“Arap Baharı” olarak adlandırılan dalga ile beraber Türkiye’nin dış politikada hareket sahasında bir genişleme oldu. Mısır ve Suriye meselesi ile beraber hem Türkiye’nin hareket sahasındaki genişleme, hem de Arap Baharı ile yaşananlar tersine döndü. Bu tersine dönmenin sebebi nedir sizce? Tabii bir de kim tarafından yapıldı ve kimin işine yarar?

Arap Baharı sürecini ben “Sünnî kabarma” olarak yorumluyorum. Arap Baharı süreciyle birlikte demokratik seçimlerin yapılma imkânı doğdu. Mısır, Libya, Tunus’ta gerçekleştirilen seçimlere baktığımızda, İslâmî tonu belirgin olan grupların siyasî ve toplumsal sahada daha güçlü hâle gelme durumu ortaya çıktı. Bu durum çok kişiyi rahatsız etti.

Bu durumdan rahatsızlık duyanlar, bölgedeki gayrimüslim azınlıklar, bölgedeki Müslüman azınlıklar, bölgedeki ideolojik azınlıklardır. Çünkü “Sünnî kabarma” diye adlandırdığım bu süreç siyasî ve toplumsal alanda güçlenirse, uzun süre aktif kalıyor. Bunun örnekleri var; Abbasîler, Emevîler, Selçuklular ve Osmanlılar… Bu uzun iktidar dönemlerini bildikleri için bahsettiğim azınlıklar bu yapının güçlenmesinden rahatsız oldular. Bir de Ortadoğu’da mevcut sadece adı cumhuriyet olan ve devlet aygıtını elinde tutan kesimler ve bölgedeki krallıklar da bundan rahatsız oldular.

En önemlisi, bölgede bugüne kadar bir sistem kurmuş ve yine bölgede kendisine ortaklar bulmuş küresel-dış güçler bundan rahatsız oldular. Çünkü yerel dinamikler siyasî ve toplumsal alana hâkim olursa bunların bölgeye girmesi daha da zorlaşıyor. Bunun yerine bildikleri bir diktatör ile çalışmak daha çok işlerine geliyor.

Aslında, bu sadece Türkiye’nin dış politikasıyla alakalı değil… Sürecin sonunda zarara uğrayacaklarını gördüler ve Arap Baharı’nı bir sonbahara çevirmeye çalıştılar. Bu geriye dönüşün göstergelerinden birisi Mısır’da yaşanan darbedir. Suudî Arabistan’ın, emirliklerin, krallıkların bu darbeyi desteklediklerini unutmayalım. Aynı şekilde Sisi, Avrupa’da kırmızı halılarla karşılanmıştır. Bir de Suriye’deki olayın çıkmaza girmesi çok ehemmiyetli. Bunu sadece bu iki hamle ile yapamayacaklarını anladılar ve bölgede başarı gösteren bir devlet örneği olmasının da önüne geçtiler. Yerel dinamikleri içinde barındıran başarılı bir örnek ortaya çıkarsa bu toplumsal mobilizasyonu daha da güçlendirir. Türkiye bu örneği sunuyordu ve bu durumun ortadan kaldırılması gerekiyordu.

Türkiye ile Mısır’ın yakınlaşması Batı’ya karşı yeni bir cephenin açılmasına sebep olur muydu?

Türkiye ve Mısır’ın yakınlaşması da bazılarını rahatsız etti. Mursi’nin iktidara gelmesi ile birlikte ilk yaptığı işlerden biri Doğu Akdeniz’in mevcut statüsünü bozacak hareketlerdi. Gazze’yle sınır kapısının açılması, doğalgaz konusunda Yunanistan ve Rum kesimi ile imzalanan anlaşmaların lağvedilmesi ve Türkiye ile yeni bir anlaşma sürecine girmesi… Bu Ortadoğu’daki Sünnî kabarmayı hem burada hareket edemeyecek duruma getirmeli, hem de dünyada kötü bir imaj oluşturmaları gerekiyordu. Bu imajı da IŞİD üzerinden yaptıklarını düşünüyorum.

