Kimdir?
Yusuf Kaplan 1964 yılında Şarkışla’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Kayseri’de tamamladı.
1986 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi,
Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü,
Sinema-TV Ana Sanat Dalından mezun oldu. Üniversite öğreniminden sonra İngiltere’ye gitti.
1991 yılında East Anglia Üniversitesi’nde “Story-Telling and Myth-Making Medium: Television” adlı master tezini hazırladı.
1992 yılının Nisan ayında Londra Üniversitesi ve Middlesex Polytechnic’te Dr. Roy Armes’ın danışmanlığında doktora yaptı.
İlim ve Sanat, Yedi İklim, Kayıtlar, Kitap Dergisi, Girişim, İslâm, Kadın ve Aile gibi dergilerle Zaman ve Milli Gazete gibi günlük gazetelerde çeşitli yazı, röportaj ve çevirileri yayımlandı.
Michel Foucault, Baudrillard, Milan Kundera, Umberto Eco ve John Berger gibi yazar ve düşünürlerden çeşitli çeviriler yaptı.
Bir süre Yeni Şafak gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliği’ni üstlendi. Ardından 3 yıl Umran Dergisi’ni yönetti.
Şimdi İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde öğretim görevlisidir ve Yeni Şafak Gazetesi’nde yazmaktadır.
25 Şubat 2006’ya kadar TV5 Genel yayın Koordinatörlüğü yaptı, daha sonra TVNET’in kurucuları arasında yer aldı.
 
15 Temmuz gecesi başımızdan nasıl bir şey geçti? Yaşanan ne idi?
15 Temmuz gecesi ne yaşadığımızı henüz bilmiyoruz. Tanımlar ise havada uçuşuyor. İnsanlar çok rahat bir şekilde “darbe” diyor; fakat bence darbe ile alâkası yoktu. Böyle darbe olmaz. Ayrıca niçin darbe yapılsın ki? Darbeyle istediklerini elde edemezler ki… 15 Temmuz’un üzerinde durulması gereken yönünün üzerinde durulmuyor. Böyle giderse de durulmayacak ve sadece 15 Temmuz darbesi diye anılacak.

15 Temmuz’u darbe olarak görmemenizin sebebi ne?
Küresel gelişmelerle alâkalı bir yönü var. Tayyip Erdoğan’a Mısır’da Mursi’ye yapılan gibi bir darbe yapılmış olsaydı, muhtemelen Avrupa Birliği ve NATO dolayısıyla ABD darbeye karşı çıkacaktı.

15 Temmuz Amerikan destekli bir teşebbüs değil miydi?
Tam da bu yüzden darbe değil. 15 Temmuz’da yaşadığımız şey Türkiye’ye yapılan NATO operasyonu, NATO saldırısıdır. Bunun içinde kimlerin olduğunu ve ne tür rol aldığını çok net görüyoruz. Birçok şey var; fakat devlet bunları konuşmuyor. Sadece arada sırada ağızlarından kaçırıyorlar. En son Tayyip Erdoğan, ABD’nin PYD ve YPG’ye silah yardımı yaptığını ifşa etti. Normalde bir devlet başkanı bunu yapmaz.

Bu saldırının arkasından ne gelecekti?
Bu saldırının arkasından işgal gelecekti.

Bu girişim Türkiye ve dünyada doğru anlaşıldı mı?
Dünyada gayet net anlaşıldı. Dünyanın diğer devletleri Türkiye’de ne olduğunu biliyor. Kurulu bir düzen var ve bu Darwinist, orman kanunlarının hâkim olduğu bir düzen. Bu düzende geçer akçe güçtür ve güçlü her zaman haklıdır. Dolayısıyla bu meselede bir iki ülke hariç kimse sesini çıkarmadı. Mesela Pakistan önceden uyarmak istemiş Türkiye’yi. Pakistan devlet başkanı, aldıkları istihbaratı iletmek ve “bir numara”nın döndüğünü söylemek için Tayyip Bey’e bir hafta ulaşmaya çalışmış; fakat ulaşamamış. Tabiî o arada Rusya’nın saldırıyı haber vermek için girişimleri oldu.

