Suriye meselesinin gündemi çok meşgul etmesi hasebiyle, Doğu Türkistan biraz arkada kaldı. Şu anda Doğu Türkistan’da neler yaşanıyor?
Dediğiniz gibi maalesef Türkiye ve dünya kamuoyunun gündemi, Suriye… Özellikle mültecilerin iade anlaşması… Uluslararası alanda da gündem bu şekilde, çok farklı bir şey söyleyemeyiz. Daha sonra da Rusya’nın atakları; gerek Ukrayna-Kırım, gerek Gürcistan, gerek Suriye ve en son da Azerbaycan-Ermenistan ara bulma hadiseleri. Uluslararası gündem Doğu Türkistan’ı sürekli arka plana atıyor. Bu konuda şikâyetçi ve mağduruz. Doğu Türkistan şu anda yoğun hak ihlallerinin ve yoğun demokrasi ihlallerinin yaşandığı bir bölge… Özellikle Müslüman Uygur Türklerine yönelik Çin’in Ateist ve Komünist baskıları her geçen gün daha da artarak sistematik bir şekilde uygulanmakta... Ama maalesef bu dünya kamuoyunun gündemine gelmediği gibi, bizimle direkt ilgilenmesi gereken İslam İşbirliği Örgütü de bu konuda hiçbir gayret-çaba göstermiş değil. Tamam, Avrupa Parlamentosu’nu, NATO’yu, Birleşmiş Milletleri anlıyorum. Bunların buralarla ilgili herhangi bir aidiyeti ve manevi sorumluluğu olmadığından dolayı bunu anlayabilirim. Yoksa bu grupların, uluslararası olması bir kuruluş olması hasebiyle Doğu Türkistan’a insan hakları bağlamında elbette sorumluluğu var. Bu grupların görev tanımlamasında da Doğu Türkistan bölgesi o bölgeler içerisinde mevcut. Ama bizi direkt ilgilendiren ve bizim direkt beklenti içinde bulunduğumuz İslâm Örgütü de, Müslümanların ibadet yasağı, Ramazan’da oruç yasağı, başörtüsü, sakal, Kur’an-ı Kerim eğitimi gibi yasaklarla sık-sık gündeme gelen Doğu Türkistan’da çıkan hadiseler, yapılan katliamlarla ilgili neredeyse ilgisiz. Hatta 1 Ocak 2015 tarihi itibariyle, Doğu Türkistan’da bütün ibadetler, bütün İslâmî semboller, karakterlerin tamamı anayasal suç kapsamına alındı. Bu yasağa uymayanlar da terörist olarak suçlanıp yargılanmakta… Terörist muamelesine maruz kalıyor insanlar. Ramazan’da oruç yasaklanmasına karşı, İslâm İşbirliği Örgütü’nün tek kelime ile dahi olsun itiraz etmediğini görüyoruz. Hatırlarsanız 2014’ün Ramazan’ında Doğu Türkistan’da, Kaşgar iline bağlı Yarkent ilçesinin Biliçbuğ ve Handil köylerinde iki gün Ramazan’da oruç yasağı uygulandı. Ve bu dönemde Kadir Gecesi’nde kadınların itikafta bulunduğu bir ortamda, o kadınlar, “kılık kıyafet yasağına uymadıkları gerekçesiyle” bulundukları ortamdan zorla götürülüp karakolda işkenceye maruz kaldılar. Daha sonra buna karşı Yarkent ilçesinde insanlar ertesi gün sokağa dökülerek, “bu hadise çözülsün” dediler. Ve bunu da “devlete karşı isyan ve terörizm” diye adlandırdılar. Daha sonra da bahsettiğimiz iki köyü yerle bir ettiler ve katliam yaptılar. Bizim bölgeden aldığımız bilgiler ve görgü tanıklarının şehadeti doğrultusunda en az 5 bin civarında Müslüman, Doğu Türkistanlının ölüsü orada çürüdü. Bu da Ramazan’ın birinci günü… Bu birkaç farklı görgü tanığının tanıdığıyla gelen bilgiler arasında. Bunu bazı insan hakları örgütleri raporlar ve bildiriler yayınladılar. Her ne kadar gündem olmasa da, o bölgede bir katliam ve hukuk ihlali yaşandı. Bu uluslararası kayıtlara düştü.
