Berlin’den sonra Libya için Münih’te yeni bir masa kuruldu ve taraflar bir yandan İdlib’teki son gelişmeleri konuşurken, Türkiye Libya’daki konumunu da korumaya çalışıyor. Masadan kalkıldıktan sonra ne tür değişiklikler görebiliriz?
Esasında Libya’da ateşkes sürecini kalıcı kılmak için başlatılan Berlin ve Münih toplantılarının oyalama taktiği olduğunu düşünüyorum. Baktığımızda, darbeci Hafter en son Trablus limanını bombaladı. Geçen hafta bir okula saldırı oldu. Fırsat buldukça Hafter çetesi saldırıyor. Nitekim Türkiye’nin çıkarları tehdit olarak algılanıyor. Türkiye-Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) arasındaki tarihî anlaşmayı Yunanistan, İtalya, Mısır ve İsrail boşa çıkarmak istiyor. Bu toplantılar Rusya ile başlamıştı. Hafter, davet edildiği Türkiye ve Rusya’nın olduğu masadan kaçmıştı. Hafter; Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan, Mısır, Rusya ve İsrail’in desteğiyle sonuç alacağını sanıyor. Yani Serrac hükümeti devrildikten sonra, daha önce Ortadoğu’da gördüğümüz gibi Libya’da da yeni bir paylaşıma gidilecek, aynı oyun. Önce sözde barış, sonra kukla bir yönetici… Türkiye gerçekten sıkıntılı bir durum yaşıyor. Doğrudan müdahalesi zor.

Libya’ya Suriye Millî Ordusu’ndan da bazı unsurlar sevk edilmişti.
Zaten şu durumda İdlib sorunuyla Libya’da yaşanan gelişmeleri ayrı değerlendirmiyorum. Aslında şartlar biz Libya’dan davet aldıktan sonra çetinleşti. Rusya, Libya’daki paralı askerlerden oluşan Wagner ile Hafter’i destekliyor. İşin tuhaf yanı Hafter, yıllarca ABD’de kalmış ve CIA tarafından eğitilmiş olan biri.

Öte yandan Trablus hükümeti başkanı Serrac da bir süre önce ABD’li bir heyetle görüşüp askerî destek teklifi alıyor…
Şöyle açıklayayım: Ruslar Hafter’i masaya oturtamadı. Hafter masadan kaçtıktan sonra nereye gitti? Polonya’da bulunan CIA’ya ait bir villaya... İlişkiler kirli ve karmaşık. Libya’da Türkiye ve Rusya’nın arasının gergin olmasının sebebi, Türkiye’nin Rusya ile Libya üzerinde anlaşamayacağını anlamasındandır. Bahsettiğiniz ABD heyeti, bu aşamadan sonra devreye girip Türkiye’nin desteklediği Serrac ile masaya oturdu. Rusya bu durumdan inanılmaz derecede rahatsız oldu. İdlib’deki gerginliği yükselten, temelde bu gelişmedir.

Türkiye’nin İdlib’e asker sevkiyatı sürüyor. Saldırıların Kasım Süleymanî’nin ortadan kaldırılmasından sonra şiddetlenmesi dikkat çekici. Rusya, “Soçi Anlaşması”nı çiğnemekle suçlanmasına rağmen Şam’a desteğini sürdürüyor. Rusya neyin peşinde?
Açık söyleyeyim; Suriye diye bir devlet yok. Burada Rusya ve İran’ın tahakkümü var. Rusya tarafından esir alınmış bir rejim var. Türk askerine yönelik saldırıların kararını Esad’a bağlamak komik kaçar. Esad, tabiri caizse Rusya’dan izin almadan tuvalete bile gidemeyen biri. Türk ordusuna silah doğrultmaya cesaret edemez. Bu cesareti Rusya ve İran’dan alıyorlar. Bunu Sayın Cumhurbaşkanı da açık bir şekilde ifade etti. Evet, Kasım Süleymanî Ortadoğu’da İran için çok önemli bir aktördü. İran buradaki boşluğu doldurmaktan vazgeçmiyor, Rusya ve Şam ile birlikte hareket ediyor. Soçi mutabakatının ardından kurulan 12 gözlem noktası uluslararası çerçevede meşru bir adımdı. Şu an altı gözlem noktası rejimin girdiği bölgelerde kaldı. Bu durum Soçi’yi hiçe sayan Rusya’nın, İdlib’i almaya çalıştığına işaret ediyor. “Çatışmasızlık Bölgesi”ni yıktılar.

Rusya İdlib’e nasıl bir şekil verebilir?
Rusya mümkün olduğu kadar İdlib’i alıp masada elini güçlendirirken, yapılacak anayasa çalışmalarında daha fazla talepte bulunacak.

