Geçtiğimiz süreçte kendini destekleyen Siyonistler ve Emperyalistler tarafından çukura itildiği anlaşılan Barzani’yi bağımsızlık referandumu yapmaya iten amiller nelerdir?
Tek bir sebep değil. Bir sürü sebepler silsilesi IKBY’yi referanduma etti. Baas Partisi’nin uyguladığı projeler Kürtlere inanılmaz derecede zarar verdi. Sadece Saddam döneminden bahsetmiyorum daha evvelinde de Kürtlere iyi davranılmadı... Askerî yönetimler Kürtlere bütüncül davranmadı. Baas Partileri, Cemal Abdülnasır’ın ürünleri. Abdülnasır, Mısır’da 1952’de General Necip’in yaptığı darbeye karşılık 1959’ta yeni bir darbe yaptı. Abdülnasır Arap milliyetçiliğine dayalı, seküler askerî bir idare kurdu. Bu Arap milliyetçiliğini harekete geçirdi. Sözde İngiliz ve Amerikalılara karşı görünüp, Sovyet yanlısı gibi hareket ettiler. Cemal Abdülnasır’ın zihniyeti bütün Arap dünyasında kasırga gibi esti. Akabinde coğrafyada bir dizi askerî darbe gerçekleşti. 1958’te Irak’ta Abdülkerim Kasım diye biri darbe yaptı. Ondan önce Şerifler hanedanı vardı. 1962’te Yemen’de Zeydi İmam Ailesi devrildi. 1963’te Baas Suriye’de iktidara geldi. 1969’da da Kaddafi Libya’da subayken darbe yaptı. Irak’ta ise 1958’te darbe oldu; 1966’dan sonra Baas geldi. Ondan önce de Arap milliyetçiliğine dayalı sosyalist görünümlü askerî idare vardı. Tüm bunlar olunca Arap milliyetçiliği tavan yaptı, Arap olmayan insanlar küstü, Arapların dışındakiler baskı altına girdi. Irak’ta en kalabalık ikinci nüfus Kürtlerdir, en çok ezilenler de onlar oldu. Ondan sonra Enfal ve Halepçe olayları da buna eklendi. 1963’te Suriye’de bir kısım Kürtlerin kimlikleri ellerinden alındı. Zaten Türkiye’de 1925’ten sonra yaşananlar malum. Şeyh Said hâdisesi, Dersim hâdisesi; Üstad Necip Fazıl’dan başka kimse sahip çıkmadı. 1960’tan sonra Kürtlerin Ortadoğu’da ezilmesi, IKBY referandumunun tarihî zeminidir. Ulus devlet yapısı, Batılılar tarafından Ortadoğu’da inşa edildi. Sykes-Picot ile birlikte daha küçük yapılar planlandı.
Şimdi nasıl bir proje için çalışıyorlar?
Birkaç tane proje var. İlk proje; Türkiye gibi birkaç ülkeyi güçlendirip, alan hâkimiyetine müsaade edilmesiydi. Bundan maksat Türkiye vb. potansiyel taşıyan ülkelerin odak noktalarını başka taraflara yönlendirmekti. Bu proje Arap Baharı ile boşa çıktı. Bunun yerine Ortadoğu’daki ülkeleri ufalamayı seçtiler. Batı kendi arasında anlaşmazlıklar yaşayınca Ortadoğu’da birden fazla proje ortaya çıktı; hâliyle kaos ortamı hâkim oldu. Mesela Amerika’dan bahsedecek olursak, hemen hangi Amerika diye sormak durumundayız. Evet, ortak politika rotaları var; ama ayrıntılarda birden fazla Amerika var. Ortadoğu’da oyunlar oynanırken, bazen oyunu daha riskli hâle getiriyorlar ve küçük çatışmalar düzenliyorlar. Anadolu Selçuklu dağıldıktan sonra beyliklere ayrıldı; Menteşeoğulları, Candaroğulları vs. arasındaki savaşları düşünün yahut Avrupa’daki eski derebeylikleri, prensleri düşünün. 