İran toplumu İslâm’a ve dine nasıl bakmaktadır?

Türkiye’de dahî belli kesimlerde görebildiğimiz taassup İran’da mevcut değildir. İranlı önemli ideologlardan biri olan ve fikrî olarak daha sonra dönüşen Abdülkerim Suruş’a “nasıl bir toplum istiyorsun?” diye sorduklarında, “ben öyle bir toplum istiyorum ki, dinî konularda hassasiyet göstersin, Türkiye gibi dinî konuda bir saygısızlık yapıldığında sokağa insin” diye cevap vermişti. İran’da inancın doğru yahut yanlışlığı tartışılsa da, dinî bakımdan devletin bir hassasiyeti var; fakat toplumun yok. Zihnî olarak sekülerleşmiş bir toplum var ve İran toplumunda ateizm sürekli gelişiyor. Misyoner faaliyetlerin en yoğun olduğu yerlerden birisi de İran’dır. Bunun en önemli sebebi, toplumun dinî ve mezhebi kimliğine olan bağlılığının gittikçe azalması. Şiilik İran’ın tutkalı pozisyonunda ve bu tutkal zayıfladıkça etnik ve millî kimlikler ön plâna çıkıyor. Farslarda olduğu gibi İran’daki Türklerde de durum böyle. İran’daki Türklerin kimliğine dönük şunları söyleyeyim; kendi kimliklerine yönelik siyasî hareketleri yeni değil. 1906-1911 meşrutiyet hareketi var. 1920’de Azadistan devleti var. 1945-1946’da Seyit Cafer Pişeveri tarafından Tebriz’in merkezinde Azerbaycan Millî Hükümeti kuruluyor. 1979’dan sonra da bu hâdiseler devam ediyor.

İran’da Ciddi ve Köklü Bir Dönüşüm Var

Bunlar daha çok Azerbaycan kimliği üzerinden akis buluyor. “Türk milliyetçiliği”nin temeli ise 1945’ten sonra atılsa da, siyasî anlamda karşılığını 1979’dan sonra buluyor. 1979’dan sonra karşılık bulmasının birkaç sebebi var. Bunlardan birisi, devlet dine ve mezhebe yönelirken toplumun bundan arınması. Ardından Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Türk cumhuriyetlerinin ortaya çıkması. Azerbaycan’ın bağımsızlığı ve Ebulfeyz Elçibey faktörü. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Karabağ çatışması. Tüm bu hâdiselere paralel olarak İran’da nüfus artışı, ekonomik etkenler ve siyasal başarısızlık. Bunların hepsinin Türkler üzerinde bir etkisi var. Şu anda İran devletini Şiilik üzerinden okuyabiliriz; ama toplumdaki dinamizmi Şiilik üzerinden okursak hata yaparız. İran’da ciddi ve köklü bir dönüşüm var. Bu dönüşümü toplumun “din ve mezhep” kimliklerinden arınması diye okuyabiliriz.

Mezhepçi Siyasetten Vazgeçilmedi

Otuz, otuz beş milyon Türkün İran’da yaşadığı ifade ediliyor. Bu Türkleri siyasî mânâda temsil eden bir yapı var mı?

40 milyon Türk var. İran’daki yöneticiler mezhep siyasetinden vazgeçmiş değil. Devletin varlık sebebi zaten mezhepçilik üzerinden siyaset yapmak. İran’daki son hâdiselerden bahsedelim. Meşhed’deki protestolarda “Rıza Şah, ruhun şad” dediler. Meşhed Şiilerin “sekizinci imamı”nın olduğu “kutsal” bir yerdir. Rıza Şah ise aşırı seküler birisiydi, tesettüre karşıydı. İkinci bir husus ise, gösterilerdeki insanlar açık bir şekilde mollalara küfredip “mollalara ölüm” diye sloganlar atıyordu. Mollalar İran’ın başındakilerdir ve Şii “mezhebini” temsil ederler. İran halkı bunlara karşı gelerek, “dini istismar ediyorsunuz” dedi. İran toplumu ciddi mânâda alerji duymaktadır. Bu yönden bir arınmanın yaşandığını söyleyebiliriz. 1979’dan sonra Türk milliyetçiliğine dönük hareketlenmeler var.