Suriye, Mısır ve Türkiye üçgeninde yaşanan bu karışıklıktan sizce en çok kim faydalanmaktadır?

Türkiye’nin işine yaramadığı kesin. Bu istikrarsızlık durumu bölgede hâkimiyetini sürdürmek isteyen otoriter rejimlerin tümünün işine yarar. Bu olağanüstü durumlar sayesinde otoriter yönetiminizi güçlendirebilirsiniz.

En önemlisi ise bu karışıklık İsrail’in işine yarar! Ortadoğu’da gelinen duruma bakarsak, İslâm ve Arap dünyası tamamen paramparça; her geçen gün etnik ve mezhebi ayrılıklar ve çatışmalar daha da derinleşiyor. Bugün bölgedeki en rahat başkent ise Tel Aviv…

Bölgede yaşanan tüm hadiseleri köşelerine çekilip izlediler…

Büyük bir zevkle izlediler. Eğer bugün Suriye’deki cepheler bir araya gelse ve “biz anlaşıyoruz, yorulduk. Yeni bir Suriye inşâ edeceğiz” dese, bölgedeki bazı devletler ve küresel devletler “biz o kadar harcama yaptık, kafanıza göre yeni bir Suriye falan inşâ edemezsiniz” derler.

Yani Suriye’de amaç çözümsüzlük mü?

Tabiî, Suriye halkının iradesi ellerinden alındı. İran ve Suudî Arabistan hâdiselerin çok içine girmiş durumda. Türkiye sorunu ötelemeye çalışıyor. İsrail ise Esed’i de muhalifleri de düşman olarak görüyor ve iki düşmanının çatışmasını büyük bir zevkle izliyor. İsrail, Ortadoğu’da yaşanan mevcut karışıklığın bu düzeye gelmesinden yararlanarak Gazze’de, Kudüs’te, Batı Şeria’da Müslümanlara saldırmaya başladı.

Bundan aylar önce Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’da mihraba saldırmışlardı. İslâm dünyası ve Arap dünyası birlik olsa böyle bir tavır takınabilirler miydi? İslâm dünyası ve Arap dünyasının parçalanmış durumundan faydalanarak “ne kadar ileri gidebiliriz?” diye zamanın nabzını yokluyorlar.

Bu zulüm nasıl son bulur?

Açıkça söylemek gerekirse, Avrupa üzerinden bir okuma yapıyorum ve pek ümitvâr değilim. Ortadoğu’nun Ortaçağlaşan bir sürece doğru gideceğini düşünüyorum. Gelmiş olduğumuz durum son nokta değil. Ortadoğu’daki devlet ve toplumların birbirine karşı oluşan kini ve her grubun da kendisine bir şekilde destek bulmasını göz önünde bulundurduğumuzda sürecin Ortaçağ Avrupası’na benzer bir hâle evirileceğini düşünüyorum.

Yaşanan hâdiselerin en başta İsrail’in işine yaradığını söylediniz. Bugün siyasî itiş-kakış içerisinde gündem sürekli değişirken resmin bütünü bir türlü görülemiyor. İsrail’in adı hiç geçmiyor. Bunun sebebi nedir?

Söylemek istemezdim; ama bu durum İsrail’in politikalarında çok başarılı olduğunu gösteriyor. Bunun sebebi direkt olarak İslâm dünyası ve Arap dünyasındaki önceliklerin çok farklı olmasıdır. Ortadoğu’daki devletlerin meşruiyeti yok ve çok zayıf… Bu açıdan Ortadoğu’daki yönetimlerin birinci önceliği baştaki kişiyi korumak, ikinci öncelik rejimi korumak, üçüncü öncelik baştaki aileyi korumak, dördüncü devleti ve son olarak halkı korumak… Hatta bazen halk diğer dört öncelik için tehdit oluşturuyor. Mevcut meşruiyet yoksunu yöneticiler olduğu müddetçe bu sorun devam eder ve İsrail ile diğer küresel güçler bundan faydalanırlar. Yönetim anlamında meşruiyet sorunu yaşayan yöneticiler dış menşeili meşruiyet ve destek arayışına giriyorlar. Bu desteği aldığınız andan itibaren dış güçlerin manipülasyonuna açık hâle geliyorsunuz. Ortadoğu’nun temel sorunu bu…

