Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Türkiye Cumhuriyeti Tarihi anabilim dalı hocalarından Prof. Dr. Caner Arabacı ile İstanbul Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde yaptığı Osmanlı dönemi Konya Medreseleri mevzulu konuşma sonrası Selçuklu ve Osmanlı’da “ilim ve medrese eğitimi” üzerine konuştuk.

Medreselerimizin coğrafyamızda maruz kaldığı tesirlerle birlikte içinde bulunduğu şartları değerlendirebilir misiniz?

Göçlerin, savaşların çok olduğu yerlerde medresenin insan unsuru da kayıyor. Siyasî, sosyal istikrarın olmadığı yerlerde eğitimde başarı pek elde edilemiyor. Çünkü eğitim kurumu sosyal zemin üzerine oturuyor. I. Dünya Harbi’nde medreselerin büyük ekseriyeti kapandı. Harp var, insana ihtiyacımız var, kilosu 45 çekeni aldık götürdük seferberliğe. Tükenme noktasına geldik; İstanbul medreseleri de öyle: Çanakkale cephesinde çok şehid verdiğimiz zümrelerden biri de medrese talebeleriydi. Fatih medreseleri bitme noktasına geldi. Göçlerin olduğu yerlerde, mesela Bulgaristan, Makedonya’da çok medresemiz vardı. Balkan harpleri yıllarında bunlar kapanma noktasına geldi, Bulgar işgaline uğrayan yerlerde medreselerin köklerini bile kazıdılar. Mestanlı Ulu Camii’ni gezmiştim, çıkışında sol ön taraf medrese, arsasını bile kazımışlar. Medreseler İslâmî bir kimlik veriyor, değerler yüklüyor ve geleceğe insan unsurunu hazırlıyor. Bir bölgedeki İslâm varlığını yok etmek istiyorsanız, önce İslâm’a insan üreten kurumları yok edeceksiniz. Onun için medreseleri, camileri, minareleri yok etme operasyonu yapıldı. Göçlerin, harplerin olduğu yerlerde ilk saldırılara hedef olan kurumlar arasında medreseler başı çekti. Eğitim kurumu olarak medreseler de sosyal, siyasi istikrar istiyor, bu istikrarın olmadığı yerlerde onlar da etkileniyor. Dağılma, kapanma, göç etme zorunda kalıyor.

Medreselerin medeniyetimizdeki öneminden bahseder misiniz?

Medreseler İslâm medeniyetinin insan unsurunu hazırlayan kurumlardır. Peygamberimiz Medine’ye geldiği zaman Ashab-ı Suffa’yı hazırladı. Günümüzde Ashab-ı Suffa üzerinde çok duruyoruz, fakat Suffa-i Nisaiye (kadınlara özel medrese) üzerinde hiç durmuyoruz. Toplum sadece erkeklerden oluşmuyor, kadınların da eğitimi üzerine bir kurum açıldı. Selçuklu’nun, Osmanlı’nın gittiği her yere eğitim kurumlarını götürmesi ve açması toplum olarak var olmak, sağlam insan unsuruyla varlığımızı sürdürmektir. İnsan unsuru çözüldüğü, kokuştuğu zaman devleti elde tutamazsın.

Fatih “Aksaray” Modelini İstanbul’a Getirdi Çekirdekten?