Nüfusun Önemli Bölümü Türk’üm diyor

İran’daki yaşayan Türklerin önemli bir bölümü kendilerinin Türk olduğunu kabul ediyor. Bu insanlar kendi kimlikleri için siyasal talepler öne sürüyor. Bunu yaparken sokaklara inip eylemler yapmıyorlar. Hem İran’da yaşayan Türkmenler, Kaşkarlar ve Azerbaycan Türkleri, kendine özgü Türkçü hareketlere sahipler. Mesela 2006’da en büyük gösteriyi Türkler yaptı. İran hükümeti o zamanlar Türkleri “hamam böceği”ne benzetmişti! O günden beri de Türklüğü temele alarak gösteriler düzenlendi. Tebriz’de “Traktör Takımı (Traktör Sazi)” diye bir futbol takımı vardır. Bu hareketin tüm eylemleri Türk kimliğine dönüktür. Traktör Takımı’na baktığınız zaman görürsünüz: “Tebriz-Bakü- Ankara bizler hara Fars hara?” diye sloganları vardır,  yani “biz nerede, Faslar nerede?”

Aidiyetlerini vurguluyorlar yani?

Evet, Türk dünyasına aidiyet vurgusu. Mesela 50 binden fazla insan bir maçta, “biz Türküz, Azerbaycanlıyız” diye stadyumlarda bağırıyorlar. Traktör Sazi sadece bir futbol takımı değildir. Aslında ezilmiş Türk millî kimliğinin bir sesi olarak harekettir. Traktör Sazi’yle hareket eden bir sürü siyasî parti, dernek ve kuruluş vardır. Bu yeni bir hareket değil. İran siyasetinde durum böyledir; siyasal hareketlerdeki temel dinamizm milliyetçilik üzerinden yapılıyor. Bu hem Araplar, hem Farslılar, hem de Türkler için böyledir.

İran’da, zayıf veya güçlü sosyal bir patlama yaşandı ve bu İran’daki iktidar için bir sinyaldi. İran hükümetinden birçok yetkili ise “Pers İmparatorluğu”nu kurma yolunda olduklarını beyan etmişlerdi. Bu tarz ayaklanmalar merkezi sıkıntıya sokuyor ve tabiî merkez çökerse İran’ın faaliyette bulunduğu diğer topraklardaki emelleri de suya düşmüş olur…

İran’ın tarihinde de dediğiniz gibi benzer durumlar olmuş. Merkez çöktüğünde çevredekiler de kendilerine başka bir yol çizmek zorunda kalıyorlar. Şu anki İran yönetimi de bunun farkında; fakat böyle bir gidişatı durdurabilecek köklü hareketler de ortaya koyamıyorlar. Yaptıkları ise ortada olan sorunları tabiri caiz ise halının altına süpürüyorlar; fakat bu politika sorunları halletmek yerine ileride daha büyük krizlere yol açacaktır.

Fars Milliyetçiliği Doğuştan İslâm Karşıtıdır

Az önce tefekkürden bahsettiniz, Anadolu’da nisbeten İslâm bir tefekkür geleneği var. Lâkin İran’a baktığımızda Hristiyanlık, Zerdüştlük motiflerle içiçe, biraz da İslâm… Yerli bir gelenek ne ölçüde tanımlanabilir? Müslüman toplumlara böyle bir konformist zihniyetle kültür vasatını nasıl dikte edebilirler bu halleriyle?

Fars milliyetçilik anlayışı ile Türk milliyetçiliğinin çıkışı arasında derin farklılıklar var. Osmanlı’nın son dönemlerinde Türk milliyetçiliği ortaya çıktığı zaman İslâm’ı “öteki” olarak görmedi. Ziya Gökalp, “İslâmlaşalım, çağdaşlaşalım” gibi sloganlar kullandı. Onun zaviyesinden İslâm, milletinin dini olduğu için yok sayılamazdı. Fakat genel itibariyle Türk milliyetçilerine baktığımızda İslâmî bir maya görebiliyoruz. Hatta Türklerin İslâm ile şereflendikten sonra cihan hâkimiyeti kurduklarına defalarca dikkat çeken düşünürlerimiz de var; Ahmed Arvasî Hoca gibi… Türklük, İslâm ile kendini bulup cihanşümul gayeler güttü.

