Suudiler ve İran arasında son günlerde yaşanan gerginlik hakkındaki görüşleriniz nedir?
1979 İran devrimi ile pandoranın kutusu açılmış oldu. Aslında bölgede yaşananların sorumlusu olarak dört sebep gösterilebilir; Osmanlı’nın yıkılmış olması, Şii İran’ın kurulması, İsrail’in kurulması ve ABD… Bunlar Ortadoğu’yu kasıp kavurup cehenneme çevirmişlerdir. Tabiî ki bunların içinde en tehlikelisi İran. Bunun tehlikeli olması anlaşılıp anlaşılmamasıyla alakalı; çünkü İran, içeriden bir kuvvet olarak değerlendiriliyor ve bu bakış açısı da yanlıştır. Aksine İran, Humeyni ile birlikte tarihi misyonuna geri döndü ve İslâm’ı içten içe yeme gayesinden asla geri durmadı. Son yaşanan hadiselerde de İran yaygara çıkartıyor her zaman yaptığı gibi, Suudilerin pozisyonunu ise savunma pozisyonu olarak değerlendirebiliriz.
Yani, İran bölgedeki kargaşa ve kaos ortamından mı besleniyor?
Tabii ki, ABD’nin, Condoleezza Rice’ın “Yaratıcı Kaos” tabiri vardır; işte bu kaosun bir aracı da İran’dır, kim ne derse desin, bu tarih boyunca böyledir ve böyle olmaya da devam ediyor. Toplum olarak tarihi unutmanın bedelini ödüyoruz bir bakıma, onun için tarih, yaşanmış bir gerçektir deyip oradan ders çıkarmamız gerekiyor.
Bu iki ülke (Suudi Arabistan ve İran) için savaş tamtamları çalınıyor; ama bu ülkeler Yemen’de bir fiili çatışma halinde değiller mi zaten?
Bir tabir vardır; sulh-u salah istersen cenge hazır ol diye… Suudi Arabistan’ın konumu da bu söze uyuyor, savaş olmasını istemiyor, kararsız ama barış ortamında kalması için de savaşın içine çekiliyor. Bizde de PKK ile aynı hataya düşüldü, savaşta kararsız kalındı, hâlbuki masada otururken dahi PKK’nın elinde silah vardı. İran ile de aynı ilişki söz konusu, İran ile mücadelede kararlı olunmalıdır, o zaman İran çözülür; yoksa İran’ın önünü alamazsınız…
Bu zamana kadar (Ak Parti iktidarında) Türkiye’nin İran’a karşı sert bir tutumu yoktu, ancak Tayyib Erdoğan son konuşmasında İran’a karşı sert bir tutum aldı, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geç de olsa müsbet bir gelişme; iktidarın içerisinde bir kanat ne şiş yansın ne kebap, ne İsa, ne Musa diye söyleniyorlar… Biz şu anda tercih noktasındayız. Cumhurbaşkanının ifadeleri doğru ama bunun fiiliyata da geçirilmesi lazım. İran’a karşı olan politikaların biran evvel yürürlüğe konulması lazım... Suudi Arabistan’a gelince, her ne kadar asaleten kendi adına hareket ediyorsa da vekâleten bölge adına hareket ediyor şu anda; dolayısıyla ortada hiçbir şey yokmuş gibi davranırsak kaybederiz.
Suriye ve Yemen’de yaşananlardan sonra İran’a karşı, ümmetin içerisinde Ehl-i Sünnet çizgisinde bir toparlanma görüyor musunuz?