Tabii. İnsan unsuru sağlam olacak. Dürüst, çalışkan ve doğru olacak. Yani bu insan unsurunu inşa ederseniz varlığınız kalıcı olur. Kafkaslarda Şeyh Mansurların, İmam Şamillerin yaptığı iş de buydu. Ruslara karşı o coğrafyayı koruyabilmek için boş alanlarda bile insan eğittiler. İnsan unsurunu diri tutmadan mücadele edemezsiniz. Bu yüzden Şamil hareketi tarihe “Müridizm” hareketi olarak geçti. Aslında eğitim hareketi. Şimdi bunu günümüzde yaşanan ehli tarikat grubunun dinin lüksü gibi görmemek lazımdır. Çünkü bu varlık-yokluk çalışmasıydı. Balkanlardaki medrese hareketini de Selçuklu’nun Anadolu’ya geliş sürecindeki eğitim hareketi gibi görmekte fayda var. Mesela II. Kılıçarslan başkent Konya olduğu halde Aksaray diye bir şehir kurar. İstanbul’daki Aksaray, bu yapının devamıdır. Fatih, Aksaray’ı İstanbul’a aktarır. II. Kılıçarslan’ın ilk yaptığı iş medrese kurmak. Medrese, çarşı, külliye, insan ihtiyaçlarını görecek hamam ve çeşme; kendine de ak mermerden bir saray yaptırdı. İsmi oradan gelir. Anadolu’da o dönemde âlim az olduğu için Azerbaycan’dan âlimler getirtir. Hatta tüccarlar getirtir ve şehri ihya eder. Bu açıdan eğitim kurumlarını varlığımızın devamı için zaruri unsur olarak görmemiz gerekiyor. Medrese deyince Nizamiye medreseleri akla gelir. Abbasilere yabancı saldırılar sonrası tekrar ihya edilişi söz konusu. Kurucusu Nizamülmülk; Gazali’yi de oraya çağırıyor. Özellikle İran kökenli itikadî farklı hareketler var. Hatta bir ara bu hareketler Bağdat’ı ele geçirdi. İslâm âleminde bunun devamı halinde Fâtımî hareketi meydana çıktı. Zaman zaman Haçlılarla da irtibata geçebilen bir farklılaşma süreci oldu. Nizamiye Medreseleri hakkında Batı da araştırmalar yapmış.

“Manevi Ordular Hazırlanıyordu”
Nizamiye Medreseleri’nin kuruluş amacı neydi?

Bu hareketler, aslında, devletin zemininin kaydığını gösteren delillerdir. Bu hareketlerden sonra nizamiye ortaya çıkar. Nizamülmülk, başbakan olduğu için onun adıyla anılır. Malî gücünü ise devlet karşılar. İddiası şudur: “Nasıl devletin ülkeyi korumak için askerî gücü var ise, ülkenin kimliğini korumak için de Nizamiye ile biz de manevî ordu hazırlıyoruz.” Alparslan Gazi ile Nizamülmülk arasında fitne çıkarmaya çalıştılar, “sen orduya şu kadar para harcıyorsun, medreselere şu kadar harcanıyor.” diye. Nizamülmülk’ün Alparslan Gazi’ye şöyle bir açıklaması vardır: “Sultanım, senin askerlerinin okları en fazla bir fersaha gider, ama burada yetişen insanların duaları arşı âlâya çıkar. Bu manevî ordulara ihtiyacımız var, çünkü bunlar yetişince, bürokrasi ve adalet sistemini dolduracaklar. Ulema sınıfı bu insanlar tarafından oluşacak. Bu insanlar, sistem oluşturur” diye... Gazalî, Nizamiye rektörlerindendi. Gazalî’nin yetişme süreci fedakârlıklarla doludur. Evinden, yurdundan uzakta, ilim peşine koşan büyük şahsiyettir Gazalî. Fatih Sultan Mehmed’in tabiriyle matlab-ı ilim, yani ilmin peşine düşen talebe. Gazalî, Hakk’a ulaşmak yolunda ilme sarıldı. Dönemindeki sapkınlara karşı, ‘insanüstü’ denebilecek bir gayretle çaba sarf etmiştir. Tabiî sapkınlara karşı mücadelesini verirken, diğer yandan da talebe yetiştiriyordu Nizamiye’de. Bunun yanında tasavvuf, medrese dışı ve medresenin zıddı gibi değerlendirilirdi. Hâlbuki medrese tarihinde tam tersi oluşumlar var. Tasavvuf ehli ama eğitime sıkı sarılmış, eğitim kurumuyla mutasavvıf kişiler çıkarma gayretinde olan kuruluşlar hep oldu. Bekir Sami Paşa Medresesi, Islahın İdaresi İslâmiyye Medresesi, Şirvanlı Medresesi gibi bazı medreseler, tasavvufla medresenin bir kurumda birleştirildiğine misaldir. Bu noktada geçmişe dönük, medreseler hakkında araştırma yapılması lâzım. Tasavvufun yaygın olduğu tarihlerde, “medrese dışı insanı eğiten bir kurum” olarak algılandı. Bu yanlış değil elbette. Bazı insanlar medreseye gidememiş, esnaf olmuş, ama tasavvufa da eğilmiş hâldeydi.

