Okuyucularımızın tanıması açısından, “Şükrü Sak kimdir?” diye soralım ?..
Evet, Marmara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu (şimdiki İletişim Fakültesi) Radyo-TV Bölümü mezunuyum. Yirmi yıldır gazetecilik yapıyorum. Büyük Doğu-İBDA çizgisinde yayınlanan; Haftalık Taraf, Akıncı Yolu, Yeni Nizam, Aylık ve Haftalık Baran dergilerinde; Muhabir, yazar, idareci ve Genel Yayın Yönetmeni olarak görev yaptım.
28 Şubat sürecinde?..
O dönemde aynı çizgide yayın yapan “Akıncı Yolu” ve “Akıncı Yol” dergilerinin Genel yayın yönetmenliğini yapıyordum…
 O dönemde bu dergilerden dolayı ceza alanlar oldu mu sizden başka?..
Evet, çok ceza alan oldu, hemen ilk aklıma gelenler, “Akıncı Yolu” dergisi Yazıişleri Müdürü Yahya Yıldırım, “Akıncı Yol” dergisi Yazıişleri Müdürü Ali Acar, Haftalık Taraf ve Akıncı Yol çalışanı Salih Sevim, Yunus Vanlıoğlu, Sinami Orhan, Hayrettin Soykan, Burak Çileli, Akıncı Yol yurtdışı temsilcisi Mustafa Fişenkçi, bu süreçte uyduruk gerekçelerle ceza alanlardan bazıları… Bunlardan Yahya Yıldırım, hukuk tarihinde görülmemiş bir şekilde iki defa (evet 2 defa) “Örgüt üyeliği”nden ceza aldı. Kimse de, bırakın diğer hususları; “bir örgüte iki defa nasıl üye olunur?” diye sormadı bile maalesef. Ali Acar ise müebbet hapis cezası aldı. Bunlar halen cezaevindeler. O dönemde yargılamaların nasıl yapıldığı bugün artık herkes tarafından bilindiği için detaylara girmiyorum…
Siz neden ceza aldınız?..
Ben de “örgüt üyeliği”nden ceza aldım. Fark şu ki, benim cezam 28 Şubat sürecinden 13 yıl sonra Yargıtay tarafından onaylandı.
“Gözaltında İşkence” Resmi Devlet Politikası Olmuştu
Peki bunların hiç mi suçu yok, hiç mi bir olaya karışmamışlar?..
Bence yok… Bunu söylüyorum, zira o dönemler, “gözaltında işkence” adeta resmi bir devlet politikasıydı, ben de defalarca gözaltına alındım, oradan biliyorum. Gözaltına alınan herkese işkence ile bir takım ifadeler imzalatılıyor, ondan sonra mahkemelerde de sanıklardan “suçsuz olduklarını ispatlamaları” isteniyordu. İşkence gördüğünü raporlarla belgeleyenler bile (ki bu çok zordur) delilsiz, ispatsız ağır cezalara çarptırıldılar. Bunlar çok çabuk unutuldu. Bakın sadece bir örnek vereyim, sanıyorum bu birçok şeyi açıklamaya kâfi gelir;
28 Şubat süreci başlangıcında, 1. Ordu Komutanı olan Hüseyin Kıvrıkoğlu- ki daha sonra Genel Kurmay Başkanı olduğunda; 28 Şubat bin yıl sürecek demişti- o zamanki DGM’ye arka kapıdan girerek ziyaret edip “gizli bir görüşme” gerçekleştirdikten sonra; DGM’den bir anda peş peşe inanılmaz kararlar çıkmaya başladı; Kıvrıkoğlu’nun bu “gizli DGM ziyareti”nden sonra, aynı DGM, bir hafta içinde dört beş davayı karara bağladı. Bunlardan en hafif ceza alanı; bir birahanenin camını kırdıkları için müebbet hapis cezası aldılar; Ethem Köylü, İsmail Uysal, Cihat Özbolat. Kimse de, bu “gizli ziyaret” ile “bağımsız DGM’lerin” bu kararı arasındaki alakayı sormadı, sorgulamadı… Diğerlerini siz kıyas edin…
O süreçte yaşadığınız benzer olaylar var mı?
