Türkiye 9 Ekim Çarşamba günü Suriye’de Barış Pınarı Harekâtı’nı başlattı. Mevzubahis operasyonun ardından neredeyse tüm dünya Türkiye’nin karşısında cephe aldı. “Müslüman” Arap devletleri de bu furyaya katıldı. Tam da bu süreçte “Türk Konseyi 7. Zirvesi” gerçekleştirildi. Burada Türk cumhuriyetleri ise Türkiye’nin yanında yer aldı. Bu hususta neler söylemek istersiniz?
Türkiye’nin, Türk devletlerine bakışı zaten netti. Biz Türkiye’nin Türk devletlerine yönelmesi tezini son operasyonla bağlantılı tutarak söylersek, yanlış yapmış oluruz. Türkiye, I. Dünya Savaşı sonrası bağlarını koparmak zorunda kaldığı Türk coğrafyasıyla bağ kurma mevzuunda uzun bir süredir çalışıyor. Bu bağ kurma çabası, son on beş senedir de kuvvetlendi, fiilî bir vaziyete geçti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğiyle beraber Türkiye, Türk coğrafyasında ayağını sağlam basan, birlikteliğin edebiyatından ziyade ekonomik altyapısını genişleten, bağları entegre eden devlet hâline geldi. Bu dönemle birlikte yeni bir sürece girildi. Dolayısıyla bu dün ve bugün oluşan bir husus değil. Ayrıca Türkiye’nin misyonunu, sadece Türk coğrafyasıyla, Arap coğrafyasıyla sınırlı tutmak doğru değil. Türkiye’nin hem etki, hem de ilgi alanı Afrika’dan Türkistan’a, Kafkasya’dan Ortadoğu’ya kadar uzanır. 

Devletlerin Türkiye’nin karşısında konumlandığı süreçte halkların tavrı nasıl?
Ehemmiyetli olan nokta burası. Türkiye’yi, günümüzün bazı liderlerinin reaksiyonları yerine, milletlerin nezdinde değerlendirmemiz gerekiyor. Türkiye bir taraftan Ortadoğu’da yeni bir siyaset inşa ederken, diğer taraftan Türkistan üzerindeki bağ kurma çabasını kuvvetlendirerek farklı bir sürece girmiş oldu. Bu iki coğrafya birbirine rakip ve karşı değildir. Tam tersine, Türkiye bahsettiğimiz bölgelerde elini kuvvetlendirdiği müddetçe tarihî şuurunu daha iyi hatırlar, bu da uluslararası çapta koz demektir! Bu sadece Türkiye’ye lâzım olan bir hâl değildir... Türkiye’nin kültürüyle kimin hafızası bir ise, ona da lâzım olan ahvâldir. Türk toplumları ve devletleri kendilerinin geleceği için Türkiye ile derin bağlar kurmalıdır; hafızasını incelemelidir! Orta Asya, Kafkasya ve Türkistan’ın geleceği açısından bağların tazelenmesi gerekir. Bu bahsettiğimiz coğrafî alanları da İslâm coğrafyasının bir parçası olarak yorumlamalıyız. Bu parçalar “bir”dir,  birbirinden bağımsız değildir. Konjonktüre bakarak Rusya ve Çin’in de konumunu dikkate alarak şunu söyleyelim: Türkiye’nin Türk coğrafyasındaki misyonunu üstlenmesi çok stratejik bir hamledir. Konjonktür gereği devletler bazı politikalarından vazgeçer ve öncelikleri değişebilir. Türkiye aleyhine gelişen durumları lehine dönüştürmesini biliyor; bununla beraber yeni bir siyaset güdüyor, ki bence bunda başarılı da. 