“Babaîlik yayılınca manevî ordu yetiştirilmesi gerektiği anlaşıldı”
Ahîlik gibi?

Evet. Ahîler… Kur’an, Türkçe eğitimi, kılıç, ata binme eğitimleri veren bir kurumdu. Ahîlerin tekkeleri ve zaviyeleri var idi. Hâlbuki Selçuklu çağında tasavvuf kurumu devletle irtibat hâlindedir. Selçuklu, toplumun hiçbir kesimini kontrol dışı bırakmak istemezdi. Bu çok önemli bir nokta. Birileri, boşluğu değerlendirirse, o boşluk sizin aleyhinize bir şekil alabilir. Onun için devlet hankâhlara varıncaya kadar şeyhlerini kendisi atar. Bu Osmanlı devrinde de devam etti. İrtibatsız, aykırı hareketler dış güçler tarafından kullanılabileceği için, bu probleme karşı İslâm’ı ve dolayısıyla vatanı düşünen kurumlar üretildi. Mesela Nakşîlik ve Halvetilik bu konuda ön plâna çıkar. Bir dönem Balkanlarda Bektaşîlik üzerinden kaymalar gerçekleşti. İtikad dışı, yani İslâm dışı sapmalar oluyordu. Osmanlı Anadolu’dan Balkanlar’a asker gönderirdi. Balkanlar’a giden askerlerden birisi de Şeyh Hasan idi. Struga’da Halveti dergâhını kurdu. Bu dergâh hâlâ faaliyettedir. 1700’lerde gerçekleşmiştir bu hâdise… Burada temel unsur, samimiyet ve itikaddır. Tabir yerindeyse, kitap ve sünnet ehli bir tarikten bahsediyoruz. Mesela Anadolu Selçuklu devrinde “Babaîlik Hareketi” Moğol darbesine sosyal zemin hazırladı. Kösedağ’ın öncesini görmek lâzım. Devletle çatışan, kendi devletine isyancı bir gruptan bahsediyoruz. Babaîlik yayıldıktan sonra, devlet manevî ordu yetiştirmesi gerektiğini bir kez daha anladı. Mesela Karatay Medresesi, Kösedağ’dan sonradır. Kösedağ 1243, Karadağ 1251 tarihli kuruluşludur. Yine Darûl-Hadis Medresesi, Sahip Ata Darûl Hadis, Kösedağ’dan sonra 1258 tarihlidir. Burada vezirlik ve sadrazamlık görevi yapmış insanlar bulunmuştur. Babaîlik’ten sonra bir toparlanma oldu. Hatta Karatay Medresesi’nin vakfiyesinde Celaleddin Karatay üç sultana atabeylik yapmıştır. Müderrisler için Hanefî olması yönünde şart vardır. Talebelerinki değişik olabilir. Ama hocanın Hanefî olması yönünde kural vardır. Babaîlik darbesinin devleti ne denli kötü hâle soktuğu anlaşılmıştı. Medreseler, devleti, vatanı, milleti bir ve bütün tutmanın temel kurumu idi. İstikrarlıydı. Bin yıl devam etti. Vatanını ve milletini seven kişilerin yetişmesi için, düzgün eğitim kurumlarının olması lâzım. Eğitimin yaz-boz tahtasına çevrilmemesi lâzım. Eğitim gelecektir, ciddi olunmalıdır bu hususta. İnsan hayatını yöneten ve yönlendiren kurumlar şart. Atalarımız eğitim kurumundan hiç vazgeçmedi. Atalarımız böyle cihan devleti oldu! Bizim tarihî mirasımız var… Bu mirası devam ettirmek istiyorsak eğitime hak ettiği değeri vermemiz lazım. Yoksa varlığımızı sürdüremeyiz.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.

Baran Dergisi 583. Sayı