Dünyada hiç bir zaman görülmediği kadar karışık bir dönem yaşanıyor. Her bölgede çatışmalar ve kaos hâkim. Bu kaosun hâkim olmasında da hiç şüphesiz, sizin tabirinizle “emperyalist çete”nin bir tesiri var. Bu çatışmaları körükleyerek neticede nereye varmayı hedefliyorlar?

Siyonizm’in esiri olmuş, Siyonizm tarafından işgale uğramış devletler vardır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi bu ülkelerdendir.

Çin, Komünizm ile yönetilen bir ülke. Bu ülkenin rejimi Komünizm olabilir; fakat perde arkasında farklı bir görüntü var. 1940’larda Siyonizm burayı işgal etmiş. Dünya savaşları sırasında Çin’in 30 milyon insanı Japonlar tarafından öldürüldü. Buna rağmen Japonya ile seviyeli ilişkileri var, ama genelde gergin. 1940 yılında Yahudiler, Çin’in en önemli maden yataklarını ve elmas ocaklarını gaspetmiştir. Dünyaya buradan maden ve elmas pazarlamışlardır. Aslında Komünizm’in arkasında sömürgeciliğin esir ettiği bir devlet var.  Çin’in bütün sanayisi Yahudilerin elindedir.

İngiltere’den çok fazla söz etmeye gerek bile yok. Siyonizm’in egemen olduğu devlet. Kraliyet esirdir. Bugün ABD’yi kral görmek yanlıştır; çünkü İngiltere ABD’nin babasıdır. İngiltere, Hıristiyan dünyasının gizli hâkimidir. İngiltere’nin bugün Asya ve Afrika’da yeniden hâkim olma çabasına bakarsanız bunu daha rahat görürsünüz. Emperyalizmin ana beyin merkezidir.

ABD ise emperyalizmin kobay güç merkezidir. Amerikalıların onlara ait bir düşüncesi yoktur. Tarihi yoktur. Bütün geçmişi Çengelköy’deki çınar ağacı kadar yoktur.

Fransa, Yahudilerin mistik şehri, kültür merkezidir.

Bir tiyatro sergileniyor. İngiltere piramidin tepesinde... Çin sömürgeciliğin bugünkü üretim merkezidir. Fransa kültür-sanat merkezi… Amerika ise silahlı gücüdür. “Peki, Rusya nedir?” derseniz, petrol yataklarının ve medyasının kimin elinde olduğuna bakmanız yeter. Global yapı üzerine birçok şey konuşulabilir; ama İngiltere dünya haritasını yeniden dizayn etmeye çalışmaktadır.

ABD artık vatandaşlarını doyuramıyor. Avrupa Birliği çok zor durumdayken, İngiltere “ben kaynaklarımı Avrupa’yı kurtarmaya harcayamam” diyerek Brexit ile AB’den ayrılıyor. Avrupa Birliği yerel yönetimler fonunun ise %60’ına kadarını kullanmak; yani bir verip 50 almaktadır. Emperyalizmin vahşi yüzünü İngiltere’ye bakarak görebilirsiniz.

Bugün “Irak, Libya, Suriye ve Afganistan ile yetinmiyor, Türkiye’nin yok edilmesi gerekir, Pakistan’ın bölünmesi gerekir” diyorlar. Her bölgeyi karıştırıyorlar. “Yetmez daha fazla savaş” diyorlar.

Kapitalist sistemin çöküşün eşiğine gelmesinden dolayı mı yeni bir sistem arayışına girdiler?

Kapitalizm artık tıkandı. Zirve noktasından aşağı doğru inişe geçti. İngilizlerin en önemli özelliği, bugün katlettiği insanların çocuklarıyla yarın masaya oturup bir şekilde anlaşması, anlaşmaya razı edebilmesidir.

Rusya’nın Siyonizm’in esiri ülkelerden birisi olduğunu söylediniz; fakat Putin 2010’larla beraber oligarklara büyük darbeler vurdu. Rusya’ya yapılan operasyonlar da var. Bahsettiğiniz Siyonist etkisini kırmasından mı kaynaklanıyor bu operasyonlar?