Yine Ramazan ayına doğru yaklaşıyoruz. Bu Ramazan’da da Çin’in böyle zulmetmesi bekleniyor mu acaba?
Çin’in önünde hiçbir engel yok. Çin her şeyi yapabilir. Komünist ve Ateist bir yönetim… Komünizmin felsefesi de İslâm’a karşı savaştır. Komünizm, İslâm’ı kendisine bir tehdit olarak görmekte. Algılayış şekilleri yanlış… Bugün Ateizm ile İslâm arasındaki bu mücadelede, Çin yönetimi Doğu Türkistan’da adı konmamış bir savaşı uygulamakta.
Müslümanlar da dahil, uluslararası camianın bu meseleye sahip çıkmamasının sebebi nedir?
Sebebi çok açık; birincisi Çin bugün 1 milyar 300 milyonluk nüfusuyla, yıllık ortalama % 8-9’luk ekonomik kalkınmayı gerçekleştirebilen bir ülke. Çin, cezaevlerini adeta çalışma kamplarına, fabrikalara dönüştürmüş vaziyette… Bedava işçi, sömürge olarak elde etmiş olduğu yerler başta Doğu Türkistan’dan elde etmiş olduğu doğal kaynaklar. Doğu Türkistan’dan bedava götürülen, yeraltı ve yerüstü kaynakları Çin’i kimsenin rekabet edemeyeceği bir avantaja sahip kılıyor. Aynı hukukî-ahlakî bir mantıkla kendisini bütün dünyada avantajlı konuma getirmiş durumda.
Yani, iktisadî ve nüfus gücünden dolayı kendisini her şeye yapmakta haklı buluyor?
Tabiî. Bugün dünyanın en ucuz üretim üssü, Çin... Dünyanın en büyük ekonomik pastasına sahip... Öte yandan başta Amerika ve Batı grubunun mağdur ettiği birçok ülkeler Çin’i adeta “kurtarıcı-can simidi” olarak görülmekte. Stratejik ortak olarak görünmekte ki, Türkiye de zaman zaman aynı hataya düşüyor. Özellikle İslâm dünyası Çin’i kendileri için stratejik müttefik olarak görmekte. Bazı İslâm ülkelerini ziyaret ettiğimde şunu üzülerek müşahede ettim; Çinlilerden bahsedilirken insanların hayırlısı olarak denildiğini duydum. Bizim bu kardeşlerimiz nasıl Ateist bir ülkede, Komünist idareyle yönetilen dinsiz bir milleti “insanların hayırlısı” olarak adlandırır. Bu tamamen Amerika-Batı ve İsrail eksenli yaşanmış olan dengesizlik-istikrarsızlıkların Çin tarafından telafi edileceğini sananların zihniyeti. Özellikle Filistin-İsrail meselesinde Çin’in göstermelik olarak Filistinlilerden yana tavır alıyor görüntüsü insanları aldatıyor. Çin ikili oyun sergiliyor; Çin hiçbir zaman Müslümanlardan yana değildir. Bundan biraz evvel de bahsettim, Ateizm nasıl olur da Müslümanlarla dost olur. Bu inşallah İslâm dünyası tarafından, ilerleyen dönemlerde çok daha net anlaşılacaktır.
Türkiye hükümetinin, Doğu Türkistan meselesine bakışını müspet buluyor musunuz?