Olması gereken de bu; bizim yanlışımız, asabiyetimizin olmamasıdır. Yani, şöyle söyleyebiliriz; hakkaniyet yeterli değil, hakkaniyeti koruyabilecek bir asabiyet lazım. Bu bakımdan Şia’nın hakkaniyeti var ve ona inanmasına nisbetle yeniden teşekkül etmiş durumda; ama Sünnîlerin hakkaniyeti var fakat bu asabiyete dönüşmüş durumda değil. Fakat ben ümitliyim; tarih tekerrür edecektir ve iyilik kazanacaktır. Şu an Şii İran, İslâm düşmanlarını vekâleten temsil ediyor, Rusya, ABD, İsrail gibi ülkeler de asaleten… Bunlar yenilecektir. Fakat olayı akaid meselesi üzerinden değerlendiremeyen bazıları İran üzerinden Şia ile muhabbete düşmüş durumda… Allah onlara basiret versin… Bakın, bugün aynen 90’lı yıllar tekrar ediliyor Madaya’da; o zaman da Sünnî toprakları aç bırakma, ambargo uygulama gibi canilikleri uyguluyordu İran. Yahu bu adamlar, çocuk katliamını bile ideolojik ve bozuk akaidleri yüzünden sineye çekiyorlar. Bizler şu anda hiçbir değeri olmayan, hiçbir kıstası olamayan bir topluluk ile karşı karşıyayız. Bu adamların hiçbir kıstası yok çünkü imanlarının özünde yalan var bu adamların, düzenbazlık var ve bunları öğrenmezsek biz daha çok acılar çekeriz…
İran Şii, eleştiriyoruz… Ancak bir tarafta da Selefi-Vehhabî destekçisi bir Suudi Arabistan var, onlara nasıl bakmamız gerekiyor?
Vehhabîlik de İslâm’dan kopma uç bir harekettir, 1840’lı yıllarda ortaya çıkmıştır. Bugün de aynı özellikleri görüyoruz; ancak şu var ki Kral Abdullah’tan sonra Arabistan’da müspet gelişmeler olduğunu da görmezden gelemeyiz. Yine ABD emrinde ama aldığı bazı pozisyonlar bize olumlu bir gelişmenin olduğunu gösteriyor. Bugün İran ile Suudilerin müttefik olduğunu düşünün, aynı Umman’daki haricilerin olduğu gibi, onların sultanları İran’a daha yakın duruyor, bu kesinlikle mazlumların aleyhine olurdu. Bugün Suudi Arabistan bir kuşatma altında olduğunu bildiğinden bunu yarmaya çalışıyor; bu kuşatma elbette ki Şii kuşatması… Bu Türkiye için de geçerli, Şiilerin çemberi içindeyiz neredeyse…
Yani, şöyle diyebilir miyiz: Şialardan ziyade Selefi-Vehhabîler Ehl-i Sünnet’in içine çekilebilecek insanlardır…
Tabii ki, mesela Şia için de Zeydîler vardır ve bunlar da Ehli Sünnet’e en yakın kategori olarak görülür, Selefiler içinde de Ehli Sünnet’e oldukça yakın kategoriler var. Bunları bir bütün olarak düşünmemek lazım… Mesela İran ile Selefiliği Türkiye açısından mukayese edelim; Şii din adamları Türkiye’de nutuk atıyorlar, İran’da böyle bir şey var mı? Şiilerin bize karşı, Ehli Sünnet’e karşı yaklaşımı tamamen katı kurallara dayalı; ama Selefilere baktığımızda olay biraz daha farklı. Mesela El-Kaide’nin teorisyenlerinden Ebu Muhammed el-Makdisi Suudları tekfir ediyor, bizim için de benzer görüşleri var; ama öte yandan Mısır’da İhvan-ı Müslimin’e karşı olan Nur Hareketi de Rusya-Türkiye kamplaşmasında “Biz Türkiye’nin yanında olmalıyız, imanımız bunu gerektiriyor” dedi, böyle selefiler de var. Dolayısıyla Selefilere de bu gözle bakmak lazım, yöntem olarak hataları olabilir ama hepsi bize düşman değil.
Teşekkür ediyoruz.
Ben de teşekkür ederim.

Baran Dergisi 470. Sayı