkeler; meclisleri açık, halkın seçtiği milletvekillerinin yasamasının devam ettiği, öyle veya böyle iradelerini koruyan ülkeler bunlar. Yani Türkiye’nin Müslüman coğrafyada, siyasî kriteri demokrasi olan bir ittifaka ihtiyacı var. Bakın İslâm İşbirliği Teşkilatı diktatörlerin, kralların, emirlerin sözcüsü hâline gelmeye çalışan bir örgüt. Arap Birliği zaten bitmiş vaziyette. Demek ki Müslüman coğrafyayı kurtaracak olan, kriterleri belli yeni bir anti emperyalist duruştur. “Bu siyasî kriterlerle Türkiye bir yere yürüyebilir.” dememin üzerinden on yıl geçti. Bugün memnuniyetle izliyorum. Özellikle Endonezya ve Pakistan’ın, İngiltere’nin baskısından hızlı bir şekilde kurtulmaları hâlinde İslâm coğrafyasının daha derli toplu bir vaziyete geleceğine inanıyorum.

Bunun için siyasî ve askerî birlik önemli, değil mi?
Tabiî… Mesela Libya’ya niye biz yalnız başımıza gittik? Gelsin Endonezya, Pakistan, Malezya; hep beraber gidelim! O yazılarımda şunu da söyledim daha Cerablus’a girerken: “Yanımıza başkalarını da alalım arkadaş!” Niye? İran gelmiş oraya, başkaları gelmiş, biz orada onunla bununla çatışıyoruz; ama bizim çatışma sebebimiz İran gibi siyasî nüfuzumuzu yaymak veya toprak elde etmeye çalışmak değil ki. Biz o coğrafyadaki toplumların istikrarı için askerî harekât yapıyoruz. Öyleyse başkaları da gelsin.

Teşekkür ederiz.
Rica ederim, kolay gelsin.


Baran Dergisi 677. Sayı