Tabiî. Buna cevap vermeden önce şunu söyleyeyim. Çin’in Filistinlilerden yana olan tavrını test etmek istiyorsanız; Doğu Türkistan’da Filistinlilerle aynı inancı paylaşan Doğu Türkistan Müslümanları var. Eğer Çin burada Filistinlere karşı samimi olsaydı, Doğu Türkistan’daki Filistinlilerin kardeşi olan, mazlum Müslümanların ibadetlerine, hürriyetlerine, namus ve iffetlerine saygı duyardı. Doğu Türkistan’da bu hukuksuzluğu-katliamları tüm İslâm dünyasının gözünün içine bakarak uygulamazdı. Çin’in, Filistin-İsrail meselesindeki niyetini sorgulamak isteyen varsa Doğu Türkistan’a bakarak meseleyi anlayabilir. Sorunuza gelince; Türkiye-Çin hadisesi… Maalesef benzer yaklaşımları da Türkiye’den görüyoruz. Türkiye’nin yedi düvele karşı mücadele ettiği, komşularla sıfır sorun politikası diye yola çıktığımız bir dönemde; maalesef birçok komşumuzla bugün problem yaşıyoruz. Irak-Suriye-İran-Rusya-Ermenistan-Yunanistan vs. ortasındayız. İçeride de sözde PKK olan, ancak şu anda ne olduğu belli olmayan dünyadaki birçok güçler tarafından müttefik kabul edilen PKK’yla mücadele etme durumunda kalmış bir Türkiye’den bahsediyoruz. Şu anda Türkiye adeta Çanakkale’de kimlerle mücadele ediyorsa bugün de içeride ve dışarıda aynı güçlerle mücadele veriyor. Bugün Türkiye bağımsızlığını muhafaza noktasında, ciddi bir imtihandan geçiyor. Böyle bir ortamda Türkiye’ye “Doğu Türkistan meselesine sahip çıkamadı, ilgilenmedi” demek istemiyorum. Ancak şöyle bir realite var ki, Türkiye bugün Mısır’daki, Suriye’deki, Irak’taki, Filistin’deki birçok adaletsizliğe-diktatörlere karşı mazlumun yanında adaletli bir yaklaşım sergiliyor. Yani maddî, manevi, siyasî alanda onların yanında yer aldığını tüm dünyaya ilan ediyorsa bugün Çin işgali altındaki mazlum Doğu Türkistanlı kardeşlerimize de aynı şefkat ve merhametle yaklaşarak, Çin’e karşı daha dik duruş sergilemesi gerekir. Yalnız şunu da ekleyelim, bugün Türkiye’nin yukarıda bahsettiğimiz ülkelerdeki mazlum kardeşlerimizle dayanışması her türlü takdirin üzerindedir! Aynı şeyin Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz için de yapılması Türkiye için daha gerçekçi ve inandırıcı olur. Mısır-Suriye-Irak-Filistin, kısacası bu coğrafyadaki kardeşlerimize, İslâm kardeşliği hukukuyla sahip çıkıyoruz. Doğu Türkistan meselesinde, oradan yükselen feryada karşı Türkiye’nin tavrı yeterli değildir. Çünkü Doğu Türkistan’da yaşanan zulüm; çok net ifade ediyorum, bugün Filistin’de, Suriye’de, Mısır’da yaşananlardan farklı değil. Çin bugün kapalı bir rejim, Doğu Türkistan’da binlerce kardeşimiz kendi vatanlarını, topraklarını, ailelerini, en kutsallarını terk ederek hiç bilmedikleri bir meçhule doğru hicret ettiler.
15-20 yıl evvelden bugüne baktığınızda, Doğu Türkistan meselesinin halli konusunda ümitvar mısınız?
Allah’a inancımızdan kaynaklı bir ümidimiz var. Yoksa Çin’in değişen yöneticileri, Komünist Partisi genel sekreterleri Jiang Zemin’den Hu Jintao’ya, Hu Jintao’dan Xi Jinping’e Komünist partide iktidar değişti. Mücadele devam ediyor ve Doğu Türkistan ile ilgili tek bir umut ışığı görmüyoruz. Her gelen gideni aratıyor. Doğu Türkistan’daki despot yönetim şiddeti azaltacağına, katliamları daha da artırıyor. Çin’in içindeki diğer etnik milletler yahut farklı dinlere mensup grupların her birinin kendine göre bir beklentisi var. Açıkçası biz de Doğu Türkistanlılar bir azınlık olarak bu beklenti içerisine giriyoruz tabiî olarak. Maalesef bu beklenti hüsranla son buluyor. Xi Jinping bunun da son örneği. Jinping iktidara geldikten sonra Hotan’de büyük bir katliam yaşandı. Yukarıda da belirttiğim gibi, Yankent’in iki köyünde 5 bin Doğu Türkistanlı kardeşimiz katledildi. İnsanların can, mal, namus güvenlikleri ve mahremiyetleri kalmamış durumda. Müslümanların evlerine geceleri operasyonlar düzenleniyor ve erkekler zorla götürülüyor. Bu baskınlarda sorgusuz-sualsiz istediğini vurabiliyor, infaz edebiliyorlar. Yargısız-sorgusuz götürülenlerin de akıbetinden haber alma imkânımız yok. Böyle bir ortamdan bahsediyoruz. Umutlu olmak için hiçbir dayanak yok. Umudumuz sadece Allah’a olan inancımız! Elbette, zulmün ebedi olmaması inancıyla buralardayız. Doğu Türkistan’daki kardeşlerimizin, millî ve manevî şuur açısından daha tekâmüle doğru bir yaşantıyı tercih ediyor olmaları umutlu olmamıza sebep olmakta. Ateşin içerisinde Hz. İbrahim’i muhafaza eden Allah, 1 milyar küsur Ateist-Komünist vahşi Çin işgalcinin zulmüne karşı da bizi muhafaza eder diye düşünüyorum.
