Mübarek Ramazan ayına giriyoruz. Her sene olduğu gibi bu sene de Ramazan’ın mânâsına, orucun ehemmiyetine dâir birçok kişi konuşacak. Cenab-ı Hakk’ın muradına uygun şekilde Ramazan-ı Şerif’i nasıl idrak etmemiz gerekir?
Sevgili peygamberimiz, “es-Savmü cünnetün/Oruç kalkandır” buyurmuş.
Bizi kötülüklere karşı koruyan bir kalkandır. Cehennem ateşine karşı bir kalkandır.
Her zaman cömert olan sevgili peygamberimiz, Ramazan ayında daha cömert olurmuş. Hatta devamlı esen ve her şeye faydalı olan ve her şeyi etkileyen tatlı rüzgârdan daha cömert olurmuş. (Buhari, savm, hadis 1795, 1807)
Oruç, kavgasız, küfürsüz, herkesin birbirleri hakkında iyilikler düşündüğü, zekât, sadaka, fitre sebebiyle kasalar arasında yardımlaşmaların yapıldığı aydır.
Bu gün insanımızı rahatsız eden sesler: Çok yiyen kapitalistlerin geğirtisi ile iradesi dışında aç kalan bir kısım komünistlerin karın gurultusudur.
Mümin insan on bir ay bedenini çeşitli nimetlerle beslerken bir ay onu bakıma alır.
Çok yemediği için geğirti, kendi iradesiyle aç kaldığı için karın gurultusuyla insanları rahatsız etmez.
Yaz boyu meyve veren ağacın daha iyi meyve vermesi için bakıma alındığı, dallarından budandığı gibi Müslüman insanda kendi arzu ve isteklerini disiplin altına alır.
Helal olan yiyecek içecek ve ailesiyle olan cinsi temasını şafak vaktinden güneş batımına kadar kendisine yasaklayarak bedeni isteklerini, yalan, iftira ve gıybetten uzaklaştırarak nefsinin isteklerini gemler.
Yaz mevsiminin yakan sıcağında bir bardak su, kışın donduran soğuğunda bir bardak çayı midesine değil, azan azdıran nefsinin kabaran istekleri üzerine dökerek cehennemdeki ateşini söndürür.
Gül ağacının özünde sakladığı rengi kokuyu tazeliği ve harika sanatı Rabbimiz bilmektedir. Ancak bütün bu güzelliklerin açılıp saçılmasını ister. Gül açılınca kokusundan bizler yararlanırız.
Gül güzellik iddiasında bulunmaz. O güzelliğini mahcup bir eda ile sergiler.
Gül tevazu gösterince Rabbim gülün güzelliğini bülbülle âleme ilan eder.
Mü’min de özünde sakladığı imanını Oruç gibi ibadetlerle sessizce sergilerse Rabbimizde o mümini meleklere överek ilan eder.
Dostlar arasındaki hediye, gönüldeki muhabbetin şahididir. Oruç da imanın çiçeğidir.
Peygamber efendimiz (“Ramazan orucu iki ramazan ayı arasındaki küçük günahları örter.” (Müslim K. Taharat) buyurmuştur.
Bu şehirde gasp, soygun, kapkaççılık yapanların sayısı, kazanan, kazandığını Allah için dağıtan, fakire, yetime, hastaya, öğrenciye yardım edenin sayısının yanında on binde bir olamaz.
Yine bu şehirde fuhuş yapanın sayısı, iffetli insanların sayısı yanında on binde bir olamaz.
Her nedense insanlar, kötülerin sayısını artırmaya, onları gündemde tutmaya farkında olmadan yardım etmekteler.
365 gün doğan güneş dikkatimizi çekmez ama üç dakikalığına tutulan güneş herkesi kendisine baktırır.
Üç dakikalık güneş tutulması 262800 dakikalık güneş doğması yanında ne ise suç işleyenler de o kadardır.
Sağdan olsun, soldan olsun, İslamcı olsun, inançsız olsun kim olursa olsun suç işleyenleri açıklayarak suçu önlemek mümkün değil. Yüzsüzleştirmeyi sağlarız.
Şimdi biz, bu günden itibaren çevremizde oruç tutmayanlardan tanıdıklarımızı tatlı dil, güler yüz, bal gibi söz ve yanan yürekle ziyaret ederek Pazartesi günü oruç tutmalarını sağlayacağız.
Suçlu suçsuz, hepimiz ana rahminden kabre kadar süren yolculuğumuzda ana sütüyle gıdamızı almaya başlıyoruz. Allah (c.c.) bizim azığımızı ananın göğsünden, ağacın çiçeklerinden, toprağın içinden süzerek veriyor. Servi boylular Allah’a şükrederken servi boyu var edene namazda bel bükerek boyun eğerek teşekkürlerini arz etmeliler.
On bir ay bize hava, su ve yiyecek veren Rabbimize teşekkürümüzü arz etmek, rahmetine ğark olmak için Ramazan ayında şafak vaktinden gün batımına kadar yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden uzak dururuz. Hasta iken sıhhatin kıymetini öğrendiğimiz gibi, açken yemek ve içmenin değerini daha iyi anlıyoruz ve aç insanların durumunu içimizde yaşayarak yardım elimizi uzatıyoruz.
“Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler” diyen kapitalist oburlara fakirlik ve açlık üzerine on kitap okutacağınıza bir gün aç bırakın fakirin halini daha iyi anlarlar.
Ramazan ayı boyunca verilen zekât ve sadakalarla kasalardan keselere para, yiyecek ve giyecek nakliyle yardımlaşma meydana gelirken bu yardımlarla cennete doğru birde köprü kurulmuş olur.
Gönüller ve mideler arasına atılan dostluk köprülerinden cennete geçilir.
Ramazan ayı bizim temizlik ayımızdır. Namazlarımızla, orucumuzla, zekât ve sadakalarımızla günahlardan, çok yemeden doğan bedeni rahatsızlıklardan arınırız. Efendimiz: “Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz” buyurur. (Mecmeu-z-zevaid 3/270) Zekâtla, malımız içindeki fakirin hakkını vermekle malımızı temizlemiş oluyoruz.
Sabahın seherinde milyonlarca insan top sesleriyle uyanıp, akşam gün batımın da ezan sesiyle iftar yaparak milli birliğin, dini birlikten geçebileceğini âleme i’lan eder. Cumhurbaşkanından dağdaki çobana kadar Müslüman milletin tamamının aynı his ve heyecanı tatması ancak Allah’ın emrinde birleşmekle olacağını herkese gösterir.
Parlamentonun çalışma saatini iftara göre ayarlaması,
İrtica dosyası görüşenlerin çoğunluğunun oruç tutması,
Şarkıcı ve türkücülerin programlarını ramazana göre ayarlaması,
Çok satan gazetelerde ramazan günü öğle yemeğinin çoğunun kazanda kalması,
Teravih namazlarında camilerin dolması, hatta avluya ve sokaklara taşması, Meyhanelerin “Ramazan nedeniyle kapalıyız” levhası asması,
Hayat kadınlarının çoğunluğunun oruç tutması,
Türkiye üzerine kafa yoran, ateizmi/gâvurluğu yaymaya çalışan şeytan ve şeytanlaşmış insanların ümidini kırıyor ve elini kolunu bağlıyor.
İmandan ayırılmış, çağdaş, laik, seküler eğitim sonucunda can ve mal güvenliğinin kalmadığı, büyük şehirlerin bulvarlarında mafya hesaplaşmalarının yaşandığı, şehrin göbeğinden insanların kaçırıldığı bir ortamda polis kayıtlarına göre en az olayın Cuma günü olması, en az olayların Ramazan ayında olması can ve mal emniyetinin imanî eğitimden geçtiğini bize göstermektedir.
Şafak vaktinden gün batımına kadar kendi helal kazancına bile el uzatmama eğitiminden geçen bir Müslüman, başkasının malına hiç uzatamaz. Hazineyi hortumlayanlar eğitimsiz insanlar değiller ama İslâmî eğitim almamış insanlar.
Sahurdan iftara kadar kendi eşine uçkur çözmeme eğitiminden geçenler, başkasının namusuna göz dikmezler.
Günümüzde namusları ayaklar altına alanlar, fuhuş ticareti yapanlar en az iki dil bilen insanlar. Dilden anlarlar ama halden anlamazlar.
Orucun ay takvimine göre yapılması ve orucun 36 senede bütün mevsimleri ve ayları dolaşması dünyanın her tarafındaki mü’minlerin hem yaz, hem kışta oruç tutmalarını ve hem eşit olmalarını, hem de birlikteliklerini sağlamaktadır.
 Öyle ise haydin oruca.
Bir Ramazan’a daha girerken dünyanın dört bir tarafında Müslümanlar zulüm altında... İslâm Âlemi’nin bu hâle gelmesinin sebebi nedir? Bu durumdan nasıl kurtulabiliriz?
Medine’de Ramazan orucu farz kılındığında Mekke’deki Müslümanlara Müşriklerin acımasız baskısı devam ediyordu. Onların acılarını ta yüreklerinde hissediyorlardı ama yüreklerine taş basmak yerine Rabbin ayetlerini bütün hücrelerine sarıyorlardı.
Rabbim de o Sevgili peygamberimizin etrafında yıldızlar gibi hem ışık alıp hem ışık saçan ashabı kirama Mekke’yi fethetmeyi nasip etti.
Acılar bizi ibadetten uzaklaştırmadığı gibi Allah’a yaklaştırmaya ve Müslüman kardeşlerimize yardıma koşturur.
Ramazan ayında verilen zekâtlar, sadakalar, fitreler ve fidyeler hem ülkemiz Müslümanlarına hem ülkemiz dışındaki Müslüman kardeşlerimize yardım ayıdır.

Bir yazınızda şirkin en büyük tehlike olduğundan dem vurdunuz. Bugün toplumumuzda “Mekkeli müşrikler” gibi heykellere tapan insanlar görmüyoruz belki; fakat heykellerin yerine paraya, güce, insana tapan insanlar türedi. Toplumumuzun bu hâli ile o dönemin cahiliye toplumu arasında, şirke düşmek bakımından  ne gibi farklar ve ne gibi benzerlikler var?