Düşünün; Sisi’nin tek başına ayakta kalma ihtimâli var mı? Tabiî ki yok. Suudî Arabistan’ın parasını alıyorsanız, Suudların manipülasyonuna maruz kalırsınız ve hatta kimi zaman paralı askerliğini yaparsınız. Küresel anlamda Batı’dan destek alıyorsanız, İsrail’in güvenliğini korumak zorundasınız. Bugün Sisi için Gazze’nin güvenliği mi daha önemli, İsrail’in güvenliği mi?

Nükleer müzakereleri çerçevesinde ABD ile İsrail arasında bir gerilim var ve bu süreçte İsrail, Rusya ile yakınlaştığını gösterecek bir takım adımlar attı. Bu çerçevede Rus-İsrail ilişkileri?..

İsrail hemen hemen herkesle çalışıyor. Avrupa, ABD, Rusya, Mısır, Suudi Arabistan… ABD ile İsrail arasında Obama döneminde bazı görüş farklılıkları var; ama sadece görüş farklılıkları, temelde bir farklılık yok. ABD yönetimi yine İsrail’in güvenliğini önemsiyor; fakat “bu şekilde hareket edersek sizi daha iyi koruyabiliriz” diyorlar. Sadece bir görüş farklılığı… ABD’nin İsrail’e verdiği desteği kimse veremez. Suriye meselesinde İsrail’in hiç konuşulmadığını görüyoruz; fakat devrede olduklarını Netenyahu’nun Suriye topraklarında karşı karşıya gelmemek için Moskova’da Putin ile görüşmesi gösteriyor. Rusya, askerî olarak Suriye’de kendisini daha görünür kıldı. Bunu yaparken İsrail ve ABD ile karşı karşıya gelmemek konusunda anlaştılar. Kırım’da askerî diyaloğu kesmişlerdi, Suriye konusunda bunu tekrar devreye soktular.

Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi ile birlikte Suriye meselesi hangi mecraya doğru kıvrılacaktır, ileride nasıl bir sonuç ortaya çıkacaktır?

Rusya’nın müdahalesi Suriye meselesini beş kat daha karmaşık hâle getirdi. Suriye meselesinin çözümü noktasında bir müdahale bizim için önemli; fakat bu müdahale çözüm odaklı değil. Hatta çözümsüzlüğü daha da artırdı. “Esed’i ayakta tutmaya çalışıyorum” diyor ve rejime destek veriyor. Aslında Rusya’nın buradaki amacı Esed üzerinden kendi çıkarlarını korumaktır. Esed’in varlığı üzerinden bölgedeki çıkarınızı korumaya çalışmanız Ortadoğu’daki radikalleşmeyi daha da artırır ve hatta ılımlı muhalefeti de radikalize eder. Rusya’nın burada varlığı, uluslararası olarak diğer devletlerinde burada daha fazla varlık göstermesini beraberinde getirir. Suriye’deki insanların iradeleri ellerinden alınmıştır derken bunu kastetmiştim.

Suriye’de çözümü istediğini söyleyen devletler harekete geçmiyorlar ve Esed’i destekleyenler her türlü gücü kullanarak rejimi ayakta tutmaya devam ediyorlar. Bu da çözümsüzlüğü beraberinde getiriyor.

Bugün yaşanan hâdiselerin Doğu Akdeniz’de bulunan zengin doğalgaz yatakları ile alâkası nedir?