30 Yıl Savaşları, 100 Yıl Savaşlarını düşünün; işte şu anda Ortadoğu’da buna benzer yol haritası izliyorlar. Bunun da merkezine Kürtleri yerleştirme gayretindeler. Geçen yüzyılda Kürtlere siyasî bir yapılanma müsaadesi vermedi Batı. İngilizler ve Fransızlar bunu engelledi. Sykes-Picot ile ulus devlet yapılanması istediler, en çok zararı da Kürtler gördü. Coğrafyada hanedanlar kalmamış, son hanedana 1923’te Türkiye’de yapmadıklarını bırakmadılar. Irak’taki hanedanlık da 1958’te askerî darbe ile yıkıldı. Osmanlı’dan sonra var olma mücadelesi veren hanedanlıklar da, Osmanlı bakiyesini taşıyan ailelerdi. Batı projelerini üretiyordu üretmesine ancak, oradaki insanların elinde Osmanlı yönetim sisteminden başka bir şey yoktu. Coğrafyada Osmanlı sistem-kurumları devam edebildi. Türkiye’de Osmanlı sistemi kesintiye uğramış olabilir, ama 1950’li yılların sonuna kadar Irak-Suriye ve Mısır’da devam etti. Bu büyük travmalara yol açmadı, sistem kendi kendine yürüyordu, çoğulcuydu. Irak’ta, Şerifler Hanedanı’ndan Nuri Said Paşa bir Kürt olarak başa getirilmişti. Kendisi eskiden Osmanlı subayıydı. Dolayısıyla Irak’taki Osmanlı yapısı devam ediyordu. Öte yandan Suriye’de Kürtler hem Şam’da hem de Halep’te üst tabakayı teşkil ediyordu. Sonra dört cumhurbaşkanı Kürtlerden çıktı. Dolayısıyla Kürtlerin yaşadığı sıkıntılara cevaplar veriliyordu. 1960’lı yıllardan itibaren travmalar artış gösterdi.
I. Dünya Savaşı sonrasında Sykes-Picot’ta Kürtlere devlet hakkı tanımamalarının sebebi İslâm’a olan sadakatleri mi?
O dönemde Kürtler arasında seküler kadrolar yoktu. Kürtlerin aydın sınıfı da dindardı. Bedirhan Paşa’nın sekülerleşmiş üç-beş torunu dışında kimse yoktu. İstanbul’a gelmiş İttihatçıların dışında kimse yoktu.
Bugün Kürtleri o noktaya getirdiler değil mi?
Tabiî. Türkiye’deki okullarda yaptılar bunu. Kürtler 1940-1950’li yıllardan itibaren üniversiteye yoğunluk verdi. 1960’lı yıllardan itibaren resmî eğitime katılım arttı ve 1968’te Kürt kuşağı ortaya çıktı. 1968 kuşağı sol görüşlü Kürt öğrencilere sebep oldu. PKK’yı da bu temel oluşturdu. Marksist sola yanaşan Kürt öğrenci grupları adam devşirme çabalarına giriştiler. Sovyet anlayışı üzerinden Kürtler sekülerleşti. Bunu direkt Amerika yapmadı.
Kuzey Irak’ta da Sovyetlerin desteği vardı değil mi?
Molla Mustafa Barzani pragmatist bir adamdı. Pragmatist olarak o gün neyi gerektiriyorsa onu yapmaya çalıştı. Molla, 1946’ta Kadı Muhammed ile birlikte Mahabad’da II. Dünya Savaşı’ndan sonraki kaostan yararlandı. Sovyetler destek veriyormuş gibi gözüktü. Bir cumhuriyet denemesi yapıldı Mahabad’da. Molla ile Şafi Kadısı arasındaydı bu deneme. Cumhuriyet başarısızlıkla sonuçlandı, Kadı Muhammed idam edildi. Barzani oradan kaçtı, gidecek yeri azalınca Türkiye üzerinden Sovyetler’e sığındı. Sovyetler’de 11 yıl kaldı. Molla Mustafa hiçbir zaman Komünist olmadı. Stalin’den etkilendi. Sovyetler Birliği, Barzani’yi kullanarak Kürt siyasî hareketlerine sızdı. 1950’li yıllardan itibaren Sovyetler, Amerika karşısında yükselişe geçti. Marksizm belli yerlerde güçlendi ve iktidara geldi. Marksist gerilla hareketleri tırmandı. 1960’ların sonlarında Filistin Halk Kurtuluş Hareketi (FHKC) bile etkilenmişti.