Esasında Türkiye komşularla sıfır sorun politikasıyla çok büyük bir felaketin eşiğine sürüklendi. Bunu defalarca söyledim; topa da tutuldum. Şimdi ise millet özür dilemek için sıraya giriyor. “Komşularla sıfır sorun politikası” diyorsunuz; ama sizin komşunuz yok ki. 200 yıldır İslâm dünyası bağımsız değil. Hangi komşudan bahsediyorsun? İki asırdır İslâm dünyası İslâm’ın şekillendirdiği bir dünya değil; sömürgecilerin şekillendirdiği bir dünya. Önce işgal ettiler. II. Dünya Savaşı’ndan sonraki post-kolonyal süreçte kendileri o toprakları terkettiler; bu döneme de sömürgecilik sonrası dönem dediler. Çekildiler, çünkü kendilerinin bizzat orada bulunuyor olması çok külfetliydi. Çekildikleri yerlere kendilerinin kontrol edebileceği yerli elitleri yerleştirdiler. Bilhassa İngilizlerin stratejisi bu… Hesapta siyasî bağımsızlıkların verildiği bir süreç yaşandı.

İslâm dünyası üzerinde kurulan bir tezgâh var. Bu bir proje... İngilizlerin “Şark meselesi” diye tarif ettikleri projenin uzantısı. Bu İngilizlerin iki asırdır uyguladığı bir projedir. Bu projenin iki ayağı vardır. Birinci ayağı İslâm’ı tarih yapan bir aktör olarak tarihten uzaklaştırmak. Bunu Osmanlı’yı durdurarak ve Hindistan üzerine operasyon çekerek yapabilirler. Osmanlı’yı durdurdular. Osmanlı’yı durdurdular, Hindistan’ı parçaladılar. Dolayısıyla İslâm’ı tarih yapan bir aktör olarak tarihten çekilmesini sağladılar. İlk ayağı başarıyla sonuçlandırdılar.

Yaklaşık yüz yıldır uygulanan ikinci ayak ise Müslümanları İslâm’dan uzaklaştırmak. Burada da birkaç şey aynı anda devreye girdi. Vehhabîlik’in tohumlarını ektiler, oradan Selefîlik diye bir şey ortaya çıkardılar. Bunun üzerinden terörizmi ve örgütleri inşa ettiler. Özellikle İslâm dünyasında, Arap bölgesinde, Osmanlı’yı durdurarak Vehhabîlik’in önünü açtılar. Bu Selefîlik, esasında selefsizliktir. Peygamber kabirlerini bombalayan adama nasıl Selefî diyebilirsin? Türkiye’de yaşayan insanların Afrika’ya falan gitmesi ve dünyayı dolaşması lâzım. için Afrika’da Boko Haram diye bir örgüt kurmak çok kolay. Afrika acayip bir tecavüze uğradı. “Babasız Kıta Afrika” diye bir yazı yazmıştım. Her bakımdan tecavüze uğradılar. Kadınlar o yüzden hayatta çok güçlü; kelimenin tam anlamıyla erkekleri madam etmişler. Afrika’da bir insan sabah Müslümandır, öğle vakti Hıristiyan olur, akşam yerli dinlerden birine girer. Siz Afrika’da bir adama, bin liraya istediğiniz kadar adam öldürtürsünüz. Adama “sana yüz bin sterlin” dersen bütün Afrika’yı kana bular.