Tek bir noktaya indirmek doğru değil, birçok nokta olduğunu göz önünde bulundurmak lâzım. Kırım meselesi çok önemli burada. Rusya’ya uygulanan ekonomik ambargonun ve petrol fiyatlarının düşmesinin Rusya’yı ne kadar zor bir duruma düşürdüğünü biliyoruz. Bundan en çok zararı petrol üreten ülkeler ve Rusya zarar gördü. Doğu Akdeniz’in iki özelliği var, yeni enerji kaynakları ve enerji hattı olması… Yani enerji merkezi… Rusya “siz bana ambargo uygulasanız bile ben Doğu Akdeniz’deki enerjiyi kullanımınıza bırakmayacağım” mesajı da veriyor. Ortadoğu’da gerginlik ne kadar artarsa Rusya o kadar kârlı çıkıyor; çünkü enerji fiyatlarında artış oluyor. 1991, 2003, 2008 yıllarında petrolün tavan yapması Rusya’ya ciddi derecede kâr sağlamıştı. Bu tek neden değildir; fakat nedenlerden birisi olarak söylenebilir.

Fransa’nın öncülüğünü yaptığı Akdeniz Birliği meselesi vardı, bu proje ne oldu?

Arap Baharı öncesinde bahsediyorlardı. Avrupa Birliği’nin genişlemesi ile alakalı bir şeydi. Doğu Avrupa’da Avrupa Birliği genişlerken Almanlar genişlemiş oldu; Fransa da “Akdeniz’de ve Kuzey Afrika’da gücümüzü artırabilir miyiz?” diyerek bunu ortaya atmışlardı. Arap Baharı, bunu altüst etti. Şu anda birinci öncelikleri mülteciler.

Mülteci meselesinin bu kadar öncelikli olması, Avrupa’yı çok büyük sıkıntıya sokacağından mı?

Demek ki 2 milyon insan Avrupa’ya gitse millet ayağa kalkacak; Türkiye bugün 2 milyonun üzerinde insana ev sahipliği yapıyor. 19. Yüzyılın ikinci yarısından beri devam eden bir süreç bu. Geleceksiniz bu bölgede insanlarla değil, sadece yer altı ve yer üstü kaynaklarıyla ilgileneceksiniz. Uzun süren sömürünün neticesi bu... İnsanlar da “madem öyle biz de size göç ederiz” diyor. Uğraşsın dursunlar şimdi.

Ama Türkiye de dış politikada köşeye sıkışmış durumda…

Türk dış politikası ciddi meydan okumalarla karşı karşıya… Bir kısım insanlar “sıfır sorundan sonsuz soruna geldik” diyor. Hâlbuki bunlar Türkiye’nin takip etmiş olduğu dış politikanın neticesi olarak yaşanmıyor. Ortadoğu’da jeopolitik kırılmalar meydana geliyor. Sadece Ortadoğu’da değil, dünyada da jeopolitik kırılmalar yaşanıyor. Ukrayna meselesi bir jeopolitik kırılmadır. 5+1 ile İran’ın anlaşması bir jeopolitik kırılmadır. Suriye’de yaşananlar da öyledir. Yakın çevremizde yaşanan bu jeopolitik kırılmalara Türk dış politikası refleks veriyor. Türkiye’nin komşuları ile arası iyi değil; ama İran’ın hangi komşusuyla arası iyi, Irak’ın, Suriye’nin hangi komşusuyla arası iyi? Ortadoğu’da hangi ülkenin hangi komşusuyla arası iyi? Bu resme baktığımızda daha iyi yorumlayabiliriz. Türk dış politikası ciddi meydan okumalarla karşı karşıya ve bu meydan okumaları savuşturmak bir olmaktan geçer. İç bütünlüğü güçlü tutmalıyız.

Türkiye’de hem iç, hem de dış politikada bir idealsizlik durumu mevcut…

Beni de korkutan o… Yabancı basın “Türkleri Nobel de, terör de bir araya getiremedi” dedi. Bu doğruydu aslında. Maalesef siyasî rekabeti demokratik ülkelerde olduğu gibi yürütmüyoruz ve böylece hepimizi ilgilendiren meselelerde ortak tavır sergileyemiyoruz. Ayrım yapmadan söylüyorum, siyasetçiler bu başarıyı gösteremediler. “Kendi siyasi rakibim zarar görsün de, ülke de zarar görse fark etmez” diyen zihniyetin bir an evvel ortadan kaldırılması lazım.

Teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ediyorum.