Marksist görüş Kürt siyasî hareketine sızdı. Bu sonra öyle bir hâle geldi ki, “Kürdüm” diyen Marksist olarak görüldü. Kürtler de gerçekten Lenin’i savunurdu o zamanlar. 1980’e kadar Kürt solu Türk solunun içerisindeydi. 1987’ye kadar böyle sürdü. Aralarında çatlaklar çok fazla yoktu. Bugünkü seküler Kürt kadroları, buralardan geldi yani. Barzani geleneksel, Talabani seküler devam etti.
Bugünkü HDP-PKK’nın kökünü de bu şekilde mi oluşturdular?
Evet. 1990’lardan itibaren de ABD Marksist kadroları partner olarak aldı. Önce Almanya, sonra ABD Marksistlere yöneldi. Çünkü Komünizm çöktü. Sovyetler çökünce ABD seküler kadrolarla projeler üretti. Ortadoğu’daki dinî yapılar sekülerleşme sonucunda büyük yara aldı. İkiye bölündüler. Dinî yapılar defolu hale geldi maalesef. Temsiliyet ağırlığını taşıyamadı dinî gruplar. Barzani ailesi Nakşibendi ailesidir ve sonra sekülerleşmiştir. Hâlâ İslâmî kimlikli kimseler var ancak, temsilciler değişti. Bu projenin Türkiye’deki ayağı dinî gruplara çok daha zarar verdi. Mesela 1980’lerdeki radikal İslâmcılık Türkiye’de dinî gruplara çok zarar vermiştir. Seyyid Kutub ve Mevdudî’den çok etkilendiler. Mevdudî-Kutub çizgisi İslâmî gelenek yapılarına karşı kullanıldı. Kitabevleri çevrelerinde tekfirci yapılar gelişti. Bunlar Selefî zihniyetli hareketler. Ali Şeriati üzerinden İran övülüyordu, Seyyid Kutub, Mevdudî üzerinden de Selefî tandanslı gruplar oluştu. Bunlar bir arada hareket ettiler ve Ehl-i Sünnet’i hedef aldılar.
İki zıt kutup aynı zeminde birleşti, Ehl-i Sünnet’i hedef aldı yani.
Evet, çelişkili olmasına rağmen öyle… Hasan el Benna okunuyor, diğer taraftan Seyyid Kutub zihniyeti okunuyordu. Humeyni ve Şeriati de çok fazla okundu. Bunlar Müslümanlara çok zarar verdi. 1925’ten sonra Türkiye hep tasfiye yaptı. Marksist gruplar da devreye girdi. 1980’li yıllardaki aşırı İslâmcılar Mevlana Halid’i tasfiye etmeye kalktı.
Nakşiliği…
Evet. Türkiye’ye Nakşi ekolünü getiren zat. 1950’li yıllarda tek parti döneminin baskıları hafifledi, dinî kesim tekrar boy göstermeye başladı. Devletin ağır baskılarından kurtulmak için devletin aşırı Türkçülüğü İslâm ile karıştırıldı. Müslümanlar aşırı Türkçü değildi, bu bir stratejiydi. Sonra benimsendi bu. Kürt sorunu İslâmî kesim tarafından görülmedi, Türkçülük ön plana çıktı… Bu görememe ve gecikmişlik Marksistlerin önünü açtı. Batılı devletler de stratejiler üretti. Felaket de facia da peşinden geldi. Şu andaki proje şudur; İslâm, Mezopotamya, Kürdistan ve Anadolu’dan süpürülmek isteniyor. Sonrasında da İslâm’ı Arap yarımadasına hapsetmek istiyorlar. Bunu da Kürtlerin üzerinden yapmak istiyorlar. Kürtleri İslâm’dan uzak tutma gayretindeler.