İlk iki sanayi devrimini yapanlar da İngilizler, üçüncü sanayi devrimi yapanlar ise Amerikalılar deniyor; ama Yahudiler. Kapitalist sistemi inşa eden, kurallarını koyanlar ve kodlarını belirleyenler ve dolayısıyla Fas’tan Malezya’ya kadar sınırları ve sorunları belirleyenler iki yüz yıldır İngilizler. “Üst akıl” diye konuşuluyor ve “üst akıl”ı Amerika zannediyorlar. Oysa Amerika uyduruk bir ülke. Tarihi yok, hafızası yok, felsefesi yok, müzikalitesi yok… Böyle bir yerin varlığından söz edilemez. Amerika kaba güçtür. Her şeyi Amerika üzerinden yapıyorlar. Sistemin beyni İngilizler, sopası Amerikalılar, taşeronu İran, maşası örgütler, finansörü ise Suud ve diğer Körfez ülkeleridir. Bizi istedikleri zaman birbirimize düşürecek bir sistem kurmuşlar. Bu sebeple komşularla sıfır sorun politikası çok saçma bir politika. Bunun faturasını biz çok ağır ödedik. Tuzak kurdular ve biz de tuzağa düştük; tıpkı I. Dünya Savaşı’na girerken düştüğümüz gibi. Suriye’de, Rusya ile ilişkilerde, Mısır ile ilişkilerde tuzağa düştük. Mısır ile diplomatik ilişki kesilir mi? İngilizlerin, iki yüzyıldır Türkiye-Mısır ilişkilerine dâir geliştirdikleri strateji Türkiye ile Mısır’ın yan yana gelmemesi üzerinedir. Eğer bunu bilmiyorsanız, bu işi bırakın limon satın. Bunları söyleyebilecek donanıma, özgüvene ve dürüstlüğe sahip insan yok Türkiye’de. Herkes yalakalık peşinde… Hakikatin peşinde koşan adam hiçbir zaman siyasanın ve piyasanın peşinde koşmaz. Bizim kaybettiğimiz nokta burası; her hâl ve şartta hakikatin izini sürme kaygısı güden insanlar çok az bu ülkede. Cumhurbaşkanıyla bir defa yan yana gelen adam bütün bildiklerini unutuyor. Siyasanın ve piyasanın peşine çok düştüğümüz için kaybediyoruz. Bir Müslüman şahsiyette olması gereken özellik şudur; sağ tarafına Hz. Ebubekir karakterini, soluna Hz. Ömer karakterini, önüne Hz. Osman karakterini, arkasına da Hz. Ali karakterini alacak ve dosdoğru yürüyecek. Bu tarih boşuna yaşanmadı. Sünnet-i Seniyyenin meyvesi bu. Bazı aptal insanlar Kur’an İslâm’ı diye bir şeyden bahsediyorlar. Aptal insanlar! Nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzun farkında değiller. Hıristiyanlığın nasıl dönüştürüldüğünün ve protestanlaştırıldığının farkında değiller. Mezheplere saldırıyorlar, peygambere saldırıyorlar, hadislere saldırıyorlar. Bundan maksat da önüne gelenin İslâm’ı istediği şekilde algılamasını sağlamak. Sonra adam çıkıyor “ne mezhebi kardeşim benim dinim İslâm” diyor. Bunu diyen adam mezhebin ne anlama geldiğini ve niye doğduğunu bilmiyor. Sonra da “mezhep çatışması” diyorlar. Bizde mezhep çatışması falan yok. Bizde mezhep çatışması diye gösterdikleri şeyler tamamen siyasî çatışmalardır. İktidar kavgasıdır. Bundan bin yıl önce aynı krizi biz yine yaşadık.

Sabah akşam televizyonlar İslâmî program yapıyorum havasında ayet ve hadisleri çarpıştıran tipler mevcut. Bu tipler hakkında ne söylemek istersiniz?
Bu bizim; İslâm’ın ne kadar sahipsiz olduğunu gösteriyor. Müslümanların ne kadar zor durumda olduğunu gösteriyor. Tuhaf bir kitle “hilâfet geliyor” havasına girmeye başladı, oysaki böyle bir şey yok. Burası laik bir devlet! Devleti de kutsamaya ve toz kondurmamaya başladık. Ama Tayyip Erdoğan gittiğinde bitecek bu iş. O zaman canımızı okuyacaklar. İslâm’ın sahibi yok. İki yüz yıldır yaşadığımız ikinci büyük medeniyet krizi, gök kubbenin üzerimize çökmesiyle sonuçlandı. Dolayısıyla Müslüman zihni yok oldu ve Müslümanca yaşamanın zemini de ortadan kalktı. Böylesi bir ortamda hilâfetin dolayısıyla Müslümanları bir arada tutacak “kurum”ların ortadan kalkması ve İslâm’ın hayattan uzaklaştırılması söz konusu. İki yüz yıldır Müslümanların iki sorunu var. Ben bunu “2t” olarak adlandırıyorum. Aynı harflerden oluşan iki kelime… Birincisi “teslimiyet”, ikincisi ise “temsiliyet”… Yani Müslümanlar İslâm’a ne kadar teslim olmuş durumlar? Müslümanlar gerçekten İslâm’a mı teslim olmuş durumdalar, yoksa kendi hevâ ve heveslerine, çağın ayartılarına, güce mi teslim olmuş durumdalar? Bir de, Müslümanlar İslâm’ı ne kadar temsil edecek durumda? Dolayısıyla İslâm’ın bir temsil sorunu da var. Bu ikisi çok esaslı meseleler. Böylesi anarşik bir ortamda önüne gelen keyfine göre konuşabiliyor ve birileri de istedikleri adamı istediği şekilde kullanabiliyor. Önüne gelen İslâm’ı kendi kafasına göre anlatabiliyor. Burada enteresan olan şey, İslâm’ın dönüştürülmesi için üretilen bütün projelerin çok rahat bir şekilde uygulanabileceği bir ortam bu.
Batılıların İslâm dünyasında uygulanmak üzere geliştirdikleri üç büyük proje var. Birincisi “Osmanlı’nın unutturulması”, ikincisi “Gazali ile birlikte İslâm düşüncesinin yıkıldığı masalının yaygınlaştırılması”, üçüncüsü “Hazreti Peygamber’in konumunun sarsılması”… İlk iki projeyi yüzde yüz başardılar, son çeyrek asırdır ise üçüncüsünü uyguluyorlar.