İsrail’in vatandaşlığa kabul ederken belli kriterleri vardır. Bir Afrika Yahudisi siyahî olduğu için vatandaşlığa kabul edilmiyor. Ortadoğu’daki Yahudiler de öyle. Buna karşın Rusya’dan gelen Yahudiler İsrail’de çok etkili oluyor. İsrail politikasını yönetenler de bunlardır. Putin’in önünün kesilmesi için önemli hamlelerde bulundular. Rus medyasının %80’i Yahudilerin elindeydi, Putin bunu tehlike olarak algıladı ve gerekeni yaptı. Türkiye’yi paralel yapıyla alâkalı ilk uyaran da Putin’dir. Rusya’da FETÖ okullarının kapatılmasını sağladı. Dediğiniz gibi bu operasyonların sebebi Putin’in Siyonist tesirini kırmasıdır. Putin, istihbarat marifetiyle erken davranarak bunu başarmıştır.

FETÖ uluslararası bir proje... Ilımlı İslâm projesinin en önemli aktörü. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün Türkiye’de akamete uğramasıyla bu projenin tam olarak çöktüğü söylenebilir mi?

Herkes bugün doğru yolda olduğunu düşünerek bir şey yaparken, bu fikrin yarın yanlış bir fikir olduğu ortaya çıkar mı bu iyi tartılmalıdır. Yıllarca FETÖ denilen örgüt Türkiye’nin geleceği için “Ortasya’dan Afrika’ya Amerika’dan Avrupa’ya bir şey yapıyorum, yapmaya çalışıyorum” dedi. İnsanlarımızı böyle sömürdü. Bunu yaparken gelecekte Türk toplumunu ileri taşımak iddiasıyla yaptı. Bizim dinî hassasiyetlerimizi kullanarak, din üzerinden bizi sömürgeleştirmeye çalıştı. Bunu bir nebze başardı. En önemlisi FETÖ bunu uysal bir kimliğe bürünerek yaptı. Ulusalcılar bugün en çok bir cemaat dolayısıyla diğer tüm cemaatleri tehlikeli olarak gösterme argümanını kullanıyor.

Bu yapıyı hiç bir zaman cemaat olarak nitelendirmeyen Müslümanlar da var.

Ben 1997 yılından beri “bunlar uluslararası lobidir” diyorum. 2011’de itibaren ilk “haşhaşîler” diyen de benim. 1997’de eski Taksim Platformu’nun ismi Abant Platformu oldu. O dönemde ben Refah Partisi Ümraniye İlçe Başkan Yardımcısı olarak o toplantılara katılıyordum. Taksim toplantılarında Refah-Yol’un düşürülmesi gerektiği söylendiğinde, “bir dakika ben bu partinin üyesiyim” dedikten sonra bir daha toplantılara çağırılmadım. Türkiye’de cemaatler sosyolojik olarak incelenmesi gereken yapılar. Bizim temelde ortak noktamız İslâm ve farklılıklarımız da zenginliklerimiz olmalıdır. Hak mezhepler üzerinde zaten bir sıkıntı yok, çatışma yok. Bunun dışında birilerinin güdümünde hareket eden yapılara da çok dikkat etmek gerekiyor.
İlk olarak şunu söyleyeyim, İslâm’ın ılımlısı, radikali olmaz. Bu proje 1960’ların projesidir. İngiltere bölgenin yeniden dizayn edilmesi için bu fitneyi 1960’larda ortaya atmıştır.

I. Dünya Savaşı öncesinden Vahhabîliği destekleyerek yaptığı gibi mi?

Aynı şekilde... Vahhabîlik bugün İslâm coğrafyasını en büyük çıkmazlara sürükleyen akım. Daeş’i görüyoruz. Bir İngiliz projesi olduğunu unutmamak lâzım. 1990 sonrası “ılımlı İslâm” en çok kullanılan tabirlerden biriydi. “Züppe” ve modernist bir Müslüman üretme projesiydi. Bunu süsleyerek bize uzun yıllar yutturdular. 28 Şubat sürecinde bakın “ılımlı İslâm” ne kadar kullanılmış? O dönemde imam-hatipler kapatılırken, FETÖ okullarına bir şey olmadı. Mütedeyyin Müslümanların çocukları da bu okullara yönelmek zorunda kaldı. Bu çocuklarımızı zehirlemek için bir projeydi. O günkü devlet kadroları da bu zokayı yuttular.

