CHP’nin Meclis’e vermiş olduğu bir komisyon teklifi ile FETÖ’nün siyasî ayağı üzerine bir tartışma başladı. CHP’nin buradaki maksadı nedir?
Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’nin yakın tarihinde; özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olmasından bu yana terör örgütlerinin arka bahçesi konumuna gelmiştir. Hem siyasî icraatları hem de söylemleri itibariyle Türkiye’nin önünü tıkayan bir rol izliyor. Bunu da bu kapsamda değerlendiriyorum zira FETÖ olsun, PKK olsun; bu partiyle olan ilişkileri hem soruşturmalara konu oldu hem de siyasî arenada çok gündeme geldi. Deniz Baykal’ın tasfiyesinden günümüze kadar bu parti üzerindeki tasallutu, yönlendirmesi, onu kendi çıkarları doğrultusunda kanalize etmesine dair onlarca somut örnek ortaya çıktı. Deniz Baykal kasetlerinin bizzat FETÖ tarafından kurgulanıp çekildiği o komplo, 2011-2012’de Kemal Kılıçdaroğlu’na “yolsuzluk” adı altında verilen ve onu parlatan birtakım dosyaların, FETÖcüler tarafından verildiği, FETÖcüler tarafından da itiraf edildi. Daha sonra 15 Temmuz’daki tavrı… 15 Temmuz’dan günümüze kadar yürüyen soruşturmalarda Kemal Kılıçdaroğlu’nun en az dört danışmanının FETÖcü olduğu ve bunların hem itirafları hem de örgüte yönelik ByLock soruşturmalarında içerik olarak, Kemal Kılıçdaroğlu’nu nasıl yönlendirip kullandıkları ortaya çıktı. CHP genellikle, “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır.” misali kendisi bizzat bu örgütle çok içli dışlı olmasına rağmen, sanki hiç öyle bir şey yokmuş gibi, bilakis karşı taraftakileri töhmet altında bırakacak bir gürültü kopartmaya çalışıyor, bir algı oluşturmaya çalışıyor. Derseniz ki; “Bu parti gerçekten FETÖ’nün siyasî ayağının ortaya çıkmasını istiyor mu?”, hayır. Önce bir dönüp, özeleştirisini yapıp, kendi içinde bir hesap vermesi gerekir; ki böyle bir şeye hiç yanaşmadı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun koltuğa nasıl geldiği muamma. Kendisine alan açan örgütün onlarca hamlesinin ortaya çıkmasına rağmen kabul etmeyip ısrarla iktidar partisi veya diğer partilerde bu örgütün varlığını sorgulaması, bence kendi iltisakını gizlemeye yönelik bir hamledir.

FETÖ ile CHP ilişkisini Kemal Kılıçdaroğlu ile başlatmak doğru mu? Mesela CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek…
Tabiî ki değil; ama FETÖ’nün CHP’yi tamamen ele geçirmesi Kemal Kılıçdaroğlu ile başladı. FETÖ bir siyasî parti kurmadı, siyasî partileri kullandı. Bu Turgut Özal döneminde, Demirel döneminde, Çiller döneminde de olmuştur… Bütün siyasî partileri bir şekilde kendi örgütsel menfaatleri doğrultusunda kullanmıştır; ama CHP döneminde apayrı bir şekil ortaya çıktı. Zira ben, gazeteci olarak yaptığım araştırmada FETÖ’nün 2007-2008 yılında Ak Parti’den umudunu kestiğini, Ak Parti’yi istediği gibi kullanamayacağını anladıktan sonra bir parti arayışına girdiğini gördüm. FETÖ’nün istihbarat notlarında çıktı bunlar ve yine FETÖ’nün Pensilvanya kuryesi de bunu itiraf etti. Böyle bir çalışma vardı. İtirafçı o yüzden başka isimlere, Ak Parti’ye karşı bir parti kurma arayışıyla gittiklerini, bunlardan bazılarının kabul etmediğini, sonra bu isimlerin özel hayatlarını araştırmaya başladıklarını söyledi. Bunlardan bir tanesi Mehmet Ağar’dı. Mehmet Ağar uçarken bile, uçağın içine kayıt cihazı koyduklarını söyledi. Nitekim bu iddialar gündeme geldikten sonra Mehmet Ağar da kendisiyle ilgili, FETÖ’nün birtakım istihbarat ve dinleme çalışmaları yaptığını duyduğunu; ama nasıl olduğunu bilmediğini ifade etti. Düşünün, böyle bir yapı...