“O Bir Simge Hâline Geldi”
Bakü’de “Türk Konseyi”nin yedinci zirvesi yapıldı. “Türk Konseyi”nin global politikadaki yeri nedir? 
Biz bu müesseseyi sac ayakları sağlam olan, ekonomisi de kuvvetli olan bir “canlı organizma” hâline getirebilirsek, Türkiye global çapta daha kuvvetli ve rahat hareket edecektir. Fakat bunu sadece romantik birtakım eylemlerle süsleyip, yabana atarsak geleceği olmaz. Türkiye’nin de yapmak istediği şey bu aslında, altyapısı kuvvetli bir konsey... Burada en ehemmiyetli şey şudur; Türkiye, Rusya ile ilişkilerini harmanlayıp elinden kaymış olan, eskiden ilgi ve etki sahibi olduğu coğrafyaya yeniden açılmalı... Siyasetini bu yönde güderken, hâdisenin sosyokültürel boyutunu da düşünmeli. Üye olan diğer Türk devletleri de bu yönde yol çizmeli. Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’ın daha da kuvvetlenmesi için bir arada olması gerekir. Dikkat ettiyseniz Özbekistan artık kuruma müdahil sürecine girdi. Bu da önemli bir şeydir. 

Ayrıca, Türkiye’nin hayallerinin gerçekleşmesi, hafızasını tekrar kazanması için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rolü çok önemli. O artık bir simge hâline geldi, Türkiye’de bunun yorumlanması bazı kesimler tarafından eksik yapılabiliyor. Orta Asya’ya, Türkistan coğrafyasına ya da Ortadoğu’ya gittiğinizde halkların nezdinde Erdoğan’ın ve Türkiye’nin şu anki profili müsbet yönde karşılık görmekte. İnsanlar gelinen noktada, Türkiye’yi desteklemekte...

“İslâmiyet Çatısı Altında Daha da Kenetlenebiliriz!”
Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın Türk Konseyi zirvesine katılıp “yeni bir rol üstlenmek istediğini” ifade etmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Macaristan’ı biliyorsunuz, orada da Osmanlı’nın izleri var; zaten Macarların tamamı da Türk değil. Esasında Macaristan da Türk kozunu kullanarak siyaset gütmek istiyor. Gürcistan da Türk Konseyi’ne girmek isterse muazzam şeyler olabilir. Peşinden Tacikistan da gelebilir... Irkî kimlikten ziyade kültürel kimlik üzerinden hareket edilmeli. Bu milletlerin duruşu müsbet, millî kimlikler tabiî ki çok önemlidir; ama kimliğin en güzeli İslâmiyet’tir!  İslâmiyet çatısı altında daha kenetlenmiş olacağımız şüphesizdir! 

“Milletler ve Devletler Türkiye’yi Gözlüyor”
Nursultan Nazarbayev’in konseyde sorumluluk almaya başlamasından bahsettiniz, açar mısınız? 
Nazarbayev akıllı bir adam, bazı yorumlarına katılmasam da Kazakistan’da Kazak milliyetçiliği üzerinden devlet inşa etmeyi başardı. “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi” başlığı atması da önemliydi tabiî. Esasında bunların hepsinin Türkiye’nin bugün geldiği konumla alâkalı olduğunu bir kenara yazalım. Türkiye güçlenip hareket kabiliyeti kazandıkça dünyada unutulmaya terk edilmiş o kuvvetli bağlar yeniden yeşerecektir... Milletlerle beraber devletler de Türkiye’nin hüviyetini hatırlıyor, hatırlayacak... Eskiden beridir halklar Türkiye’yi gözlerdi, Ortadoğu’da halklar gözlemeye devam ederken Orta Asya’da şimdi devletler de öyle.   

Peki, önümüzdeki süreçte konseyde bir liderlik kavgası çıkabilir mi?
Kodları gereği doğal lider bellidir... Konsey içerisinde Türkiye ile kavga eden devlet aklından şüphe ederim. Şayet Türkiye ile kavga etmeye yeltenen bir devlet olursa, kendi toplumu bile buna karşı çıkacaktır. İslâm ve “Türk dünyası”nın tabiî lideri Türkiye’dir!

Teşekkür ederiz.
Kolay gelsin.


Baran Dergisi 667. Sayı