Türkiye’deki Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin, zulüm altındaki akrabalarıyla bir bağlantısı sağlanabiliyor mu acaba? Onlarla irtibat kurabiliyorlar mı?
O bölgede her şey sansürlü, her şey devletin kontrolünde... Her türlü telefonlar dinleniyor. İnternet ortamında bile akrabalarınızla iletişim kurduğunuzda eğer Çin tarafından “sakıncalı” olarak kayda alındıysanız, akrabalarınızı aramanız mümkün değil. Aradığınız takdirde, “işbirlikçi, terörist, bir örgüt mensubu” olarak ele alınıyorsunuz ve ağır cezalara çarptırılıyorsunuz. Sıradan bir Doğu Türkistanlı bile yurtdışından memleketindeki akrabasını ararken bile sadece “nasılsın,  iyi misin” haricinde bir telefon görüşmesi gerçekleştiremiyor. Onun dışında Doğu Türkistan’daki insanların yaşantıları ve sıkıntılarıyla ilgili bir konuyu telefonda konuştuğunuzda, oradaki akrabanız derhal karakola götürülür belki hapishaneye de atılır. Doğu Türkistan’da birinci, ikinci dereceden akrabası olan insanlar yurtdışında siyasî faaliyetlere katıldığı için, Doğu Türkistan’daki akrabaları cezaevlerinde yatmakta. Böyle bir adaletsiz sistemden bahsediyoruz. Suç kişiye münhasırdır ama Doğu Türkistan’da böyle değil. Burada bir aile ferdi suç işlediği zaman ailenin tamamı hapse atılıyor. Böyle bir yanlış uygulama var. Yine bir örnek veriyorum; 60 yaşında bir bayan, çocuğa Kur’an eğitimi verdiği için evi dozerlerle yıkılmıştır ve cezaevinde gördüğü muamele sonucunda felçli kalmıştır. Bu teyzemizin çocuğu Türkiye’deydi ve bu hikâyeyi bizzat yaşadığını anlattı. Doğu Türkistan’da yaşanan şeyler bana sorulduğunda bu tür trajik hikâyeleri anlatmaktan utanıyorum. Çünkü bazı insanlar Doğu Türkistan gerçeğini bilmediği için, “acaba yalan mı söylüyor, bu kadar abartı olur mu” gibi yanlış algı oluşabileceği endişesiyle bu tür yaşanmış şeyleri söyleyemiyorum. Ama inanın… Zulmün âlâsı Doğu Türkistan’da yaşanıyor. Dünyada bu bilinmediği için bir ilgisizlik-alakasızlık var. Doğu Türkistan en ağır imtihanlardan birisinden geçmektedir.
Siz bu davayı uluslararası camiada gündeme getiren ve daha fazla etki yapmasına çalışan birisisiniz. Bu çerçevede ne gibi çalışmalarınız oluyor?