Ak Parti ve Sayın Erdoğan, o yıllardan bu örgütün her yere sızmaya çalıştığını gördüler ve mümkün mertebe buna izin vermemeye çalıştılar. FETÖ de bunu anlayınca karşı hamle yaptı. Dolayısıyla evet, Kemal Kılıçdaroğlu ile başlamadı; ama Kemal Kılıçdaroğlu ile tamamen kemale erdi. Yani amaçlarına ulaştılar. Partiyi hem ele geçirdiler hem de istedikleri gibi kullandılar. Nitekim 17-25 Aralık’tan sonra İdris Bal gibi FETÖ’nün direkt bağlantılı olduğu isimler farklı bir parti arayışına girdiler; ama tutmadı. Tutmayacağı da zaten belliydi. Algıyı değiştirerek asıl yuvayı gizlediler. Asıl yuva CHP…

Devlet Bahçeli’nin çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz bu hususta?
Devlet Bahçeli FETÖ’nün hedefinde olan bir isimdi 2010 yılında; ancak Bahçeli teslim olmadı. Bu tehlikeyi gördü, FETÖ’ye karşı cephe aldı ve FETÖ’nün hedefinde oldu bugüne kadar. Devlet Bahçeli’nin, CHP’nin söylemine bu şekilde karşılık vermesi normaldir siyaseten. “Varsa, hangi partideyse çıksın; ama önce iddianızı ispat edin.” diyor. Doğrusu da budur. Eğer bir isim listesi varsa, CHP’nin yapması gereken gidip o listeyi savcılığa teslim etmesidir; ama az önce de söylediğim gibi CHP bunu yapmıyor. Çünkü zaten kendisi batağın içinde, içinde bir sürü FETÖcü var. Danışmanlarından tutun, firarî milletvekilleri var… Kasım Gülek çok daha erken bir tarihtir FETÖ için, zirveye baktığımız zaman ayyuka çıkan onlarca isim var. Ak Parti’nin içinde yok muydu? Vardı ama Ak Parti bunları tasfiye etti. 2011 yılına gelindiğinde FETÖ’den sadece iki isim milletvekili adayı olabildi. Bunlar da Bülent Arınç üzerinden geldi. Sonuç itibariyle onlar da tasfiye edildi.

Bu hususta kamuoyunda Ak Parti’den, FETÖ ile bir iltisakı olduğu, bir bağlantısı olduğu düşünülen; en azından gönül bağı olduğu düşünülen bazı isimler var. Bunların bazıları partiden ayrılmış. Bu hususta neler söylemek istersiniz?
Şöyle bir şey var: Bir şahıs gösterilir, “Bu adam FETÖcüdür.” denir. Biz toplum olarak kabul ederiz ve “Bu adam FETÖcüdür.” deriz. Bu kişinin geçmişteki tavırları, şu anda örgütün menfaatleriyle örtüşebilecek birtakım söylemleri bize bunu düşündürebilir; ancak hukukî olarak böyle bir done varsa, ben eninde sonunda gereğinin yapılacağına inanıyorum. Kamu vicdanı çok önemlidir. Eğer kamu vicdanında birileri bir şeye mahkûm olmuşsa ve o düzeltilmezse bir yara olarak kalır ve o yara partiye de zarar verir, örgütle mücadeleye de zarar verir, örgütle mücadelenin haklılığına ve ciddiyetine de zarar verir. O yüzden kimi zaman belirli isimler üzerinden birtakım spekülasyonlar yapılıyor olabilir, bunlar zarar verir; ama bütününe baktığımızda örgütle genel mânâda bir mücadele söz konusu. Yargının elinde toplumun vicdanında oluşan kanaati destekleyecek somut veriler olmayabilir, diye düşünmek istiyorum. Bu veriler olduğu takdirde herhalde müdahale edilir, Arınç örneğindeki gibi.

