16 Nisan’da gerçekleşecek olan referandum hem yerel hem de global çapta siyasete nasıl tesir edecektir?
Cumhurbaşkanlığı Sistemi, iç siyasete devrim niteliğinde tesirler edecek. CHP, “biz cumhuriyeti kuran partiyiz” diye ısrarcı davranıyor. CHP’ye nasıl bir cumhuriyet kurdun diye sormak gerekir. Yahut da sorulması gereken; Türk halkına layık gördüğün cumhuriyet bu mudur? Niçin bunları söylüyorum. Bugün CHP tarafından çok önemsenen, ki anayasa zaten çok önemlidir, Anayasa Mahkemesi 1923-1950 arasında yoktu. “Cumhurbaşkanı kendi yargısını oluşturuyor, yargılanmamaya dair şeyler yapıyor” diyor CHP. Bunlar doğru değil kesinlikle. Sen hiç anayasa mahkemesi kurmamışsın ki! 1923-1950 arasındaki seçimleri de yargı denetimi altında yapmamıştır CHP. Yüksek Seçim Kurulu 1950’de kuruldu… “Biz kurduk” denilen cumhuriyet bu. Cumhuriyet kurulurken, vatandaşın istekleri göz ardı edildi, demokrasi hakları ellerinden alındı. Güya cumhuriyet! 1946’ya kadar vatandaşlar doğrudan milletvekili seçme hakkına sahip değiller. İki aşamalı sistem vardı; kişiler önce birinci seçicileri seçiyor, daha sonra da ikinci seçicileri seçiyordu. Halk doğrudan milletvekillerini seçemiyordu. Bu hak 1950 yılında millete teslim edildi. 1946 seçimleri tam bir komedi seçimidir. 1950’de ilk defa insanlar, bir aracı olmadan milletvekillerini kendileri seçtiler. Dolayısıyla CHP’nin insanları önleyici sisteminin ilk halkası, bu şekilde kırılmış oldu. İkinci halkası, 2007 referandumunda kırıldı. O zamana kadar insanlar, cumhurbaşkanını doğrudan seçemiyordu. Suudi Arabistan Kralı Selman, Kral Abdullah’tan sonra kral oldu. Suudi Arabistan halkı, “hayır sayın Kral Selman, sen kral olamazsın, bizim oylarımızla seçilmen lazım.” diyebilir mi? Hayır. Veliaht olan tahta geçer. Yahut İngiliz kraliçesi öldüğü zaman yerine Prens Charles geçer, İngiliz halkı krallık için “seçim yapacağız” diye bir şey diyemez. Yani ne İngiliz halkı, ne de Suudi Arabistan halkı krallarını seçemezler. Türkiye’de de bunun benzeri şeyler olmuştur, Türk halkı doğrudan cumhurbaşkanını kendisi seçemezdi. Milletvekilleri aracılığıyla seçiliyordu. Oy kullandırmak zor bir şey değil ki, sandıkları koyarsın insanlar da gider atar. Burada bir yarı Monarşi, CHP saltanatı var. Osmanoğlu Saltanatı’nı kaldırdı, CHP saltanatını getirdi, bunu kasıtlı yaptı. Milletvekilleri cumhurbaşkanını getirecek, sonra da halk seçmiş olacak güya. Koy sandıkları, say oyları. Dünyanın birçok ülkesinde bu var, CHP halkın iradesinin yansımasını istemiyor. Meclis cumhurbaşkanını seçiyor, üç beş parti lideri bir araya geliyor, meclisteki milletvekillerini bazen tehdit, bazen de kandırarak, hatta rüşvet ile cumhurbaşkanı seçiyorlar. Cumhuriyet tarihi boyunca birçok cumhurbaşkanı buna örnektir. Düşünün, üç beş genel başkanı etkileyip, onların oyunu alıp cumhurbaşkanı oluyorsunuz. 300-500 milletvekilinin oyunu almak mı daha kolay, yoksa 79 milyon insandan mı oy almak kolay? 79 milyon insanı nasıl kandıracaksın. Milletvekillerini kandırmak kolay. 