İdlib’i tekrar Şam rejimine mi bağlayacak?
İdlib ile ilgili Rus Dışişleri’nin açıklamasına bakılırsa, oradaki muhalif unsurlardan sadece silahlı olanlar değil, ılımlı muhalefet de bahane edilmeye devam ediliyor. İdlib’in boşaltılmasını istiyor. O takdirde Türkiye’nin sınır güvenliği riske girecek. BM Anlaşması’nın 51. maddesine göre Türkiye’nin meşru müdafaa hakkı var. Yeni bir göçü kaldıracak durumda değiliz.

Yapacağımız müdahalelerle Rusya’yı plânlarından vazgeçirtebilir miyiz?
Bu saatten sonra Türkiye’nin bir milyon insanın katili Esad’ı tanıma gibi bir yanlışa düşeceğini zannetmiyorum. O bir savaş suçlusu. Onun başta kalma şansı yok. Rusya için Esad’ın çok önemli bir konumu yok. Rusya dört politikayı bölgede “ilke” halinde uyguluyor. Birincisi; girdiği yerde önce kendisine pay ayırmaya çalışır. İkincisi; masada ayırdığı payı değil diğer alanları pazarlık meselesi yapar. Üçüncüsü; karşı tarafın sabrını zorlayıp geri adım attırabilir. Dördüncüsü ise sivil-masum ayırmaksızın yıkım yoluna başvurup bölgeyi ele geçirmeye çalışır. Rusya HTŞ gruplarını söylüyorsa, Türkiye ile beraber adam gibi sahaya insin; Türkiye’nin El-Bab’da, Afrin’de yaptığı gibi hareket etsin. Türkiye, İdlib’i komple temizleyeceğine dair bir söz de vermiş değil. Bölgede dört milyon insan yaşıyor. Kaldı ki oradaki gruplar içerisinde inanılmaz derecede çeşitli istihbarat örgütlerinin elemanları var. Öte yandan ne kadar gerçek olduğu belirsiz, Rusya’nın bir başka operasyon gerekçesi daha var. 6-7 Ocak’ta Halep’teki Humeymim üssüne bir saldırı olduğunu, dört istihbarat subayının öldürüldüğünü iddia ettiler. Türkiye’nin bölgeye asker yığmasının ana sebebi daha önce belirttiği 30 kilometre derinlikli “tampon bölge” idi. Burada da Hatay sınırından öteye aynı derinlikte güvenli bölge düşünülüyor.

Rusya aynı zamanda AB, ABD ve NATO’nun İdlib operasyonuna gösterdikleri destekten de çok rahatsız... Önümüzdeki süreçte Rusya kendisini sıkışmış bulabilir mi?
Nasıl ki Rusya Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin olumsuz sonuçlar vermesinden hareketle Türkiye’yi yanına çekmek istediyse şimdi de ABD, Türkiye-Rusya ilişkilerinin kötüye gideceğini düşünüp harekete geçerek Türkiye’yi yanına çekmek istiyor. Anlaşılır bir durum. Ancak ABD Türkiye’nin düşmanı olan PKK-PYD’ye binlerce TIR silah desteği verdi. Rusya bunu değerlendirerek Suriye’de bazı noktalarda önünü açtı, S-400 satarak ittifak kurdu. Rusya böylece Türkiye’yi yanına çektiğini düşünüyor olmalı ki, kendi politikalarını dayatmaya başladı. Sayın Erdoğan da bundan rahatsız olduğunu ifade etti. İlişkilerin karşılıklı çıkarlar gözetilerek yürütülmesi lazımdı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ortada bir anlaşma kalmadığını belirtmişti…
Soçi’de bütün terör örgütleri 30 kilometrenin ötesine çıkarılacaktı; ama olmadı. Böylece Türkiye’ye gelenler geri gidecek, birlikte çalışmalar yapılacaktı. Bunların hiçbiri olmadı. Putin, Türkiye’nin ABD ile yeni bir anlaşma yaptığını düşünüyor olmalı ki, tutum değişikliğine gitti. Bunu da az önce bahsettiğimiz gibi, Türkiye’nin Libya’da ABD ile görüşmelerine Rusya’nın verdiği tepkiden anlıyoruz.

Ankara daha önce Batı’dan istedikleri yerine getirilmezse kapıları açacağını duyurmuştu. İdlip’de başlayan göç hareketinden sonra da aynı hususu hatırlattı. AB İdlib için Kızılay’a 25 milyon Euro verdi; ancak değişen nedir? Saldırılar sürerken göç hareketleri nasıl durdurulacak?
Suriye’den fazlasıyla göçmen alındı. Demografik olarak da Türkiye’nin nüfusu etkilenecektir. Türkiye kapıları açacağını söyleyerek doğru tavırda bulunsa da verilen para çok cüz’idir. Artık askerî tedbirler şart oldu.

Barış Pınarı Harekâtı’ndan sonra da geri göç süreci başlatılacaktı?
Şayet İdlib de düşerse, bu defa Türkiye’nin şimdiye kadar elinde tuttuğu bölgelerin kontrolü zora girecek, bir müddet sonra yeni saldırılar olacaktır. O yüzden Türkiye her şeyi göze alarak harekete geçebilir. Bu da rejimin bütün unsurlarını püskürtüp bölgeyi yeniden ele geçirmektir; ki durum onu gösteriyor.