Yargının elinde somut veriler olduğu takdirde müdahale edeceğini düşünüyorsunuz; fakat Metin İyidil bir anda serbest bırakılabiliyor. Bu da kafaları karıştırıyor mesela…
Yargı sistemi FETÖ’den sonra yeniden yapılandırıldı. Sızmalara karşı da yargı kendisini güvenceye aldı. Nitekim Metin İyidil olsun, başka örnekler olsun, bunlara anında müdahale edilebilecek bir yol var, hemen bitmiyor o iş. Dosyayı da bilmek lazım. Baktığınızda genel kanaat böyle; ama ben dosyanın tamamını incelediğimde; evet İyidil o gece darbecilerle görüşüyor, darbecilerle birlikte hareket ediyor. Dolayısıyla bende de bu kanaat oluşuyor. Ancak kendisinin lehinde ifade veren çok isim var. Ümit Dündar mesela. General Ümit Dündar, o gece “Bu bir darbedir.” deyip FETÖ’ye karşı duran, vatandaşları da askere uymamaları konusunda uyaran isimlerden bir tanesi. Bunlar onun lehinde ifade veriyor. Yargı da karar verirken onun lehine olan tanıkları dikkate alıyor, diğerlerini dikkate almıyor, görmezden geliyor. Bu da ağır bir çelişki olduğu için hâliyle tepki çekti kamuoyundan. İdare Mahkemesi Başsavcılığı itiraz etti, 21. Ceza Dairesi de tekrardan tutuklanmasına karar verdi. Her şey göründüğü gibi değil. Sızmalar da olabilir, çünkü kırk yıllık bir örgüt bu. Bir yol bulmak, bir gedik açmak için her fırsatı kullanır. Emsal oluşturabilecek kararlar aldırmaya çalışır. Metin İyidil meselesinin bu şekilde olduğunu iddia etmiyorum; ama böyle bir şey var. Örgüt düşmanını bile kullanır. Çok rahat bir şekilde bunu yapar örgüt.

Bahçeli bu mesele ile alâkalı bir röportaj vererek “Her darbenin bir siyasî ayağı vardır. 1960’ta ihtilâl olduktan sonra kimin iktidara geleceği, kimin cumhurbaşkanı olacağı vesaire belliydi, aynı şekilde 1980’de de belliydi. 15 Temmuz’un da böyle bir listesinin olması gerekir ve bunlar kimse, ortaya çıkarılması için biz elimizden gelen her şeyi yapmaya hazırız.” diyor. Böyle bir şema var mı, varsa bunun ortaya çıkarılması için ne yapılması gerekiyor?
Öncelikle kanaatimi belirteyim ben. FETÖ seküler bir örgüttür ve yaptığı darbe de seküler bir darbeydi. Seküler bir darbenin dış kamuoyunda meşruiyetini sağlamak için ihtiyaç duyacağı siyasî kadro da seküler ve daha önce içinde kümelendiği bir kesimden olacaktı. FETÖ’nün elinde, sıkıyönetim ilan edildikten sonra kimlerin ne olacağına dair bir liste mutlaka vardır; ancak bu listede kimler var, ne şekilde var, nasıl ortaya çıkartılır? Bunun gerçekten de iyi niyetli ve bu işi ortaya çıkarmak isteyen bütün siyasî partilerin, birlikte bir karar vermesiyle ortaya çıkabileceğine inanıyorum. CHP haklı, FETÖ’nün siyasî ayağı ortaya çıkmalı; ancak bunu söyleyen irade, aynı zamanda bunun ortaya çıkmasının önündeki en büyük engeldir. Bu olduğu sürece, o liste kolay kolay ortaya çıkamayabilir.