Osmanlı, Osmanlı’nın çocuklarına unutturuldu. Bu başka hiçbir medeniyetin başına gelmedi. İngilizler, Fransızlar, Hollandalılar, Portekizliler, İspanyollar kendi emperyal tarihlerini emperyalist bir tarihe sahip olmalarına rağmen çöp sepetine atmazlar; çünkü onlar o tarihle varlar. Osmanlı, tam da sömürgecilerin, bütün dünyayı sömürdükleri, kanını emdikleri, tecavüz ettikleri, tarihinin-kültürünün kökünü kazıdıkları bir zaman diliminde, farklı kültür, din ve medeniyetlerin nasıl bir arada yaşayabileceğinin modelini geliştirdi. Böyle bir tecrübeyi nasıl unutturursun? Hâlâ Osmanlı denilince “Ortaçağ karanlığı, örümcek kafalılık” diye algılayan bir kitle var memlekette.

“Osmanlı’nın unutturulması”, “Gazali ile birlikte İslâm düşüncesinin yıkıldığı masalının yaygınlaştırılması”, “Hazreti Peygamber’in konumunun sarsılması”; bu üçünün buluştuğu bir nokta var ki çok önemli. Üzerine proje ürettikleri üçü de kurucu; fakat tabiî ki Hazreti Peygamber’in akidevî olarak kuruculuğu daha farklıdır, bu sebeple kavramları tırnak içinde kullanıyorum… Adamlar nereden vuracaklarını biliyorlar.

Bin yıl önce yaşadığımız birinci medeniyet krizinin gelişi ve orada karşı karşıya kaldığımız sorunlarla, bugün yaşadığımız ikinci medeniyet krizinin bizi sürüklediği eşikler örtüşüyor. Bin yıl önce dışarıdan bir saldırı vardı; Haçlılar, Moğollar ve Haşhaşiler… Şimdi de Haçlı torunlarının, Moğol torunlarının ve Haşhaşi torunlarının saldırıları var. Bu tâ Vehhabilikle, Kadıyanilikle başlayan FETÖ ile devam eden Müslümanları İslâm’dan uzaklaştırma süreci. İslâm’ı sekülerleştirme, protestanlaştırma ve dönüştürme… Çin’i yok ettiler ve kapitalizmin kölesi hâline getirdiler; uyuttular ve yuttular… Japonya ve Hindistan’a da aynı şeyi yaptılar. Kökleri kurutuldu; Budizm, Hinduizm, Taoizm, Şintoizm de bitirildi. Fakat İslâm’ı dize getiremediler. Buraya yoğunlaşmalarının sebebi bu... Bin yıldır tarihi Müslümanlar ve Batılılar yapıyor. Batı’nın yaşadığı krizde yeni bir meydan okuma ancak Müslümanlardan gelebilir. Çünkü Müslümanlar uyutuldu, yutuldu; ama İslâm kurutulamadı. Kaynaklar yerli yerinde duruyor.