Dünyanın neresinde olursa olsun, ne kadar büyük işkenceler yapılırsa yapılsın, hiçbir zulüm büyüklükte şirki geçemez.
Her türlü işkence ve eziyetin başı şirktir. Hapishanelerde olsun, karakollarda olsun ve daha diğer müesseselerde yapılan eziyetler; fuhuş, soygun, adam öldürme, köşe dönme, uyuşturucu ticareti gibi kötülükler, şirk kanunlarının dünyayı kuşatmasından kaynaklanır.
Bataklık gibidir. Her türlü sineğin, mikrobun, pisliğin ve pis kokunun ürediği yerdir şirk.
“Şirk” ile “şirket” kelimeleri aynı kökten gelmektedir. Şirket, ticari bir müessesede, birden fazla kişilerin hisseleri oranında söz sahibi olmasıdır.
Şirk ise, bu âlemde Allah’tan başka hak ve yetkilere sahip ilahlar edinmektir. Yani “Yarabbi, evet, sen varsın, birsin, bu kâinatı ve bu âlemi yarattın ama biz senin çağdışı kanunlarına değil, şu adamın, kanunlarına uyacağız” dedi mi, işte bu şirktir. Onun kanunlarına uydumu da artık ondan sonra meydana gelecek bütün pislikler, o ortak koşma neticesi olarak meydana gelir.
Kâinatı yani evreni Allah’ın yarattığına inanır, tabiat kanunlarına güvenir, dünya yaratıldığına yaratılan suyun karışımına çağdışı demez, biz bu çağdayız ve bu çağa uygun su isteriz diyerek oksijeninin artmasını istemez ve tabiata dönmeye çalışır, ama tabiatı yaratan ve hiçbir tabiat kanununda eksiklik yapmayan Allah’ın kitabında kusur bularak aklının kusurunu ilan eder.
Rabbimiz buyurur:
Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: “Oğulcuğum, Allah’a ortak koşma, şüphesiz ortak koşmak, büyük bir zulümdür.” (Lokman süresi, ayet 13)

Bugün en önemli problemlerimizden biri de Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat düşmanı birçok fırkanın türemesi ve itibar görmesi... Birçok gencimiz itikadî zayıflıktan ötürü bu sapıklıklara meylediyor. Bu sorunun üstesinden nasıl gelinebilir? Ayrıca, Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat yolu niçin ehemmiyetlidir?
 “Ehli Sünnet” i yanlış anladığımızdan kaynaklandı son günlerdeki tartışma.
Bizimkiler, “Biz ehl-i sünnet değiliz, Müslümanız” derken, bilgisizliğini ortaya koymuş oldular.
İran’da bir Molla, “Ben ehl-i sünnet değilim” diyemez.
Çünkü Hazreti Ali, cennet delikanlısı Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin ehl-i sünnetti.
Ashabı Kiramın tamamı Ehl-i Sünnetti.
İmam Ebu Hanife Ehli Sünnetti, İmam Cafer Sadık, Ehl-i Sünnetti.
Mezhep imamlarının hepsi Ehl-i Sünnetti.
Bu gün birçok insanımız Ehl-i Sünnet deyince İmam Ebu Hanife’yle veya İmam Şafii ile sınırlandırdığından kaynaklanır yanlışımız.
Allah celle celalühün kitabı Kur’an-i Kerimi ve Sevgili Peygamberimizin sünnetini esas alan herkes Ehli Sünnettir.
Kur’an ve Sünneti inkâr edenin İslam’la alakası kalmaz.

Milletin imânını ifsad maksatlı taarruzlara maruz kalırken, birçok “hoca”nın televizyonlarda, radyolarda ve gazetelerde itikadî değil de amelî meselelerin üzerinde durmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Niyetlerinin ne olduğunu bilemiyorum ama yeni söylenen hiçbir şey yok.
1400 yıl içerisinde bu sapıklıkların hepsi söylemiş, cevapları verişmiş, “Dinler ve Mezhepler” adı altında yayınlanan kitaplarda karantinaya almışlar.
Bu tür sataşmalar, denize atılan kirli bir taş gibidir, düştüğü yerde dalgalanmalar meydana gelir ama biraz sonra o dalga da yok olur. Denizi kirletemez.
“Kurbağa sesiyle göl bulanmaz” demişler.
Ben hep iyimserim ya bunun da hayırlı bir tarafını gördüm. Gece son saate kadar yanlışları dinleyen cemaat, sabah namazında veya öğle namazında “yahu hocam, bu gece sapığın biri şöyle diyordu” diye soruyu soruyor, imam da “İnanma onlara” diyor ama eve varınca kitaba bakıyor ve doğru bildiği şeyin kaynaklarını da araştırıp buluyor.
Bu çağ, İslam’ın Yükseliş çağıdır. Dünyanın doğum sancısı biraz ağrılı geçecek ama bir zaman sonra bulanıklık gidip her şey durulacak inşallah…
Baran Dergisi 491. Sayı