Fars milliyetçiliği ise doğuş itibariyle böyle değildir; İslâm karşıtıdır, Arap karşıtıdır. İlk ortaya çıktığında karşısındaki en büyük problem İslâm’dır. Fars milliyetçilerine göre İran, İslâm’la şereflenmeden evvel çok önemli bir uygarlığa sahipti, ne zaman ki İslâm geldi bu inkişaf, bu yükseliş ortadan kalktı. Hz. Ömer’e “İran’ı işgal eden kişi” olarak bakıyorlar. Dolayısıyla onlara göre İran’ın eski ihtişamına geri dönebilmesi için İslâm’dan arınması lazım…

İran’da İki Tür Milliyetçilik Çatışma Halinde

İşte bu düşünce 1924-1979 arası oldukça hâkimdi İran’da. Buna karşılık, İran’daki bir grup “İslâmcı”ya göre bu tarz bir milliyetçilik anlayışı doğru değildi. Bunlar da İran ile Şiilik’in birbiriyle özdeş olduklarını savunuyorlardı. Bu görüşler Murtaza Mutaharrî’nin eserlerinde, Ali Şeriati’nin eserlerinde yansıtılmıştır. Dolayısıyla Fars milliyetçiliği ile Şiilik’i bütünleştiren yeni bir milliyetçilik anlayışı doğmuş oldu ve bu anlayıştır şu anda Ortadoğu’da at koşturan. İran Fars’tır, Ârî’dir, ama aynı zamanda Şia’dır. Şu anda da bu iki milliyetçilik anlayışı birbiriyle çatışıyor, ara ara patlak veren isyanların altında yatan sebep budur aslında. Şunu da unutmamak gerekiyor ki, İran’ın Ortadoğu’daki politikalarını ikisi de desteklemektedir.

Türk milliyetçiliğinde “öteki” olan milletler değildir, “öteki” olan değerlerdir, İslâm dışı kültürlerdir; Necib Fazıl’da da, Ahmed Arvasî’de de bunu görürsünüz. Fakat Fars milliyetçiliğinde doğrudan öteki milletlerdir.
 
Türk Milliyetçiliğinin Problemi Batı’dır, Fars Milliyetçiliğinde Bu Yok

Bu bahsetmiş olduğunuz iki milliyetçilik anlayışı da aynı köke dayanıyor. Şiiliği tercih eden Farslıların, tercihlerindeki asıl sebeb İslâm karşıtlığı yani?

Söylediğiniz doğru; Şiiliğe sarılmasının nedeni de Araplara, dolayısıyla İslâm’a yenilmiş olmaları. Öfke ve rahatsızlıkları aynı; fakat pratikte söylemleri farklı. Fars milliyetçiliğinin iki temel “öteki”si var; Türkler ve Araplar. Bu iki öteki İran devletinin temel omurgasını oluşturuyor. Türk milliyetçiliğinin en büyük problemi Batı’dır. Hedef hep Batı’dır. Türklük neyin üzerine inşa edilmiş? Batı karşıtlığı üzerine inşa edilmiş.

İran’daki iki farklı milliyetçilik anlayışının örtüşmesi dışta kendisini gösteriyor; fakat içte mezhepçilerle seküler olanlar çatışıyor. Seküler milliyetçiliğe doğru toplum olarak bir dönüş yaşanıyor. İran’ın Ortadoğu siyasetini sadece mezhep üzerinden değil, bu milliyetçilik üzerinden de analiz etmek gerekiyor.

Sünnî dünyada hiçbir mezhebi kaygı olmamıştır. Buna mukabil Şiiler sadece adı Ömer olduğu için Irak savaşında birçok insanı öldürmüştür.

Şu anda İran’daki anayasal yapı mezhepçi bir yapıdır. Lidere “veleyat-i fakih” deniyor. Kendisi Şii olmayan birisi velayet-i fakih olamaz. O kişi siyasetin her şeyidir ve İran’ı yöneten esasında odur. Yasal olarak Sünnîler önemli devlet kademelerine gelemez. İran’da yüzde 15-20 kadar Sünnî var; fakat siyasetteki etkileri sayılarının oranının çok altında. Hatta bazı bölgelerde cami açılmasına dahî izin vermiyorlar. İran toplumunun mezhepçi olduğunu düşünmüyorum; fakat devlet öyle. Anayasası da buna tamamen uygundur. Türkiye’de Ali Şeriati seviliyor ve okunuyordu. Oysa Şeriati Şii mezhepçiliği yapar; fakat bu Türkiye’de dillendirilmez.

Mezhepçilik yapar, “niye yapıyorsunuz?” dersiniz, aynı İsrail’e niye katliam yapıldığı sorulunca “bunlar anti-semitist” demesi gibi “siz mezhepçilik yapıyorsunuz” derler. Bizim ülkemizdeki İrancılar da belli bir kitleyi o zihniyete tâbi kılmıştır.