Birçok örnek verebilirim. Bir tanesini anlatayım: Ben o dönemde, aynı zamanda İBDA-Refref yayıncılığın kurucu ve işletmeciliğini de yapıyordum. Sürecin en sıcak günlerinde, Yayınevinin bulunduğu iş hanının odacısı bir gün geldi, fena halde korkmuştu, Ona “Yayınevinin tabelasını oradan indirmemi, yoksa buranın bombalanacağını” söylemişler. Tabii gerekli karşılığı verdik. İşte “burası bombalanırsa bundan siz de zarar görürsünüz” filân diye iyice korkutmuşlar adamı. Bu tehdidin sökmediğini görünce, aradan iki ay kadar zaman geçince bu defa İşhanı sahibinin avukatı aracılığı ile aynı tehditleri yinelediler; İBDA-Refref Yayıncılığın tabelasını kastederek; “Bu yasadışı örgüt tabelası, o tabelayı indirecekler oradan!” diyorlardı. Tabii saçma. Burası, Salih Mirzabeyoğlu’nun kitaplarının satış ve dağıtımının yapıldığı bir yayınevi. Tabela da onun tabelası. Daha sonra, (avukatın söylediğine göre) İşhanı sahibinin avukatını yine sıkıştırıyorlar, onların dayatmasıyla (zira işhanının sahibi yaşlı bir kadındı) “Yasadışı Örgüt tabelası asmak”tan dolayı bize dava açtılar. İşyeri (Yayınevi) yasal ama tabelası “Yasadışı”?. Tahmin edileceği üzere davayı kaybettik, ama biz de üç dört ay kadar tabelayı indirmedik yine de...
Bçg’nin Görevlendirdiği Grup
Bu türden başka hadiseler var mı?
Tehditler özellikle dergi etrafında yoğunlaşıyordu; her gün ensenizde üç dört sivilin dolaşması bir yana, dergiye her gün, iğrenç küfürler eşliğinde “asacağız, keseceğiz, kurşun menziline girdiniz” tarzı tehdit telefonları geliyordu. Daha sonra öğrendik ki; bu işi BÇG’nin görevlendirdiği bir grup yapıyormuş, sadece bize değil, İslamî çizgide yayın yapan bütün dergilere, gazetelere düzenli olarak bu tehdit telefonları ediliyormuş. Yine düzenli (!) olarak gönderilen tehdit mektupları ve pornografik resimler de sürekli yaptıkları pisliklerdendi.
Derginiz kapatıldı mı?
Dergimizin her sayısına mübalağasız en az 20 dava açılıyordu. Bunun yanı sıra dergi kapatma cezaları da eklenmeye başladı, biz de bu engellemeyi aşmak için isim değişikliğine gidiyorduk; mesela “Akıncı Yolu”nu mahkeme kapattı, biz de bir harf değişikliği ile “Akıncı Yol” olarak yayınımıza devam ettik. Fakat bu defa başka bir yola başvurdular; dergimizin basıldığı matbaayı sıkıştırmaya başlamışlar, telefon telefon üzerine. “Dergi baskıya girdiğinde bize haber edeceksiniz” falan diyorlarmış.
Bu süreçte provokasyon girişimleri oldu mu, sizin bildiğiniz? Ve bağlı olduğunuzu söylediğiniz siyasî çizgi üzerinden?
Evet, çok somut ve açık provokasyon girişimleri de oldu; mesela Ankara’da sol siyasî bir derginin (DHKP-C çizgisinde yayın yapan) bürosunu bombalayıp, hadiseyi de İBDA-C adına üstlendiler. Medyada bununla ilgili haberler yayınladılar. (Elimizde belgeleri mevcut) Amaçları; “Bunlar karşıt görüşlü, böyle bir olayı iki tarafta yutar ve çatışma çıkar” diye düşünmüş olmalılar. Fakat öyle olmadı; tam tersi sol görüşlü derginin yöneticileri bizi aradılar ve böyle bir stratejimiz ve eylem tarzımızın olup olmadığını sordular. Doğal olarak olmadığını söyledik tabii. Onlar da anlamışlardı zaten provokasyon maksadını. Karşılıklı onlarla da görüştük. Dolayısıyla bu tuzak da boşa çıkarıldı. Bu hadise o şartlarda çok ciddi ve tehlikeli bir provokasyondu tabii.
O süreçte sürekli ölüm tehditleri aldığınızı söylediniz. Bu anlamda fiilî bir saldırı ve teşebbüs oldu mu sizi öldürmeye yönelik?