Biz konuyu her yere taşıdık. Gerek BM,  gerek İnsan Hakları oturumları, gerek kadın ve çocuk hakları, hatta çevre ve ekoloji komisyonlarına bile. Bunları yaparken de Çin diplomasisinin engelleriyle karşılaştık. Ama sağ olsun BM oturum başkanı konuyu gündeme getirmemize müsaade etti. Bir de konuyu Avrupa parlamentosunda dile getirebildik. Bunda da Çinliler bizleri “terörist” olarak suçladı, ama oturumdan çıkarma gayretleri netice vermedi. Burada da tarihî Türk İslâm beldesi Kaşgar’ın “restorasyon” adı altında Çinliler tarafından nasıl tahrip edildiğini ve kültürel mirasın imha edildiğini gözler önüne serdik. Yine dönem dönem bazı ülkelerin siyasî meclislerinde ve siyasî kuruluşlarında Doğu Türkistan’ı gündeme getiriyoruz. Şimdi şunu görüyoruz; Çin gelişen dünyada Amerika ile boy ölçüşen, Amerika’yı temsilci rakip olarak gören bir güç. Yukarıda bahsettiğimiz gibi ekonomik ve siyasî gerekçelerle kimse Çin’i karşısına almak istemiyor… Çin, şu anda BM’de veto hakkına sahip beş daimi ülkeden bir tanesi... Bugün Çin’in uluslararası kuruluşlarda aktif olarak üstlenmiş olduğu misyon birçok ülkeyi geri adım attırıyor. Böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Müslüman ülkelerin ve Türk dünyasının Doğu Türkistan meselesine bu kadar uzak kaldığı bir dönemde, Batılı ülkeleri de “niçin sahip çıkmıyorsunuz” diye, ne kadar eleştirme hakkımız var onu da sormak isterim… Burada problem başta Türkiye ve daha sonra tüm İslâm dünyasınındır. Kişilik, kimlik, inanç ve kültür açısından aynı olan İslâm coğrafyasının Doğu Türkistan’la ilgili vazifelerini yerine getirmesi lazım. Ancak bu olduktan sonra insanlara “siz neredesiniz” diye sorma hakkımız ve cesaretimiz olabilir. Üzülerek söylüyorum… Biz ne yaptık ki? Biz Türkiye ile Çin arasındaki meseleleri gündeme getirirken, hiçbir zaman “Türkiye ile Çin savaşsın, köprüler atılsın, iki ülke arasında kriz çıkartalım” diye bir şey söylemedik, böyle bir Don Kişot’luğa soyunmadık. Bunun doğru bir politika olmadığını da çok iyi biliyoruz. Bakın… Bizim talebimiz şudur; Türkiye Cumhuriyeti Batı ile ilişkilerinde dönem dönem istikrarsızlık yaşayan, bazen haksızlığa uğrayan bir ülke. En başta Amerika-İsrail ve Türkiye; başta Mavi Marmara…  Kısaca şunu da söyleyebilirim, Muavenet gemisi hadisesi yaşandı Amerika ile. Bu hadiseyi hangi dostluğa, hangi stratejik ortaklığa sığdıracağız? Muavenet gemimiz Amerikalılar tarafından batırıldı. Şimdi Suriye ve Kuzey Irak’taki, PKK-PYD terör örgütlerinin yukarıda bahsettiğimiz güçler tarafından desteklendiği bilgisini de basından takip ediyoruz. 50 yıldır bizi AB kapısında bekleten Avrupa’nın, Türk milletinin gururuyla-onuruyla alay eden tavrı malum… En son Mavi Marmara olayında dokuz vatandaşımızın katledilişi… Elbette bunlar Türkiye’yi Çin ve Rusya ile olan ilişkilerini tekrar gözden geçirmeye ve alternatif politikalar üretmeye doğru itti, doğrudur. Türkiye bağımsız bir ülkedir, elbette millî menfaatini geliştirebilir ve stratejik politika seyredebilir. Ama bunun ne kadar sürdürülüp-sürdürülemeyeceğini Suriye’de gördük. Türk milletinin gözlerinin içine bakarak, Bayırbucak’taki kardeşlerimize-dindaşlarımıza karşı