İmam-ı Maturidi hazretlerinin tasavvufu dışladığı, mucizeyi reddettiği, “akılcı” olduğu iddialarını nasıl karşılıyorsunuz?
İmam-ı Maturidi’nin vefatı 10. Yy’da vuku buldu. Dolayısıyla o yüzyılda ne bugünkü anlamda tasavvufi yapılar olgunlaşmıştı, ne de tarikat silsilesi tamamlanmıştı. İmam-ı Maturidi üzerinden tasavvuf karşıtlığı da, tasavvuf savunması da hatalıdır; bu bir anakronizmdir. Çünkü İmam-ı Maturidî bu tür bir vakayla karşılaşmamıştır. İmam-ı Maturidî Hazretleri için “zühde, keramete karşıydı” deniliyor. Bu imkânsız bir şey. Açın Kitabu’t-Tevhid’i bakın, Tevilatü’l Kur’an’a bakın birçok cevab bulacaksınız bununla alakalı. Efendim, “mucizeye karşı idi”. Oysa kendisi nübüvvetin en büyük mucize olduğunu ifade ediyor. Şakk’ul Kamer’den (ayın yarılması) bahsediyor. Peygamberimizin sofrasında az yemekle çok insanın doyduğundan bahsediyor. Evliyaullah’tan, Allah dostlarından, keramet ehlinden ve kerametlerinden bahsediyor. Karşımızda bunları dile getirmeyen bir İslâm alimi yok ki. Bunlar bahsettiğim eserlerinde yer alıyor. Aynı eserlerde Ashab-ı Kehf ile ilgili ayetleri tefsir ederken diyor ki, “Allah’ın bazı kullarına bu tür mucizeler veya kerametler nasibi reddedilemez.” Yani bunun aksini iddia edenlerin neyi kastettiğini anlamak mümkün değil. “Akılcı idi” iddialarına karşı şunu söyleyeyim; bir defa kelam sistemini iyi anlamak, tanımak lazım. Kelâmî akıl, “tevhid, nübüvvetin isbatı, Allah’ın varlığı ve sıfatları” gibi meselelerde aklı esas alır. Sem’iyyat’a gelince, (kabir azabı, miraç, mucizeler, keramet vs) bu bahiste de nakli esas alır. “Buna dair nas vardır, reddedemeyiz” der. İmam-ı Azam ve İmam-ı Maturidi dahil olmak üzere hepsi kabir azabını, Mirac’ı kabul eder.
 
“Sabiteler Olmadan İtikad Olmaz”
Özellikle ilahiyatçı çevrelerde rastlanan bu tür iddialara hangi kimlik veya zihniyetle sahip çıkılıyor olabilir? 
Maalesef bugünkü akılcılara sorsanız bunları reddediyor. Bir de bu iddiaları Maturidî Hazretleri’ne yaslıyorlar. Sürekli söylüyorum, hatta bunları Mutezile’ye bile yaslayamazsınız. Kabir azabını Mutezile bile kabul etmiş. Yani bugünkü modernistlerin iddiasını savunan hiç kimseyi bulamazsınız. Bu akılcılık da değil, bu bir pozitivizm. İmam-ı Maturidi’nin “tefekkür, tezekkür, tedebbür” dediği akıl dünyasını inşa ettiği yer akl-ı selimdir. Ve bu Kur’an’ı, vahyi esas alan akıldır. Allah’ın merhameti ve muhabbetiyle hemhal olmuş bir akıldır. Çok yanlış, garip bir şekilde türlü “Maturidî anlatıları”na rastlıyoruz.  Bu gidişle itikadda imamızı tasfiye edecek, ortadan kaldıracaklar. Büyük ihtimalle bu tür iddiaları ileri sürenler “itikadda mezhebiniz nedir” sorusuna da cevap veremeyecekler. Türkiye’de garip bir şekilde, maalesef ilahiyat fakültelerinde de öyle, “itikadda mezhep olmaz” diyen adamlar “İmam-ı Maturidî” diyor. Mezhebin yoksa o zaman İmam-ı Maturidî kim? İki Maturidî var. Biri mezhep imamız olan Maturidî, diğeri de kültürel anlamda mütefekkir, entelektüel bir imam var. İkinciyi kendilerine “imam” yapmışlar. Biz mezhep imamımıza sarılıyoruz. Benim için İmam-ı Maturidî mezhep imamıdır. Onların kültürel plânda ele aldığı “İmam” gerçek İmam-ı Maturidî değil. Aidiyet çok önemlidir. İtikadî bir mezhep olduğu için sabiteleri çok önemlidir. O sabiteler olmadan itikad olmaz, inşa edilemez. Sabiteleri olan İmam, gerçek İmam Maturidî’dir.
 
Röportaj: Cumali Dalkılıç

Baran Dergisi 617. Sayı