79 milyon insanın hangisini kandıracaksın, hangi birini tehdit edeceksin. Milletvekillerine cumhurbaşkanı seçtirip, halka “siz seçtiniz” demek yanlıştır. Birçok cumhurbaşkanı tehditle seçtirilmiştir, en açık tehdit Ali Fuat Başgil’e yapılmıştır. Ankara’da ona bir yer gösterilmiştir, “seni buraya gömeriz eğer cumhurbaşkanı olursan” denilmiştir. Ali Fuat Başgil, değil cumhurbaşkanı olmamış, senatodan istifa edip İsviçre’ye yerleşmiştir. “Cumhuriyeti biz kurduk” ifadesinin altında yatan şey bu. Böyle bir cumhuriyeti Türk halkına layık gördüler. Dolayısıyla 2014’te milletin cumhurbaşkanını seçmesi, devrim niteliğindedir. Şimdi bu 16 Nisan’daki referandum başka bir devrim niteliği taşıyor. Yasama ve yürütme ayrı olacak deniliyor. Şu anda Türkiye’de bu ayrı değil. Mevcut sistemde, vatandaş oyunu atar ve meclisteki milletvekili sayısını belirlemiş olur. Meclisteki milletvekili sayısı kimdeyse, yasamadaki en fazla güç onda olur. Meclisteki milletvekili sayısı fazla olan bu parti, hükümeti kurma hakkına da sahip oluyor. Yani aynı ekip hem hükümeti, hem de meclisi etkisi altına almış oluyor. Dolayısıyla bu yasama ve yürütmenin ayrı olduğu anlamına gelmez. Göz göre göre yasama ve yürütme aynı ekip tarafından yönetiliyor. Buna ayrı diyebilir miyiz? 16 Nisan’da “evet” çıkarsa, yasama ve yürütme o zaman ayrılmış olacak. Biz mevcut sistemde bir tane oy kullanıyoruz, yasama ve yürütmeye; bir taş atıp iki kuş vurmaya çalışıyoruz. Ama yeni gelecek sistemde, insanlar cumhurbaşkanı adayına yani yürütmeye ayrı oy verecek ve meclise yani yasamaya ayrı oy verecek. Dolayısıyla burada yasama ve yürütme ayrılacak. Bununla birlikte insanlar devrim niteliğinde başka hak da elde edecekler. O da şudur; iki tane oy hakkı olacak milletin. Biri meclise, diğeri cumhurbaşkanına. Mevcut sistemde iki ayrı oy vermek yok. Seçimlere gidildiğinde, vatandaşın kapısına iki ayrı ekip gelecek. Birisi yürütmeyi temsil eden cumhurbaşkanı adayı, ikincisi de yasamayı temsil eden milletvekilleri adayı. Burada vatandaş şöyle bir avantaj daha sağlayacak. İnsanların büyük kısmı oy kullanırken, genel başkanı beğenip, milletvekillerini beğenmediği halde aynı partiye oy atıyorlardı. Yani “ben şu genel başkanı seviyorum, bu listedeki milletvekillerini sevmiyorum. Ama bu başkana oy vermezsem sıkıntı da çıkabilir” diye istemeye istemeye oy veriliyor. “Evet”ten sonra öyle bir şey olmayacak. Cumhurbaşkanına ayrı oy, milletvekilleri adaylarına da ayrı oy. “Başka ekibe oy veriyorum” denilebilecek. Dolayısıyla vatandaşın tercih alanı açılacak. Bu muhteşem bir devrimdir.

“Evet” çıkarsa, mevcut hükümet kendini global çapta ispatlamış olacak. Bu dış politikaya nasıl yansır?
Evet. Bizde cumhurbaşkanı-başbakan çatışmaları yaşanıyordu. Yani bir-iki cumhurbaşkanı hariç, bütün cumhurbaşkanları başbakanlar ile yetki çatışmasına girdi. Bu Türkiye’nin istikrarsızlaşmasına sebebiyet veriyordu. “Evet”ten sonra böyle bir şey olmayacak. Batılı devletler, cumhurbaşkanı-başbakan arasındaki yetki çatışmasını kullanabiliyordu. Bazılarını kışkırtıp, sıkıntılara yol açtırabiliyordu. İnşallah bu olmayacak. Lider tek olacak. Dolayısıyla, iç yapımız biraz daha sağlamlaşmış olacak. Vatandaş “evet” diyerek istikrarın devam etmesini istediğini gösterecek.

Hollanda-Türkiye arasındaki krizin ardından Avrupa’da Müslüman-Türk düşmanlığı hortladı. Hatta bazı Avrupa gazetelerinde Türkçe “Erdoğan’a hayır deyin” manşetleri atıldı. Avrupa niçin “hayır” çıksın istiyor?