operasyon yapıyorlar. Bu da ne kadar stratejik bir ortak olup, olamayacaklarını ortaya koymuş oldu. Hakeza Kırım meselesi de Rusya’nın uzun soluklu dostu olup, olmayacağını sorgular hale getirdi. Bir de Ermenistan olayı… Ermenistan hangi cesaretle Azerbaycan topraklarına taciz ateşinde bulunabiliyor. Bu bölgede de Rusya’nın parmağı var. TANAP olayını ertelemek, onu ipotek altına almak, engellemek çabası var Rusların... Bu da Rusya’nın, Rus petrol ve doğalgaz tekelinin sürdürebilir olması için yapılan bir operasyondur. Şimdi de “Çin ile stratejik ilişkiler geliştirelim” denildi ve 2012 yılında Göktürk Askerî İstihbarat Uydumuz, Çin’deki fırlatma rampasından uzaydaki yörüngesine oturtuldu. Buruk bir mutluluk yaşadık. Defalarca Çinlilere diz çöktürmüş, Göktürk İmparatorluğu’nun ismini taşıyan Göktürk Askerî İstihbarat Uydumuz, Çin tarafından yörüngesine oturtuldu…  2013 yılında da ihalesi yapılan, uzun menzilli füze ihalesinde Rusya, İtalya, Amerika, Fransa ve Çin firmaları yarıştı; ihale Çin’de kaldı, müzakereler iki yıl kadar devam etti. Çok şükür geçtiğimiz aylarda Antalya’da yapılan G20 zirvesinde hükümet yetkilileri “biz Çin ile füze meselesini iptal edip, bağımsız ve millî bir füze üreteceğiz” dediklerinde de adeta yüreğimize su serptiler. Çin-Türkiye arasında yüksek hızlı tren projesi, 30-35 milyar dolarlık bir proje. Bunun finansını ve müteahhitlik anlaşmaları Çin tarafından gerçekleştiriliyor. Buna benzer birçok ekonomik, askerî, siyasî alanda Türkiye-Çin arasında ilişki gelişti. Fakat bu gelişen ilişkiler sonucunda Doğu Türkistan-Çin arasında gelişmeler doğar diye umut ederken, Çin maalesef son 2-3 yıldır Doğu Türkistan’da “nasıl olsa Türkiye’yi kafesledim” diyerek katliamlarına devam ediyor. Biz Türkiye ile Çin arasında kara kedi, oyun bozan bir taraf değiliz ve asla olmayız. Bizim istediğimiz şu; Türkiye Cumhuriyeti devleti terörden ağzı yanmış bir ülke olarak tecrübelerini Doğu Türkistan’da konuşturacak. Türkiye’nin Doğu Türkistan üzerinde bir ağırlığı, bir caydırıcılığı varsa Çin’e şunu söyleyecek, “bak kardeşim, Doğu Türkistan ya da Uygur Bölgesi dediğimiz insanlar senin birinci sınıf arkadaşın olsun. Bunlar senin tebaandır, benim vatandaşımdır, bunları sen birinci sınıf vatandaş statüsüne getirerek hak ve hürriyetlerini diğer vatandaşlarına verdiğin ölçüde genişleterek bölgedeki huzur ve istikrarı sağlayabilirsin. Sen 1 milyar 300 milyonluk bir devsin, 30-35 Müslüman Türk azınlığıyla ‘bunları topyekun imha edeceğim, bunları haritadan sileceğim, bunları Sincan ismine uygun haline getirip tarihe gömeceğim’ dersen bu insanlar da köşeye sıkışan kedi misali mutlaka sana karşı tepki verecektir”… Tepki derken, bu zulüm gören insanların topu, tüfeği, herhangi bir teşkilatı ve organizasyonu yok. Bugün verdiği mücadele gibi, sopayla bıçakla yani… Bu bölgedeki kaos ve istikrarsızlık belki de bir Balkanlaşma sürecidir. Çin dünyadaki tüm dikkatleri üzerine çekmiş bir bölge. Bugün Amerika’nın Afganistan’daki kurmuş olduğu askerî üslerle Rusya-Hindistan-Çin-İran ve Güneydoğu’daki ülkeler arasında geçici bir suskunluk var. Ancak yarın o bölgedeki komşu ülkeler başta olmak üzere, Batılı