Son yayınlanan RAND Raporu, Türkiye’nin Milliyetçi Yönelişi başlığı altında “Türk-Amerikan İlişkilerinin Amerikan Ordusuna Yansımaları” meselesini işliyor. Raporda, milliyetçilik motivasyonuyla Türkiye’nin ABD’yi zorlamaya devam edeceği, buna karşı Batı yanlısı muhalefetin iktidara geçmesiyle Türkiye’nin Batı’ya yönelebileceği, Türkiye’nin denge politikası ile devam ettiği takdirde gelecekte aynı milliyetçi politikaların NATO’dan da çıkabileceği şeklinde ihtimaller sıralanıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle Türkiye başından beri bölgede denge politikası takip ediyor. Her ne kadar NATO ile ilgili sıkıntılar olsa da NATO üyeliği ve ortak tatbikatları sürüyor. Fakat komşularıyla da karşılıklı çıkar ilişkilerine dayalı bağımsız politikalarını Batı anlamıyor. Buradan çıkış yolu olarak Rusya ile S-400 ve nükleer santral anlaşmaları imzalandı. Kuzey Akım projesiyle ciddi bir yol alındı. Özellikle ABD derin devleti bu işbirliği ile “sınırı aştığını” düşünüyor. Bu raporda, Türkiye’nin takip ettiği denge politikalarıyla “ölçünün aşıldığı”, Batı’dan iyice uzaklaşıldığı ifade ediliyor. Dolayısıyla “değişim” teklif ediyor. Bu raporu darbe girişimi teklifi olarak da okumamız mümkün. “Ülkenin içişlerine karışma” söz konusu. Bugün “defacto” olarak Suriye’nin bütün kalması artık mümkün görünmüyor.

Suriye’yi bütün halde tutacak bir nüfus kalmamışken?
Evet. Bunun yanında ABD işgali de var. İsrail, Golan Tepeleri’ni ilhak etti ve iki haftada bir Şam’ı bombalıyor. Geçtiğimiz günlerde çoğu İranlı 25 kişi öldürüldü. Buna karşı Rusya ve İran misillemede bulunmadığı gibi “Çık buradan!” da demiyor, ses çıkarmıyor.

Neden?
Tüm bunların, Türkiye’nin önünü kesmeye dönük hamleler olduğunu görüyoruz. Burada en başından beri savunduğum düşünce şudur: Rusya-ABD ve İsrail arasında gizli bir anlaşma olduğu aşikâr. Bunun emareleri mevcut. Putin-Netenyahu görüşmelerine bakın, Erdoğan-Putin görüşmeleri kadar sıklık arz ediyor. ABD, Rusya ve İsrail güvenlik danışmaları koordineli hareket ediyor. Bundan iki ay önce de “Suriye” hakkında toplandılar. 2016’da Trump yeni başkan seçildiği sıralarda ABD ve Rus istihbarat başkanları Washington’da buluştular. Yine tarihte ilk kez Amerikan ve Rus genelkurmay başkanları Brüksel’de buluştu. Tüm bu trafiği bir araya getirdiğimizde, üç gücün de bölgede niçin karşı karşıya gelmedikleri anlaşılıyor.

Son hamle, sözde barış planı olarak “Yüzyılın Anlaşması” adı altında İsrail’in çıkarlarını ve güvenliğini başa alan metindi… 
“Yüzyılın Anlaşması” da BOP dedikleri projenin devamı ve parçası. Suriye’deki iç savaş da, Mursi’ye yapılan darbe de, Sudan’da yapılan darbe de bu plânın parçası. Libya’daki saldırılar da öyle. Olaylara en tepeden bakılınca, İsrail’in önünü açmak için plân ve projeler yürütüldüğü görülüyor. Sözde anlaşmanın metni de bunu doğruluyor. 109 kuruluştan oluşan Amerikan Yahudi Kongresi’ne bağlı Siyonist bir heyet, yakın zamanda Suudi Arabistan’ı ziyaret etmişti. Bir gün sonra bu heyet İsrail’e döndü. Orada şöyle bir ifade kullanıldı: “Suudi Arabistan’a yapmış olduğumuz ziyaret, İsrail açısından tarihî bir adımdır.” Neden önemliymiş? Belli ki Ortadoğu’da İsrail merkezli bir blok oluşturuluyor. “Büyük İsrail” projesi de o anlaşmanın omurgasıdır. İdlib meselesi de bundan çok farklı bir yerde sayılmamalı. Filistin diye bir devlet yok. Gelecekte İsrail’e engel oluşturabilecek yapılara karşı yeni bir düzen kurmak amacındalar.

Teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim, kolay gelsin…

Baran Dergisi 684. Sayı