Baran Dergisi’nin 559. Sayısında attığımız manşet: “İttihad-ı İslâm Davasının Ayrılmaz İki Kardeşi: Türkler ve Kürtler”… Türkler ve Kürtleri ayırmaya çalışıyorlar yani…
Tamamen böyle. Bu bir anda yapılan bir şey değil. Yavaş yavaş işlediler projeyi, Türk ile Kürdü birbirine küstürdüler. Araplar da sekülerleşince Kürtlerin potansiyeli iyice azaldı… Kürtleri önce Müslümanlar ile küstürüyorlar, sonra da İslâm’dan uzaklaştırmak istiyorlar. 50’li yıllardan itibaren muhafazakâr camiada meydana çıkan “Türkçülük” akımı… Bunların hepsi bir arada işlem gördü, hepsi birbirini tetikleyince karşımıza bir sorun çıktı. 1980’lerde Kürtler arasında İslamcılık daha yaygındı, solculuk da vardı; ama onun yanından geçemezdi… Ne yazı ki Kürt gençlerinin dine teveccühünü Seyyid Kutub-Mevdudî çizgisi ile birileri heba etti; 90’lı yıllarda kadrolarını hep PKK’ya kaptırdılar. PKK sempatizanları içerisinde çok fazla sayıda eski İslamcı vardır. Şimdiki gelinen nokta daha da fena… Devletin yaptığı her yanlış Kürtleri başka taraflara itiyor ne yazık ki…
İran’ın işgalleriyle Irak, Suriye, Yemen vesaire bölgeler üzerinde Şii yayılmacılığının artmasını bu meselede nereye koyabiliriz?
Körfez savaşlarından sonra, bilhassa ABD’nin Afganistan’ı ve Irak’ı işgalinden sonra İran’ın doğuda ve batıda yayılmasının önündeki iki bariyer kalkmış oldu. Böylelikle İran’ın Orta Asya’da ve Orta Doğu’da önü açılmış oldu. İran’ın bölgede nüfuzu artınca bu sefer de Suudi Arabistan-Türkiye arasında bir “Sünnî” eksen oluşturup İran’ın gücünü kırmayı denediler, tutmadı bu.
İsrail’in referanduma destek vermesini, oradaki halkın sevinç gösterilerinde İsrail bayrakları sallamasını nasıl izah edilebilir?
1960’lardan itibaren İsrail bu işe girdi. BAAS yönetimine karşı Molla Mustafa Barzani İsraillilerle bağlantı kurdu, Barzani pragmatist davranmış olabilir ancak İsrail bu yakınlaşmayı fırsata çevirerek oraya yerleşti. Bir de ana dili Kürtçeleşmiş Yahudileri de kullandı o bölgede. Kürdistan bölgesinden İsrail’e göç eden Yahudiler vasıtasıyla Kuzey Irak Kürtlerinden bazılarını devşirdiler. Hâlâ orada Siyonist devşirmesi kadrolar var. Türkiye’de ise PKK ile bir çözüm süreci yaşandı ve bu başarısız oldu. Özellikle PKK’nın “özyönetim” kepazeliğiyle ortaya çıkması, devleti hepten milliyetçiliğe kaydırdı. 15 Temmuz sonrasında ise MHP ve birtakım ulusalcılarla yapılan ittifak ile bu ırkçılık ivme kazandı. Bunda en büyük amil ise devletin zamanında Kürt halkının temsilcisi olarak sadece PKK’yı görmesi oldu. Hendek politikasında biliyorsunuz ki halk PKK’ya destek vermedi, ama 7 Haziran’da Ak Parti hezimete uğrayınca baktılar ki orada HDP’ye çok oy kaymış… Bunun sebebi de zamanında yapılan çözüm sürecinde PKK’dan başka muhatap alınmaması sonucunda oradaki halkın çeşitli gruplardaki temsilcilerinin PKK tarafından süpürülmesidir. Ve Ak Parti iktidarı bu durumu düzgün okuyamadı. 1 Kasım seçimlerinde PKK’nın baskısına rağmen Ak Parti’ye oyların bir kısmı geri geldi, 16 Nisan’da büyük bir sıçrama yaşandı zaten… Şimdi asıl büyük sıkıntıya gelelim: PYD koridorunun oluşması… PYD koridoru oluşmasaydı bugün Kuzey Irak’ta referanduma gidilemezdi. PYD’nin bölgede güçlenmesi resmen Türkiye’nin Suriye politikasını esir aldı. Esed’in zalim olduğunu hepimiz biliyoruz, ama stratejik olarak söylenecek olan şu ki Suriye’de silahlı ayaklanmanın başlatılması ölümcül bir hataydı… Zaman içerisinde meyvesi alınacak politikayı uygulayamadılar, hemen sonuç istediler ve bugünkü manzara meydana çıkmış oldu. PYD orada koridor oluştururken Türkler yalnızca seyirci kaldı. Kobani meselesi çok güzel değerlendirilebilirdi, o da kaçtı. Orada bir hamle yapmış olsaydı Haleb’e kadar inerdi Türkiye, Kürtleri de arkasına almış olurdu; PYD koridoru da olmazdı. Batılı güçlere göre Türkiye bölgede orta güçte bir devlet, dolayısıyla elinde kullanabileceği pek fazla kart yok. Sultan Abdülhamid’i düşünelim; elinde 10 kart varsa, Batılıların elinde 500 kart vardı ama o bunu bildiği için hata oranını minimize edecek hamlelerde bulunuyordu ve bu hamleler ona en az 30 sene kazandırdı. Bugün biz ne yapıyoruz? Elimizdeki kartları bir bir yakıyoruz! Deneme yanılma metoduyla hareket edilmez. Yaz-boz tahtasına döndürdük devleti…
Devlet neden bütüncül bir politika üretemiyor?