Evet, doğrudan bana yönelik değil de, benim de içinde bulunduğum 64 kişilik gruba karşı, toplu bir katliam girişimi oldu. İsterseniz başından özetleyeyim hadiseyi; o süreçte dergimizin kapatılması üzerine, “Yeni Nizam” adında yeni bir derginin hazırlık çalışmalarını yaptığımız bir sırada, çok alâkasız bir şekilde gözaltına alınıp, tutuklanarak Metris Cezaevine, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun bulunduğu koğuşa konulduk. Aradan dört beş ay geçmişti ki; kamuoyunda “Noel Baba operasyonu” olarak bilinen silahlı saldırı yapıldı. Tabii asıl hedef Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu idi. O zamanki 28 Şubat tandanslı devletin gerçekleştirdiği bu silahlı saldırıda Sencer Kartal isimli arkadaşımız şehid edildi, on üç kişi de silahla yaralandı; onlardan biri de bendim. Doğrudan öldürme amacı ile çatıda açtıkları deliklerden kafamıza sıkılan merminin sekerek isabet etmemesi sayesinde sadece yaralandık; G-3 mermisi ile sağ bacağımdan vuruldum; delilli, ispatlı, şahitli ve belgelidir. 
Şunu söyleyebiliriz rahatlıkla; Mahkemenin kararı ve Yargıtay’ın 13 yıl sonra onayı ile şeksiz şüphesiz ve kesinleşmiş kararı olarak; “Şükrü Sak Yasadışı Şeriatçı silahlı terör örgütü İBDA-C üyesidir”. Burada “silahlı terör” yaptığımız ispatlanmamış bir iddia olmakla birlikte, o zamanki 28 Şubat tandanslı devletin bize “silahlı terör” uyguladığı, aynı şekilde şeksiz, şüphesiz, delilli ispatlı bir vakıadır. Nitekim bize bu “silahlı terörü” yapanların yargılanması için yaptığımız başvuru, İstanbul Valiliği’nin malûm failler için soruşturma izni vermemesi sebebi ile yarpılamamıştır. Aynı valilik “Hayata Dönüş” operasyonunu yapanlara soruşturma izni verdiği için bugün onlar yargılanmaktadır. Buradaki çifte standarda özellikle dikkat çekmek isterim.
“Kesin delil ve kanıtlarla ispatlıdır ki, 28 Şubat çetesi ve onların talimatıyla, o süreçte bize cezaevinde ‘silahlı terör’ uygulanmıştır” dediniz. O sırada hükümlü müydünüz, suçunuz neydi?
Hayır, tutukluyduk ve “bağımsız” mahkemelerde yargılanmayı bekliyorduk, fakat silahlarla koğuşu bastılar, adına da “isyan” dediler. Medyada olayı bunların istediği gibi yazdı. Halbuki ortada bir isyan filân yoktu. Bunu kendileri de biliyor…
Sonra?
Yukarıda anlattığım gibi, bir arkadaşımız şehid oldu. Mütefekkir Mirzabeyoğlu çok ağır yaralandı ve darp edildi, ben dâhil on üç kişi de G-3 mermileri ile değişik yerlerinden yaralandı. Sonuç; o zaman Hürriyet gazetesindeki bir köşe yazarının ifadesiyle; “Devlet tarafından yakalanarak Metris cezaevine konulan Salih Mirzabeyoğlu, cezaevine yapılan kanlı bir operasyonla yeniden cezaevinde ele geçirildi…” Evet, aynen böyle oldu; cezaevindeki Mirzabeyoğlu cezaevine düzenlenen kanlı bir operasyonla cezaevinde ele geçirildi. Bu ifadedeki gerçeklik ve doğruluk başka bir şey söylemeyi gereksiz kılıyor…
Cezaya Neden Olan İddialar
Sizin ceza almanıza neden olan iddialar neler?
Mahkemenin gerekçeli kararında yazdığı şekliyle aynen; - “DGM önünde slogan atmak”, “örgütsel kitaplar okumak” (sanıyorum bu ifade dikkatinizi çekmiştir; “örgütsel kitap…” Ne demek örgütsel kitap? Bunun kanunda, hukuktaki yeri, tarifi var mı? Kastedilen kitaplar, Mütefekkir Mirzabeyoğlu’nun hiçbiri yasaklanmamış ve toplatılmamış, hakkında bir dava açılmamış, fikrî eserleri… Gerekçeli kararda bunlara “örgütsel kitap” diyor…)
Yine gerekçeli karada geçtiği üzere, diğer bir suçumuz da; “Yeni Nizam adlı derginin hazırlık çalışmalarını yapmak…” Başka? Yasal olarak yayınlanmakta olan dergimizin yasal temsilcisi (Almanya temsilcimize) Mustafa Fişenkçi’ye dergi göndermek…
Bunlardan dolayı siz “gazeteci” değil, “örgüt üyesi” mi oldunuz?