O dönemde Müslümanlar Haçlılarla savaşırken Farslılar bizimle savaştılar. İslâm dünyası ölüm kalım savaşı veriyor, sen ne yapmak istiyorsun? Selahattin onları Tunus’a kadar kovalıyor.
Bin yıl önce üç adam tarih sahnesine çıktı. Melikşah Nizamülmülk’ünü buluyor, Nizamülmülk de Gazali’sini buluyor. Bu üç adam akidevî, fikrî ve siyasî bütünleşmeyi sağlayacak bin yıllık yolculuğun tohumlarını çeyrek asırda ekiyorlar. Gelmekte olan krizi görüyor ve onun önlemini teorik olarak alıyorlar. Bin yıldır bir Ehl-i Sünnet omurga oluşturuldu.

İslâm bütün medeniyetlerle temasa geçmiş ve o medeniyetlerden bir sürü şey alıyorsun, onların seni yutma ihtimali var; ama önlemini alıyorlar. Gazali’nin ektiği bu tohumlar Osmanlı’nın sütunlarına dönüşüyor. Gazali’nin teorik olarak ortaya koyduğu şeyi Selçuklu pratiğe geçiriyor ve Osmanlı muhkemleştiriyor. Oryantalistlerin iki asırlık projesini, Peygamber’e, Osmanlı’ya ve Gazali’ye niçin saldırdıklarını buradan anlayabiliriz. Akideye saldırıyorlar. Akide ilkedir; ilke olmadan ülkü olmaz. Ülkün yoksa da ülkeni kuramazsın.

Fundamentalist Kemalizm de bu projenin bir ayağıdır ve İngiliz menşeilidir. Tipik İngiliz numarası; bitmiş Osmanlı’yı niçin konuşuyorsun? Abdülhamid’i kimin indirdiğini konuşsana… Abdülhamid’in hâl’i ile bitti Osmanlı… FETÖ meselesinde,  Kemalizm FETÖ ilişkisini belirttiğim için vahşice üzerime geldiler. Kemalizm Gülenizmi besledi ve büyüttü, Gülenizm de 15 Temmuz’dan sonra Kemalizm’in önünü açtı. Bunu kimse göremiyor. Benim FETÖ’cü olduğumu söylemeye kalktılar. Oysaki 25 yıldır FETÖ hakkında neler yazdım. Bunlar adam azaltma, mücadele edecek adamları ortadan kaldırma operasyonları. Bazı insanlar bunları bilmiyor, duyar duymaz hurra saldırmaya başlıyorlar.

Peki, Türk dışişleri ne durumda?
İnsanların görmekte zorlandıkları bir husus var. Küresel sistem 1989’dan itibaren kesin bir dönemece girdi. Adı konulmamış bir savaş yaşanıyor. Terör örgütlerini kullanarak İslâm ile savaşıyorlar. Bir örgüt var ve o kocaman Batı devletleri bir örgütü yok edemiyor, öyle mi? Aptal yerine koyuyorlar insanları. İslâm’ı Selefiler üzerinden terörle özdeşleştirip sonra ise FETÖ’cüler üzerinden daha cici bir İslâm sunarak, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar. Bundan birkaç sene evvel “Hariciye Türkiye’nin Altını Oyuyor” diye bir yazı yazdım. Dışişleri Bakanı küplere bindi. “Monşerler ve FETÖ şebekesi dışişlerini kontrol ediyor” dedim. Türkiye’nin hiçbir zaman hariciyesi olmadı. Bunlar Türkiye’nin aleyhine çalışıyor. Aşağılık kompleksine batmışlar “biz Batıcıyız, biz laikiz” diye dolanıyorlar.