İran’da yargıyı düşünelim. Şii fıkhına göre hüküm veriyor. Meclis, Şii fıkhına dayanarak karar alıyor. İran’da Anayasa Korucular Konseyi diye 12 kişiden oluşan bir müessese var. Farklı görevleri var. Görevlerinden birisi de mecliste alınan kararların dine aykırı olup olmadığını denetler. Bu konseyin hepsi Şii din adamı ve hukukçudur. Onun içinde Sünnî niçin yok? Bu mezhepçilik değil de nedir? Eğer birisi Şiilerin hakkını gaspetmeye kalkar, onları dışlarsa ona da mezhepçi deriz.

Türkiye’de ve dünyadaki İslâmcılar da değişti. Arap Baharı ve Suriye krizi İran’ın mezhepçi maskesini düşürdü. Arap Baharı’ndan sonra daha önce İran’ı destekleyen İslâmcıların birçoğu “katil İran” demeye başladılar. Türkiye’de böylelerini biliyorsunuz. Mısır’da İhvan iktidara geldi; fakat İranla diyalog kuramadı. İran darbeye de bir hafta sonra ses çıkardı. Ortadoğu’da Sünnî İslâmcıların önemli bir bölümü İran konusunda hayal kırıklığına uğramıştır.

Varılan Nokta Seküler, Ahlaki Dejenerasyon

İran’da protestolar yaşandığında “Devrim Tiyatrosu Bitti” manşetini atmıştık. Tıpkı Sovyetlerin olduğu gibi, İran’ın “rejim ihraç politikası” çöküş yaşamakta?

Verdiğiniz örnek çok yerinde. Sovyetler neredeyse dünyanın yarısına hükmedebilecek bir güce sahipti; fakat içeriden aniden çöktü. Çünkü dışarıdan, adım adım çürüdüğü, yok olduğu, yönetemediği görülmüyordu. Dışarıdan askerî gücü ve ideolojisi görülüyordu, içeride ise rejim toplumun ihtiyaçlarını karşılayamıyor, onu mutlu edemiyordu. İddia ettiği gibi yoksulluğu ortadan kaldıramamış, eşit bir toplum kuramamıştı ve çöktü. Aynı şey İran’da da gözlemlenebilir. İran şu anda Ortadoğu’da çok güçlü görünüyor; o nisbette ise içeriden çürüyor. Sizin iç ve dış politikadaki gücünüz arasında bir orantı yoksa bu sizi yok eder. Dış politikanız sizi refah ve güvenlik olarak sağlama almıyorsa, size iç güvenlik problemi olarak dönüp sizi yok eder. İran ekonomik olarak çok zor durumda, ama en çok kaynağı dışarıya aktarıyor. Sovyetlerde de böyleydi. Bugün Çin çok büyük bir ekonomik güç ama yayılmacı ihtiras göstermiyor. O ihtirasa kapılırsa yarın içeriden çökerler. Buna “barışçıl yükseliş” diyorlar. İran gibi ülkeler ise sağlam bir ekonomiye kavuşmadan, toplumsal sorunlarını çözmeden dünyaya meydan okuyup dünyayı yönetmeye kalkıyor ve bu çelişki tıpkı Sovyetler gibi dönüp onu yok ediyor.

Başarısız bir devrim olarak niteleyebiliriz öyleyse İran devrimini…

İran devrimi özgürlük ve bağımsızlık diye yola çıktı. İktidarı ele geçirdiklerinde devleti İslâm Cumhuriyeti olarak adlandırdılar. Temel sloganları şuydu; “eğer bir ülke İslâm ile yönetilirse o ülkenin ekonomiden siyasete hiçbir sorunu kalmaz, açlık, işsizlik olmaz” iddiasındaydılar. Bu şekilde ideal bir insan, toplum ve devlet üreteceklerdi. Gelinen nokta ise sekülarizme yol açan, dediklerinden uzak bir ahlâksızlık rejimi oldu. Hamaney, “devrim ahlâkî olarak başarılı olamadı” dedi; sanki diğer şeylerde başarılı oldu da… Ekonomide başarısız, siyasette başarısız… Önde gelen siyasîler birbirlerini hainlikle, hırsızlıkla, yolsuzlukla suçluyorlar. Çürümüş bir yapı, yolsuzluğun, hırsızlığın alıp başını gittiği bir yapı var. Başarısızlığını onların iddialarına bakarak rahatça görebiliyoruz. Şu ana kadar ortaya çıkan sorunlar ise buzdağının görünen yüzü. Kültürel problemler de yakında gün yüzüne çıkacak. İran hükümeti iflas etmiştir, bu bir gerçekliktir, her platformda tartışabiliriz.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ederim.


Baran Dergisi 581. Sayı