aktörler de Doğu Türkistan’ı Çin’e karşı kullanmak isteyecektir. Bu iki kere iki dört kadar nettir. Biz Doğu Türkistanlıların insanca yaşayabileceği, hayat hakkının olmasını istiyoruz. Türkiye, Doğu Türkistan üzerinden Çin ile bir dostluk köprüsü oluşturabilirdi. Türkiye böyle bir politika üretebilirdi. Bu politikayla Türkiye’nin de Batı’yla olan dengesiz politikası düzeltilebilirdi. Bakın, Rabia Kadir Hanım Dünya Uygur Kongresi’nin başkanı. Kendisi hırsız değil, terörist değil, namussuz değil, katil değil; Interpol tarafından aranıyor. Sadece Doğu Türkistanlıların güvendiği bir siyasî aktör. Türkiye’ye giriş yasağı var ve Türkiye bunu hiçbir zaman gündeme getirmiyor… Bugün Rabia Kadir Hanım, dünyanın birçok ülkesine gidip, diyanet başkanları, başbakanlarla görüşüyor, parlamentolarda konuşma yapıyor; ama Türkiye Cumhuriyeti’ne giriş yasağı var.  Biz Doğu Türkistan meselesinde bu kadar geri adım atıyorken bizden olan, kardeşlerimizin hak ve hürriyetlerini “Çin’i kırmayayım, Çin ne der, Çin’i karşıma almayayım diyerek” adeta haysiyetimizden, onurumuzdan, izzet-i nefsimizden, devlet olma irademizden ve komşularımıza güven verme mecburiyetimizden taviz veriyoruz. Belirttiğimiz üzere, Çin BM’de veto hakkına sahip beş daimi üyeden bir tanesi. Kıbrıs meselesinde sürekli Rumları desteklemiştir. Bunu dışişleri yetkilileri çok iyi biliyor. Kuzey Irak’ta, Barzani’yi ve Talabani’yi defalarca Pekin’e davet etmiştir. Onları resmi selamlarıyla karşılayarak adeta devlet başkanı konumunda misafir etmiştir. Haydi bunu geçtik. Bakın, Kürt öğrencilerle, Kürt işadamlarıyla yapmış olduğu ikili diyaloglar hakikaten Türkiye’nin gelecekte başının ağrıyacağı düzeydedir.  Bir başka husus, Suriye’de PYD saflarında Çinli bazı kimselerin PYD ile omuz omuza Türkiye’ye karşı harekette bulunduğu kamuoyunda yer aldı. Bir dönem Tayland’dan iade edilen 115 Doğu Türkistanlı kardeşimiz, Çin’e iade edildikten sonra Türkiye’deki dostlarımız anıldılar. O zaman HDP’li Sırrı Süreyya Önder açıklama yapıyor, “Türkiye’deki şu parti elemanları Doğu Türkistan’ı kurtarmak istiyorsa, Çin’e gitmek istiyorsa o kadar uzağa gitmelerine gerek yok. Suriye saflarında Çinli gerillalar var buyursun gelsin çatışsınlar”  diyecek kadar Türk milletine karşı küstahlaşabilmişti. Bunu dedirten kim? Koskoca Çin Komünist Partisi… Geçtiğimiz yılın 30 Haziran’ında da HDP-BDP siyasî partilerine mensup 30 kadar milletvekili Çin’in daveti üzerine Pekin’de bulundu. Daha sonra Doğu Türkistan’ın başkenti Ürümçi’ye götürüldü. Bu ne anlama geliyor? Yani biz Doğu Türkistan halkının meşru ve legal bir siyasî önderi Rabia Kadir hanımı, bizimle soydaş ve dindaş olmasına rağmen Türkiye’ye giriş yasağı koyuyoruz. Ama Çin bizim her türlü altımızı oyuyor. Bugün Türkiye’nin BM nezdinde Esed’in Suriye’de Müslümanlara yönelik yapmış olduğu katliamların durdurma isteklerini en başta Rusya ve Çin veto ediyor. Rusya Kırım’ı işgal eder etmez, Çin açıklama yapıyor “Rusya’nın politikalarını destekliyoruz” diyor. Çünkü Çin’in Doğu Türkistan’da bir handikabı var. Eğer Kırım meselesinde Türkiye’nin tezi gerçekleşir, Kırım bağımsızlaşırsa; Doğu Türkistan meselesinde de