İslâm dünyası üzerine bu kadar proje üreten İngilizler Avrupa Birliği’nden niçin ayırılıyor?
İngilizlerle Yahudiler arasında bir savaş var. Kapitalist sistemi kuran ve kodlarını belirleyenler İngilizler. İngilizler Yahudilerle birlikte kurdular Amerika’yı. Yahudiler İngilizleri kovdular Amerika’dan. Kapitalist sistemin tahtından kovdular. Yahudiler gücü ele geçirdiler ve herkese boyun eğdirmeye çalıştılar. İyi ki de Yahudiler İngilizleri saf dışı etti; çünkü İngilizler Yahudilerden daha tehlikeli. Bunu en iyi Sultan Abdülhamid Han gördü ve “hangi taşı kaldırdıysam altından İngiliz parmağı çıktı” dedi. Bu Yahudilerin sistemdeki gücünü küçümsemek anlamına gelmiyor. İngilizler soğukkanlıdır, Yahudiler tez canlıdır; aralarındaki fark bu. Dolayısıyla Yahudiler büyük hatalar yapar. Gücü ele geçirir, şımarır ve ortalığı yakar-yıkarlar. İngilizler ise böyle yapmaz, güç onlarda dahî olsa oturur senle konuşur yüzüne güler, arkanı döndüğün anda işin biter; ama sen bunu evine vardığında anlarsın. Her ne kadar Amerika ile savaş hâlinde olduğu düşünülse de, esasında Türkiye’nin içeride ve dışarıda savaştığı ülke İngilizlerdir. Amerikalılar pragmatisttir, dost falan olmaz; ama dalga kırılana kadar bizim küresel sistemin aktörleriyle bir şekilde ilişkiyi sürdürmemiz lâzım. Bu yanlış anlaşılmasın. NATO ile Avrupa Birliği ile ilişkileri koparmayacaksın; ama bir yere kadar, o yerden sonra da vuracaksın tekmeyi. Şu an hâlâ sistem çok güçlü. Öte yandan Türkiye ise hâlâ bağımsız değil; hâlâ Türkiye laik bir devlet. Tayyip Erdoğan gittikten sonra canımızı okuyacaklar. Bunu göremiyor insanlar ve acayip gaza geliyorlar.

Tarihin yeniden yapıldığı bir süreçten geçiyoruz. Batı medeniyeti çöktü. Felsefî, entelektüel, estetik, ahlâkî olarak dünyaya verebilecekleri hiçbir şey kalmadı. Bunu Nietzsche yüz sene önce söylemişti zaten. Ellerinde bir tek kaba güç kaldı ve o güçle ayakta duruyorlar, gittikçe de azmanlaştılar. Batı medeniyeti, insanlığın başına gelmiş en büyük felâkettir. Tanrı fikrine saldıran, hakikate saldıran, insanı karikatürleştiren, paçavraya çeviren, zihnî olarak köleleştiren, körleştiren, çöle mahkûm eden ve maddenin her şey olduğu yanılsamasıyla insanı sadece yiyen, içen ve çiftleşen insanaltı bir yaratığa dönüştüren bir medeniyettir Batı medeniyeti. İnsanlar, maddî üstünlükle yaşanan felsefî, ahlâkî, manevî krizin aşılabileceğini düşünür hâle gelmiştir. Bu nasıl bir körlüktür? Büyük bir felaket var ve bu felaketin aşılmasında İslâm yeniden kilit rol oynayacak. İslâm dünyasının her köşesini düşürdüler, paramparça ettiler; fakat Türkiye’yi düşüremediler. Türkiye’de 100 yıl önce tarih durdu, dünyanın tarihi durdu! Toynbee bunu güzel izah ediyor: “Osmanlı durduruldu, dev uyutuldu. Dev uyanırsa kimse duramaz karşısında!” Bunu görüyor adamlar; ama biz Türkiye’de anlatamıyoruz.

Türkiye’nin mevzu bahis tarihî misyonunu üstlenebilmesi için yerine getirebilmek için neler yapmalıdır?
Türkiye hazır değil. 40-50 yıl medeniyet fikrinin adım adım örgüleştirilmesi lâzım. Fikriyat olmadan tatbikat olmaz. Müslüman zihnine ve Müslümanca yaşama zeminine kavuşmamız lâzım. Zihnimiz çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüşmüş durumda. Böyle bir ortamda bir medeniyet yolculuğundan bahsedilemez. Ama kolektif hafızamızın sağlam olduğunu 15 Temmuz’da gösterdik. Dünyada ruh Anadolu kıtasında var; Anadolu kıtası insanlığın son adası. Bunun kuvveden fiile geçirilmesi lâzım. Sanatta, fikirde, akademide, siyasette bunun temellerinin atılması lâzım. Tarihin akışını bilkuvve şekillendirecek olan biziz; ama bilfiil değil. Önümüze tuzaklar kuracak, boğmaya çalışacaklar; dik duracak ve teyakkuzda olacağız. Ayrıca bir şey daha söyleyeyim: 15 Temmuz’un şokunu da asıl onlar atamadı üzerinden. 

Teşekkür ederiz.

Baran Dergisi 515. Sayı