Evet, her şey ortada, bunlar benim yorumum değil, belge; DGM önünde slogan atmak, örgütsel kitap okumak ( Ne demekse?..), yurtdışı temsilcimize dergi göndermek, “Yeni Nizam” adlı yeni bir derginin hazırlık çalışmasını yapmak… Bunlar, tamamen gazetecilik faaliyetleri ve “yasadışı “ hiçbir şey yok !.. O yüzden diyorum ki, işte “28Şubat hukuku”na tam bir örnek bu dosya ve bu karar… Bundan daha garip olanı da şu; bu dosyanın 28 Şubat'ın 13. Yılında Yargıtay tarafından onaylanması… Yani bir yanda “28 Şubat Darbecileri” yargılanırken, diğer yanda -içeriği yukarıda söylediğim gibi olan- bu dosyanın onaylanması çelişkisi, yargı ve siyaseti “F Tipi” sorularla dolduruyor maalesef… Hem de hiçbir cevabı olmayan dev soru işaretleri ile… Bundan dolayı, biz yargı ve siyaset üzerine gölge düşüren bu hadiseyi olduğu gibi anlatmaya çalışıyoruz…
Biliyorsunuz bir süre sonra da TBMM darbeleri araştırma komisyonu kuruldu, 28 Şubat darbesi de araştırıldı?..
Evet, bunu da başlangıçta ümit verici bir gelişme olarak gördük… Daha önce de, Susurluk Komisyonu, Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonları kurulmuştu. Bu komisyonlar hâdiseleri araştırıp, raporlaştırıp rafa kaldırmak şeklinde bir garabetle sonuçlanmıştı. Bu komisyon için, inşallah bu sefer öyle olmaz diye ümitlenmiş, en azından brifingli yargı kararları için bir YENiDEN YARGILAMA yolu açılır, 28 Şubatın mağdur ve mazlum ettiği yüzlerce Müslümana yeniden ADiL BiR YARGILAMA yapılır diye düşünmüştük… Ama maalesef bu olmadı… Yine her zamanki şey oldu; komisyon araştırdı, soruşturdu, zaten herkesin bildiğini kağıda geçirip –Rapor hazırlayıp- “o süreçte bunlar bunlar olmuş” demekten öte bir adım atmadılar… Raporu da rafa kaldırdılar sanıyorum. Ve 28 Şubat'ın sembol isimlerinden Salih Mirzabeyoğlu ve yüzlerce insan hâlâ cezaevlerinde 28 şubat'ın zulmünü yaşamaya devam ediyorlar… 
İslamcı kesimden cezaevinde olan tek gazeteci
TGS’nin raporuna göre İslamcı kesimden cezaevinde olan tek gazeteci sizsiniz...
Evet, TGS’nin 76 kişilik listesindeki benim haricimdeki gazeteciler, sol muhalefet ve Kürt kesiminden. Adalet Bakanlığı, Uluslar arası Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ)'nin; “Gazetecilerin Hapsedildiği ve Muhalefetin Suç Sayıldığı Günler” başlıklı 2012 raporunda –ki o raporda bizim adımız da var- Bakanlık, bu rapora cevap verirken; Şükrü Sak ismine gelince, cevap veremedi, “hayır Şükrü Sak gazeteci değil” diyemedi, sadece: “Şükrü Sak’ın tutuklu değil hükümlü olduğunu” söyleyerek geçiştirdi, maalesef… Hükümet ve yetkililer; diğerleri için; “Onlar gazetecilikten değil, bombalama, yaralama, silahlı eylem ve fiillerden içerideler” diye rahatlıkla, isim isim sayarken, sıra bizim adımıza “Şükrü Sak” ismine gelince geçiştirmeyi tercih ettiler, söyleyecek bir şey bulamadıkları için. Bakınız Adalet Bakanlığı’nın konu ile ilgili açıklaması… Saysalardı ya; bizim de, gazetecilikten değil de; “bombalamadan mı, yaralamadan mı, silahlı eylemlerden mi”, yoksa sadece GAZETECiLiKTEN mi cezaevinde olduğumuzu?.. Bu durumu açıklayamadıkları için “geçiştirmeyi” tercih ettiler. Bu bile başlı başına bir skandal; (CPJ)’nin Raporuna cevap vereceksin, orda adı geçenler ile ilgili tek tek bilgi vereceksin, ama gazetecilikten dolayı ceza aldığı belgelerle sabit olan “Şükrü Sak” ismine gelince susacak, “o tutuklu değil hükümlü” deyip geçiştireceksin… Bu da ayrı bir çifte standart örneği… Hükümet “cezaevinde gazeteci yok” demeyi sürdürüyor bir yandan da…
“Brifinglenen” yargı...
