Tarımdaki durumumuz gıda fiyatlarındaki fahiş artışların ardından sıkça konuşulmaya başlandı. Devlet bu konuda bir takım çalışmalar yapıyor. Bu çalışmaları yeterli buluyor musunuz?

Mesele memleketin geleceği ve memleketin geleceği sorununu üç ayda çözemezsiniz. Memleketi ne kadar sürede batırdıysanız o kadar sürede çözersiniz. Türkiye’nin ziraatı 1930’lu yıllarda batmıştır. 1930’larda bozmaya başladılar. 1940’ta bu iş hızlandı. 1950’lerde Menderes döneminde iyice içine ettiler. Türkiye’nin Tarım Bakanı vardı Bahri Dağdaş, mason, hani şu Refah-Yol döneminde oğlu milletvekilliği yaptı Gürcan Dağdaş, onun babası... Irzına geçti; Amerika’ya teslim etti Türkiye’yi. Ondan önce 1940’larda CHP’nin tarım politikaları hakeza öyleydi. O gün bugün bir daha biz dikiş tutmadık. Mehdi Eker’le de iyice tüy dikti. Ak Parti iktidara geldiğinde Türkiye’nin ne kadar küçükbaş hayvanı vardı... Şimdi “yüz milyon küçükbaş hayvan üreteceğiz” diye uğraşıyorsun. Arkadaş zaten yirmi sene önce senin yüz milyon küçükbaş hayvanın vardı. Sen yirmi sene önceki hedefleri tutturmaya çalışıyorsun. Neyle yapacaksınız? Kim güdecek yüz milyon hayvanı köyde? İnsan yok ki...

Nasıl çözülecek bu sorun öyleyse?
Önce eğitim politikasını değiştirmeniz lazım. Eğitim politikasını değiştirmeden, kırsaldaki insanları üniversite mezunu yapma salaklığından vazgeçmeden asla bu işi çözemezsiniz. Kırdaki insanları, asgarî ücretli köleler haline getirmekten vazgeçmediğiniz müddetçe siz asla ziraat meselesini çözemezsiniz. Bakın, dünyanın en iyi makinelerine de sahip olsanız, ziraat insanla yapılır. Makine işi kolaylaştırır sadece. Makineyi kullanacak olan insan... Onu planlayacak olan da insan. Robotlarla her işi yapabilirsiniz ama tarımı yapamazsınız. Uzaya gidebilirsiniz robotlarla, bilgisayar yazılımı da yaptırabilirsiniz robotlara; ama her şartta planlamayı insan yapar.

Bizim ziraat mühendislerine, gıda mühendislerine, veterinerlere ihtiyacımız yok. Bütün bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Bir ilçede tek bir veteriner yeter. O da salgın hastalıklar konusunda yardımcı olmak ve devleti haberdar edip önlem almak içindir. Salgın hastalıklar olmadığı müddetçe hayvanlar hastalanmaz. Hayvanları ancak kötü şartlarda bir araya getirir ve sentetik beslerseniz hastalanırlar. Bir köyde otuz-kırk yılda bir hastalık görülür. Orada da hayvanları meraya, dağa salarsanız hayvan nerede olduğunu ve ne yiyeceğini bilir. Hayvanı salarsınız, beş kilometre uzaklıktaki otu bilir, bulur, yer ve hastalığını giderir ama hep ağılda bağlı kalmış bir hayvan nereden bilsin?

Hangi usulü takip ederlerse etsinler, geleneğe dönmeden bu işi çözemezler. Modern ilahiyatçılar fıkhımızı çözdüler mi? Modern mimarlar çözdüler mi? İşte ziraat de aynı şekilde. Tarım da ziraat mühendisleriyle ya da masa başı bürokratik planlamalarla çözülemez.

Nasıl politikalar üretilmesi gerekiyor?
Politika üretimi, tepeden tırnağa düşünülecek bir meseledir. Sadece holding filan kurarak olacak bir şey değil. Bir kişinin “toprağın tapusu benim, istediğimi yaparım, ister ekerim, ister ekmem” diyebilmesi mümkün değil. Devletin, ekmeyenin elinden toprağını alması gerekir. Mülkiyetini almaz. Alır, işletmesini başkasına verir. Yüzde onunu da sana verir. “Beğenmiyor musun yüzde onu? Ek o zaman toprağını kardeşim. Ekmiyor musun? Alırım ben o zaman senin toprağını.” der.

Toprak millî sermayedir. Toprağın altından altın çıksa, petrol çıksa, su çıksa bir kişi “bu toprak benim, altı da üstü de benim” diyebilir mi? Hayır diyemez. Yerin altı ve üstü devlete aittir. El koyar devlet bunlara. Bunun karşılığında size de pay verir, bu ayrı bir şey. Bu ülkenin toprak politikası yok, su politikası yok, bu ülkenin tohum politikası yok, bu ülkenin baştan sona ziraat politikası yok.

Teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.

Baran Dergisi 641. Sayı