Velev ki Kılıçdaroğlu’nun FETÖ ile bir bağlantısı bulundu, belgelendi. Bunun karşısında gereken tavır gösterilebilir mi?
Somut bir şekilde ortaya çıktığında ben inanıyorum ki elbette yapılır. Nitekim bugün terörle ilişkisinden dolayı cezaevinde olan bir siyasî parti lideri var. Bu da bu şekilde olabilir. Böyle bir somut veri ortaya çıktığında gerekenin yapılacağına inanıyorum. Bunun için de yasal yol bellidir. Dokunulmazlığı düşürülüp, hukukun karşısına çıkarılacak ve hesap verecektir, vermelidir de… Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu koltuğa oturması akabinde onu besleyen kaynaklara, ona siyasî arenada yol veren kaynaklara baktığımızda FETÖ çıkıyor. Başdanışmanları öyle, milletvekilleri öyle… Mesela Kemal Kılıçdaroğlu darbeden bir süre önce Amerika’ya gidiyor, orada onu götüren kişi Amerikan devletinden hiç kimseyle görüşmüyor. Sadece oradaki birtakım isimlerle görüşüyor. Bir tanesi de CHP Milletvekili Aykan Erdemir; FETÖcü. Firarî şu anda. Kılıçdaroğlu döneminde milletvekilli oldu. Oraya gidiyor ve orada FETÖcü isimlerle görüşüyor. Dolayısıyla kendisine ve siyasî geçmişine baktığında CHP, orada kapkaranlık bir FETÖ izi görecektir.

Bu soruyu 15 Temmuz sonrasında CHP’ye gereken tavrın gösterilmemesi sebebiyle sormuştum. Kemal Kılıçdaroğlu için söylediklerimizi Abdullah Gül, Bülent Arınç, Haşim Kılıç, Meral Akşener diye de genişletebiliriz.
Özellikle Bülent Arınç ahmak olduğunu, kandırıldığını ifade etti diliyle; ama hâlâ örgütün hoşuna gidebilecek söylemlerde bulunuyor, konuşmalar yapıyor. Abdullah Gül zaten öteden beri öyle… Artık Erdoğan karşıtlığından mı yoksa FETÖ hayranlığından mı bilemiyorum; ama hep onların hoşuna gidebilecek, onların politikalarına uygun tavırlar sergiledi, Akşener de böyle… Bizdeki muhalefet çirkin bir muhalefet... İktidara karşı normal siyasî ahlâkın gerektirdiği gibi mücadele edemeyip, onun yerine düşman kim olursa olsun, eğer vuruyorsa aynı söylem üzerinden gidebiliyorlar. Tıpkı bugün CHP’nin HDP ile, yeri geldiğinde PKK ile işbirliği yapması gibi bir şey. Kandil CHP için oy istiyor, hiçbir CHP’li de çıkıp “Be eli kanlı terörist, sen kim oluyorsun da benim için oy istiyorsun?” deyip itiraz etmiyor. İşine geliyor. Muhalefet böyle kirli. Ülkenin birliği, bütünlüğü ve geleceğinden ziyade “İktidar gitsin de nasıl gidiyorsa gitsin.” şeklinde bir zihniyet söz konusu.

Zihniyet demişken, FETÖ’yü bir örgütsel şema içerisinde düşünmekten ziyade, FETÖcülüğün bir zihniyet olduğunu ve bunun birçok kişiye sirayet ettiğini de görüyoruz… Dolayısıyla FETÖ ile mücadele yahut onun siyasî ayağını ortaya çıkaracak adımlar atmak delil aramaktan ziyade bu zihniyeti tasfiye etmek, bu zihniyeti haiz olanları cezalandırmak anlamına gelmiyor mu?
Tabiî… FETÖ bir hastalıktır. Artık sosyolojiye de girecektir. FETÖcülük hastalıklı bir yapıdır; ve bunun adı, örgütü, şeması, yolu, yöntemi başka bir şey olsa da zihniyeti aynıdır. Önemli olan, devletin bunlarla mücadelesine kararlı bir şekilde, geri adım atmadan devam ediyor olabilmesidir.

Teşekkür ederiz.
Rica ederim, kolay gelsin.


Baran Dergisi 680. Sayı