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Son olarak şunu söyleyebilirim… 28 Şubat’da yargının BRİFİNGLENDİĞİNİ herkes biliyor. İktidar da… Zaten Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun raporu ile bu resmiyet de kazandı… 28 Şubat'ın, asıl hayatlarına kast ettiği insanlar bugün hala cezaevlerinde zulüm ve işkence altında çile doldurmaya devam ediyor… Başta Salih Mirzabeyoğlu dosyası ortada olmak üzere, işte benim anlattığım, kendi dosyam… Bunlar çok somut örnekler… Bir zamanlar Necip Fazıl aynı şeyi söylemişti; “her devrin mazlumuyuz” diye… Galiba şimdi de aynı durumda olan Salih Mirzabeyoğlu var; devir değişiyor, hükümetler, iktidarlar değişiyor ama onun muhatap olduğu ADALETSİZLİK, zulüm devam ediyor… Dün “Ergenekon tandanslı” darbeciler, bugün darbecilerin idam kararını infaz etmeyi sürdüren iktidar… Üstelik “darbeciler” de cezaevinde, Mirzabeyoğlu da… Bu korkunç bir çelişki… Ve galiba kimsenin de pek umurunda değil… Baksanıza bu iktidar döneminde; hırsızlar, gaspçılar, katiller, tecavüzcüler, mafyacılar, uyuşturucu çeteleri bile “AB düzenlemeleri” denilen yargı paketleri ile serbest bırakılırken, 58 telif eser sahibi Müslüman bir Mütefekkir, tek kişilik hücrede ve tecrit altında, “ağır ağır” öldürülüyor… Biz bu zulmü anlatamıyoruz bile… Maalesef…
 
 
Şükrü Sak Kimdir?
1966 Kahramanmaraş doğumlu Sak, K.Maraş İHL ve Marmara Ünv. Basın-Yayın (şimdi İletişim Fakültesi) Radyo-TV bölümü mezunu. Mezuniyet araştırma projesini Millî Gazete üzerine verdi.
20 yıldır çeşitli aylık ve haftalık dergilerde yazar, İdareci ve Genel Yayın Yönetmeni olarak görev yaptı. 28 Şubat sürecinde Akıncı Yol dergisi Genel Yayın yönetmeni olan Sak, o süreçte 28 Şubat darbecilerinin talimatıyla açılan bir davadan cezaevine girdi. Darbecilerin cezaevine (Metris) yaptıkları Noel Baba Operasyonu’nda, G-3 mermisi ile yaralanan Sak, 2001 yılında tahliye edildi.
O zaman açılan davanın 2012’de 13 sene sonra Yargıtay tarafından onaylanıp kesinleşmesi üzerine tutuklanarak yeniden cezaevine konuldu.
Yargıtay’ın onayladığı karar ile;
“Yasadışı silahlı terör örgütü İBDA-C üyesi olmak” suçundan ceza alan Sak’ın; GEREKÇELİ KARAR’da sıralanan suçları: “Örgütsel kitap okumak, yasal bir dergiyi derginin yasal temsilcisine göndermek, DGM önünde fotoğraf çekmek…” olarak sıralanıyor...
“Yaptığımız iş, mesleğimiz gazetecilik. Gerekçeli kararda sıralananların hangisi “terör suçu”(!) bilen varsa söylesin…” diyor. Dosyanın incelendiğinde, 28 Şubat yargısının ne olduğunun çok net görüleceğini söyleyen Sak; “Bu dosya 28 Şubat’ı anlatan sembol bir dosya. O yüzden AİHM’e baş vurdum. Başvurumuz AİHM tarafından kabul edildi. Özellikle iki madde yönünden; birincisi 13 yıl süren uzun yargılama, ikincisi ise kanunda suç olmayan fiilin suç gibi gösterilmesi …” diyor. Türkiye Gazeteciler Sendikası; Şükrü Sak için; “Cezaevindeki tek İslamcı gazeteci” açıklaması yaparken, bir kısım medya, “iktidara halel gelmesin” mantığıyla olayı örtbas etme yolunu seçti. Bu çirkin tavrı da eleştiren Sak: “Dosyam ortada… Gerekçeli karar ortada… Bakın bakalım, hangi terör eylemine karışmışım. Terör örgütü üyeliği gerekçesi olarak sıralanan deliller, benim gazeteci olduğumun delilleri… Bu yüzden Adalet Bakanlığı, “cezaevindeki gazeteciler” ile ilgili yaptığı açıklamada, benim adıma yer verdi ama, “hangi terör suçuna bulaştığıma?” cevap veremedi” diyor…