Devlet bütüncül değil, çok fazla sızma yemiş de ondan… Zaten manevî bir ideale dayanan politikası olmayan devlet mi olur? Yok böyle bir şey. Devrim kanunları da sürüyor, anayasa da değişmedi, her şey aynı yerinde duruyor. Ulus devletin hasis bakış açısından çıkıp daha kapsayıcı bir devlet modeline yol açıcı bir anayasa değişikliği yapılamadı. Şimdi ise sert bir milliyetçilik politikası benimseniyor; bu bizi tuzla buz eder! Bu devlet bir imparatorluk bakiyesidir, imparatorluk yıkıldıktan sonra çekilebilecek en ufak noktaya çekilmiş topraklarda, Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından kurulmuş yeni bir devlettir; ancak devleti oluşturanlar kimlerdir? Müslüman teba. Devlet laik de olsa toplum Müslüman. Müslüman toplumu oluşturanlar kimler: Türkler ve Kürtler. Dolayısıyla aradaki bağı koparınca parçalanmaya doğru gitmek kaçınılmazdır. Bugün uygulanan politikalar, bunu önlemek bir yana dursun aksine destekleyen politikalardır. Demin, Sultan II. Abdülhamid’den bahsettik; onun döneminde siyasi idam diye bir şey yoktu ve izlediği politikanın önü ve arkası vardı. Ne zaman ki İttihatçılar geldi siyasi idamlar başladı. Devlet nazarında mühim olan adamlar bir anda idam sehpasına gönderildi. Aynı şekilde beraber yaşanılan toplumlarla bir anda kanlı bıçaklı olundu. Geçen CNN’de katıldığım bir programda iki tane belge gösterdim: birinde Barzani’nin dedesi Şeyh Abdüsselam’a 1912’de 4. Rütbeden Nişan-ı Osmanî veriliyor, aradan bir yıl geçer geçmez idam fermanı çıkıyor. İşte bugün yaşanan da bu çelişkiyle aynıdır; bir devlet böyle bir politika izlemez. Barzani ailesinin özellikle son tutumu, o İsrail bayraklarını sallanması vesaire bunlar da kepazeliktir ve asla kabul edilemez. İttihatçıların devleti rotasından çıkarması, pusulasız bırakması; mesela Arnavutlarla durduk yere savaş meselesinde olduğu gibi birbirine uymayan politikalar sergilemesi devleti 10 sene içerisinde dağıttı. Ne yazık ki ben Türkiye’de de 6-7 senedir böyle bir tutarsız politika görüyorum. Derin devleti oluşturan birtakım odaklar, devleti saçma sapan politikalara zorluyor. Bir sene önce ortak bakanlar toplantısı yapıyorsunuz, başka başka anlaşmalara imza atıyorsunuz; bir sene sonra da aynı kişilere savaş ilan ediyorsunuz… Rusya uçağı düşüyor, kanlı bıçaklı oluyorsunuz; bir sene sonra müttefik olunuyor… İran’la ilişkiler de aynı hakeza… PKK’yla masaya oturuluyor, sonra tekrar savaş, sonra tekrar masaya oturuluyor.  Bu çok tutarsız değil mi? Bunun sebebi günü kurtarmak için politika üretilmesidir; 3, 5 sene sonrası hesap edilmeden günün konjonktürü neyse ona göre hareket ediliyor. Böylece rüzgâra göre hareket eden gemi yer geliyor kayalara çarparak batıyor… Ülkenin içinde de böyle; bir bakıyorsunuz Ergenekon’dan tutuklananlar bir-iki sene geçiyor serbest kalıp kahraman ilan ediliyor! Daha düne kadar FETÖ iktidar ortağıydı, sonra çatışmalar çıkınca, nihayetinde aslında bir koalisyon tarafından yapılan 15 Temmuz darbe girişimi ile FETÖ tasfiye edilmeye başlandı vesaire… Çok çalkantılı bir durum var ortada… Demek ki ortada strateji yok, uzun süreli kriz yönetiminden eser yok… Ben Nisan 2012’de Yenişafak’da bir yazı yazmıştım, bugün de onu söylüyorum: Eğer Kuzey Irak Kürtleri Bağdat’tan koparsa, Irak hepten Şii tahakkümüne girer ve geçmişte yaşanan kötü durumlar tekrar yaşanır. Nedir bunlar; Sünni-Şii çatışması, ne yazık ki Sünnilerin toplu bir gücü de yok bu savaşta… Bu politikasızlıkta, bu basiretsizlikte elbette ki ecnebi faktörü de var. Türkiye’nin derin devleti ve istihbaratı çingene bohçasına dönmüş vaziyette, İngilizlerin, Yahudilerin vesaire yönlendirmeleri söz konusu…
Millî bir strateji niçin oluşturulamıyor?