Hâkim güçler, İslâm dünyasının yeni bir ihya hareketi ile medeniyet inşâsının ve Avrupa’da İslâm’ın hızla yükselişinin önüne geçmek istediler. Daha önce ortaya çıkardıkları Selefî kültüre karşı ılımlı İslâm’ı desteklediler. Daeş gibi yapılar üzerinden de propaganda yaptılar.

FETÖ’nün birçok devlette hâkim olduğu söylendi. Hâkim oldukları diğer devletlere nazaran Türkiye’nin ehemmiyeti nedir?

FETÖ’nün Güney Afrika’da 1,5 milyar dolar değerinde külliye ve AVM’si var. Kırgızistan, Türkmenistan gibi ülkelerde çok hâkimler. Fetullah Gülen’in özellikle 1996 sonrasında Vatikan ile özel görüşmeleri vardır. Bu görüşmelerin bir tanesinde de bir mektup kaleme alır. Bu mektupta, “Fetullah Gülen olarak Papa hazretlerini Anadolu’da kucaklamaya hazır olduğumu ve Anadolu’nun da Vatikan’ı kucaklamaya hazır olduğunu beyan ediyorum” diyor. Bunu Nurettin Veren ifşa etti. Nurettin bey ile 12-13 program yaptım. Derinlemesine inceledik. Darbe öncesinde de 29 Mart’ta Genelkurmay’ın darbe yapacağını bir yazımda belirttim ve 30 Mart’ta Genelkurmay’ın talebiyle bana soruşturma açıldı. 15 Temmuz FETÖ’nün “altın nesil”inin bir adımıdır. Bu “altın nesil” 92-93 mezunlarıdır. Gülen 15 Temmuz öncesi darbe yapılacağının sinyallerini verdi. 20 yıllık kamu yapılanması... Subaylar, emniyet amirleri, genel müdürler, bölge imamları... “Altın nesil”deki askerler tuğgeneral ve tümgeneralliğe yükselmiş askerler... Silahlı kuvvetler ve diğer devlet kurumları bünyesinde üst mevkilere gelmiş kişilerin yeni bir oluşuma giderek idareyi ele geçirmesinin zamanının geldiği düşünülüyordu. İngilizlerin yeni dünya düzeni düşüncesine uygun bir yapı kurulacaktı. Fetullah Gülen, Papa’yla, uluslararası ajanslarla görüşürken bunu açık açık beyan etmiştir. CIA ikinci başkanı bile karşısında diz çökerek onunla özel görüşmeler yapmıştır. Buna rağmen başarısız oldular; çünkü Türk toplumunun kendilerinden bu kadar nefret ettiğinin farkında değillerdi. Paralelin militanları dahî Fetullah Gülen’in bu kadar barbar olduğunu düşünemediler. Geçmişte paralel yapıda yer almış şahısların neredeyse %80’i bugün Fetullah Gülen’e beddua ediyor. Kimse böyle bir ihaneti beklemiyordu. Ayrıca Türk istihbaratı da iyi çalıştı.

Başarısız oldukları için ise bunların müttefiki olanlar Türkiye’ye destek vermeye başladılar. Kürtlerin oyuna gelmemesi, Barzani’nin Türkiye ile yakınlaşması, Suudi Arabistan’ın bu yapıya karşı çıkması, hatta Azerbaycan’ın o gece işgal girişimine direnmek için hazırlıklar yapması, Pakistan’ın desteği Türkiye’nin önemini gösteriyor aslında. Tüm bunlar İngiltere ve ABD’nin politikalarının bir gecede nasıl çöktüğünün göstergeleridir. Burada Barzaniler üzerinde de özellikle durmak gerekiyor. Türkiye’ye karşı operasyonlar yapılırken, İngiltere’ye, ABD’ye, İran’a rağmen Türkiye’nin yanında olarak dik bir duruş sergilemiştir. Bu duruş bölgedeki dengelerin geleceğini de etkileyecektir.

Rusya ve Türkiye’ye aynı anda saldırıyorlar...

Bir not olarak belirtelim; Putin ve Erdoğan birbirine çok benzeyen iki liderdir. Erdoğan kendi ülkesinin küllerinden yeniden doğmasını istiyor. Putin de aynı şekilde... Avrupalılar, Türkleri barbar diye tanımlar, Rusları ise köylü barbarlar olarak tanımlarlar. Rus tarih ve medeniyeti Türklere benzer. Kültürlerin harmanlandığı bir coğrafyada komşu olarak bin yıl boyunca birlikte yaşamışız. Bize İslâm’ın direkt temsilcisi olduğumuz için barbar derler, Ruslara ise Türklere benzedikleri için köylü barbarlar derler. Batı’nın Erdoğan ve Putin’den bu kadar nefret etmesinin sebebi bu iki liderin devletlerinin millî çıkarlarını savunmalarıdır. Dolayısıyla Türkiye ve Rusya ilişkileri ortak düşman Batı’ya karşı gelecek dönemde belirleyici olacaktır.