Devletlerin hayatlarında liderler çok önemli yer tutarlar. Liderler askerî gücünü, ekonomik gücünü, tarihî gücünü hesaba katıp bir dış politika belirler. Bu politikalar, liderden lidere göre değişir; bazen korkak, bazen de güçlü politikalar seyredilir. Bu söylediğimiz hususları hesaba katan cesur liderler, sağlam adımlar atarlarsa ülkelerini kalkındırırlar. Korkak liderler, çekinerek adım atarlarsa ülkeleri oldukları yerde sayar. Türkiye’de uzun süreler olduğu gibi. Osmanlı tarihine gidecek olursak, Fatih Sultan Mehmet’in cesareti, oğlu II. Bayezid’te yoktur. II. Bayezid’teki tutukluk Yavuz Sultan Selim’de yoktur. Hâlbuki Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve II. Bayezid yükselme dönemi padişahlarıdır. II. Bayezid ikisinin arasında gelmiştir. Fatih Sultan Mehmet ile Yavuz Sultan Selim arasında yükselme dönemi kendiliğinden gelsin diye, beklendi. Fatih Sultan Mehmet döneminde “kurumlar sağlamlaştı, devlet hız kazandı” denir. Ama hiç de öyle olmamıştır, Fatih dönemindeki hız oğlu Bayezid döneminde birden kesilmiştir. II. Bayezid dönemindeki tutukluk Yavuz Sultan Selim döneminde kırılmış, devlet yine hız kazanmıştır. Yani liderin önemi çok açık. Bir örnek daha verecek olursak; Sokullu Mehmet Paşa Osmanlı döneminin çok güçlü sadrazamlarından birisidir. Sokullu Mehmet Paşa ölünce Osmanlı yetmiş yedi yıl statik bir hayat yaşamıştır. Köprülülere kadar bu sürmüştür. 1656 yılında Köprülülere gelinceye kadar, Osmanlı hiçbir mağlubiyet tatmamasına rağmen. Çanakkale Boğazı’ndaki iki Venedik gemisi Osmanlı’yı ablukaya almıştır. Osmanlı’nın bu ablukayı kıracak gücü yoktu. Koskoca Osmanlı… Hemen peşinden Köprülü Mehmet Paşa geliyor, aynı Osmanlı bir anda büyük fetihler peşine düşüyor. Liderler toplumları uçurur… Napolyon Bonapart da buna örnek gösterilir. Fransız İmparatoru XIV. Lui’nin döneminde söylenmiş bir şey var, “ekmek bulamazlarsa pasta yesinler” denilmiştir, Fransız halkına. Bunu söyleyen de Lui’nin karısı, Marie Antoinette. Lui zamanında sürünen Fransa, Napolyon Bonapart geldikten sonra uçuyor. Yirmi beş yıl Avrupa’yı titretiyor. Napolyon gittikten sonra Fransa yine sürünüyor. Putin öncesindeki Rusya Başkanı Boris Yeltsin, “ödeyemiyorum borçlarımı” diyor bütün dünyaya. Bakıyorsunuz, aynı Rusya bugün Putin döneminde neler yapıyor. Batılılar bunu çok iyi biliyor, eğer Erdoğan dönemi devam ederse uyuyan dev uyanacak. İşte bu sebeple Batı ve Avrupa Türkiye’de “evet” çıksın istemiyor. Türkiye’nin çevredeki etkinliği hepsinden daha fazla. Türkiye’nin bu coğrafyada bir karşılığı var. Askerî ve ekonomik açıdan onlar kadar iyi olmayabiliriz. Erdoğan, yeri geldiğinde Rusya ile didişmeyi bırakıyor, Türkiye’nin çıkarları için istemeyerek bazı adımlar atabiliyor. Erdoğan, bir Enver Paşa değil! Dikkat ediniz. Erdoğan zayıf bir lider olsaydı, Türkiye’den bu kadar korkmasalardı; kimse şu anda Türkiye’ye cephe almazdı. Dolayısıyla 16 Nisan’dan sonra Erdoğan’ın gücü daha da artacak. Türkiye tabiri caizse, yeniden uçmaya devam edecek. Dünyanın en büyük coğrafyalarından biri olan Mezopotamya bölgesindeki Batı sömürüsü, zayıflayacaktır. İşte bu yüzden Türkiye’den korkuyorlar.

Teşekkür ediyoruz vakit ayırdığınız için.
Ben teşekkür ediyorum…

Baran Dergisi 535. Sayı