Ülkede stratejik araştırma kuruluşları yaygınlaştırıldı, acayip paralar da akıyor buralara; ama ortada bir rapor dahi yok! Çünkü bu kurumlar da öngörüsüzlük üzerine kurulu. Birtakım ihtiraslı gençlerin, devlet kadrolarında yükselmeleri için kullandıkları bir sıçrama tahtası görevi görüyor bu kuruluşlar… İki sene önce bir dostumuz, bir gazeteye demeç vermişti ve orada demişti ki: Türkiye’ye geçmiş olsun! Şimdi de bunu mu dedirtmek istiyorlar bize? 2011 senesinden beridir diyorum ki, Türkiye, Kuzey Irak ve Suriye’deki “kimliksiz Kürtlere” bir kimlik kazandırsın. Daha o zamanlar Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, Beşşar Esed’e “Çek git!” tarzında diplomatik olmayan dille hitap ederken de ben dedim ki “Madem ortada diplomasi kalmadı, bu tarz muamele var, o zaman o bölgedeki Kürtler üzerinde de hak iddia edilebilir.” Bugün nasıl Türkmenler üzerinden konuşuluyor ya, aynen öyle. Bu hem Türkiye içinde hem de dışındaki Kürtler üzerinde müthiş bir sempati uyandırırdı. Televizyon kanallarında resmen bunları yalvararak söyledim. Bana o zaman yetkililerin verdiği cevap şuydu: “Arap muhalefetindeki gruplar, Arap milliyetçiliği saikiyle böyle bir desteğe sıcak bakmazlar”. O dönemlerde Arap muhalefeti liderlerine sordum bunu; neden Kürtlerle Türkiye’nin ilgilenmesine karşısınız diye… Bana verilen cevap şuydu: “Türkiye böyle bir teşebbüste bulundu da, biz mi karşı çıktık?” PYD de bu politikasızlık sebebiyle koridoru kurdu, tam bir aymazlık. DAİŞ Musul’da bir devlet ilan ederken neden sessiz kalındı? DAİŞ, Tel Abyad gibi noktaları tek kurşun atmadan PYD’ye bıraktığında neden ses çıkarılmadı? Oradaki Kürtlerin gönlü PYD’de değil. 1 milyona yakın Kürt Türkiye’ye göçtü, yine 400 bine yakını da IKYB’ye… Demek ki PYD orada, o kantonları kurduğunda Kürtleri temsil etmiyor. Biz hamasetle iş yürütmeye çalışıyoruz, ama sahada işler böyle yürümüyor. Son dönemlerde bazı kesimler “Biz Osmanlıyız, geri döndük” gibi söylemlerle de Batıyı korkuttular, böyle kopyalar verilmemesi lazımdı; çünkü gücümüz belli, biz orta güçte bir ülkeyiz, toplumsal fay hatlarımız var ve bu devletle uyuşmuyor. Hasılı Osmanlı’ya falan geri dönmedik. Sonra birtakım yanlış politikalar işlenince, İslâm’a fatura kesenlerce istismar ediliyor ve milliyetçiliğe yol açılıyor, bu çok tehlikeli.
Teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
 
Baran Dergisi 564. Sayı