Geçtiğimiz günlerde yapılan 23. Enerji Kongresi’nde emperyalizmin üzerine oyunlar oynadığı devletlerin temsilcileri tabir-i caizse Batı’ya meydan okudu. Bu kongre nasıl bir mesaj içeriyordu?

Batı derken, bugün Batı’yı da yeniden tanımlamamız gerekiyor. Mesela, Almanya, Amerikan ekonomi sistemi tarafından batırılmak isteniyor. Dutsche Bank meselesini biliyorsunuz. Almanya silah sanayiini kullanmadan dünyayı ekonomik olarak istila etmeye başladı. Derin Yahudi lobisi bunu hazmedemiyor. Deutsche Bank meselesinin Türkiye ile de bir alâkası var. Bu banka Türk fonlarını çok fazla kullandı. Türkiye de buradan zarar görebilir; ama enerji politikalarında ve global güçlerin kavgasında Türkiye altta kalıp ezilmiyor. Çünkü yaşanan her şeyin Türkiye alâkası var; çünkü sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan “dünya beşten büyüktür” diyor ve meydan okuyor. 15 Temmuz sonrası da müthiş bir özgüven kazanıldı. Gelecek dönem için Türkiye’nin bu özgüveni hâkim güçleri ürkütüyor. Bu enerji kongresi de Türkiye’nin bir mesajı ve global planda “ben de varım” dediği yeni bir adımdır. Türkiye artık ABD’ye açık açık rest çekebiliyor, diplomatik dille tehdit ediyor. Artık 15 Temmuz öncesindeki Türkiye değiliz.

Dünyanın merkezi bizim bulunduğumuz bölge, dolayısıyla bütün dünyanın gözü burada. Dünya yeniden şekillenecekse burada şekillenecek. Müslümanlar artık çok daha uyanık olmak zorundadır; ki zaten temel sorun da başkalarının ne yaptığıyla ilgilenmekten ziyade kendimizin ne yaptığıyla ilgilenmekten geri durmamızdır.

Başika üssü meselesi geçtiğimiz hafta çok tartışıldı. Tam da Musul’a yapılacak olan operasyonun öncesinde Başika’nın Irak hükümeti tarafından gündeme getirilmesinin amacı nedir? Irak hükümeti kimlerden cesaret alarak Türkiye’ye kafa tutuyor?

Musul bizim için önemli bir bölge. Lozan ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin iyi incelenmesi gerektiği kanaatindeyim. Nasıl ki Ege’de dibimizdeki adalar Yunanlara verildi, Musul ve Kerkük de o şekilde bizden alındı. Bugün de Türkiye’nin yeniden o bölgede söz sahibi olmasının önüne geçilmeye çalışılıyor. 1960 askerî darbesini yapanlar Musul üzerinde Türkiye’nin bir daha hak iddia etmeyeceği yönünde teminat vermiştir. O günden bugüne o mesele kapatılmıştır; fakat kim ne söylerse söylesin Musul bir Müslüman Türk toprağıdır. Tapuları Osmanlı sultanları üzerine tahsis edilmiştir. Dolayısıyla İngiltere ve ABD, bölgenin petrol zenginliği dolayısıyla Türkiye’nin eline geçmesine var güçleriyle karşı çıkmaktadırlar. Oralardan geri çekilmemiz bu saatten sonra beklenemez.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Önümüzdeki süreç çok çetin ve meşakkatli geçecektir. Ortadoğu’dan Balkanlara, Asya’dan Afrika’ya tesir sahasını genişleten ve büyüyen Türkiye’nin önünü kesmek için açtıkları savaşı devam ettirecekler. Her vatan evladının bu savaşı iyi okuması gerekmektedir. Okuyamazsak tedbir de alamayız. Yeni dünya düzeni bizim vuracağımız mühürle inşa edilecektir.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ediyorum.


Baran Dergisi 510. Sayı