Çin aynı gerçekle yüzleşmek zorunda kalacak. Rusya, Türkiye’nin Suriye politikasından ve Rus uçağının düşürülmesinden sonra Rusya devlet kanalında şu tür haberler yapıldı, “Türkiye ve Erdoğan yeniden Osmanlı’yı canlandırmak istiyor. Erdoğan Osmanlı’nın ruhuna dönerek, Osmanlı’nın misyonuna soyunmuş durumda ve bu Emperyalist düşüncelerinden dolayı, Türkiye politikalarını dünyaya dikte etmeye çalışıyor. Bu kabul edilebilir bir politika değildir”. Rusya, Türkiye’yi böyle eleştirirken, Çin de aynı kelime ve harflerle açıklamalarda bulunuyor.  Böyle bir durum var. Türkiye’nin elinde ise Doğu Türkistan gibi önemli bir koz var. Elinde de Rabia Kadir gibi legal ve demokratik bir figürü var. Rabia Kadir’in teşkilatı, PKK-PYD gibi terörist bir teşkilat değil… Dünya Uygur Kurultayı’ndan uluslararası hukuk çerçevesinde kurulmuş bir siyasî organizasyondan bahsediyorum. Böyle bir gerçekte maalesef Türkiye Doğu Türkistan kartını oynamaktan aciz... Biz de bunu zaman zaman devlet büyüklerimize söylediğimizde, bize şu cevabı veriyorlar; “Çin ile ilişkilerimiz bozulmasın, aramız bozulmasın”.
Çin uluslararası arenada her zaman karşımızda…
Tam da oraya geliyorum, bakın… “İlişkiler bozulmasın” diye bu konuda hassasiyet gösteren devlet büyüklerimize, siyasî aktörlerimize seslenmek istiyorum. Sırf koltuk kaygısından “yarın bir sıkıntı olursa, koltuğu kaybederim, siyasî kariyerim biter” endişesiyle Doğu Türkistan meselesinde her zaman statükoyu korumaya yönelik oyun oynayan diplomatlara da seslenmek istiyorum! Doğu Türkistan meselesinde Çin-Türkiye ilişkileri eğer zarar görürse, kara kara Çin düşünsün! 50 milyar dolarlık bir ticaret var Çin-Türkiye arasında. Bu ticaretin %95’i Çin’in lehine... Bugün Türkiye’nin Çin’e 3 milyar dolar civarında ihracatı var. Neredeyse 45 milyar dolarlık ithalatımız var Çin’den. Bugün cari açığımızın yarısı Çin tarafından oluşturulmakta… Çin’in BM’deki ve Kıbrıs’taki tavrından Türkiye’nin yanında olup-olmadığını anlayabiliriz. Kuzey Irak’taki Kürt liderin Pekin’e ziyaret ettiği zaman bir basın mensubu Çin dışişlerine, “PKK’yı bir terör örgütü olarak değerlendiriyor musunuz?” diye soruyor. Çin dışişleri bakanlığı yetkililerin verdiği cevap, “hayır, PKK bir Kürt işçi hareketidir” diyor. Bu bağlamda Türkiye, kendi misyonunun ve gücünün farkında değil. Türkiye hakikatten büyük bir mirasın sahibi ve bunu idrak edemiyor. Sayın cumhurbaşkanımızı yönlendiren danışmanları hata yapıyor olabilir. Bazı yardımcılarının da daha önceki dönemde Çin ile ticaretinin olduğunu biliyoruz. Cumhurbaşkanımız bu kişiler tarafından yanlış yönlendiriyor olabilir. Şu son dönemlerde ise cumhurbaşkanlığı baş danışmanlığı makamına doğru kişilerin geldiğini düşünüyorum; Türk İslâm dünyasının problemlerini bilen, bu meselelere çabası olan, çile çeken insanların geldiğini düşünüyorum. Bu sayının gitgide artması demek, Türkiye’nin, Türk İslâm dünyasına tuttuğu projektörün artması demektir. Tamamıyla ilahiyatçılardan oluşan bir kadro bence biraz yetersiz kalır. Hükümetin birçok politikasını desteklemekle birlikte, bu konudaki eleştirimi de burada ifade etmek istiyorum. Doğu Türkistan politikasının revize edilmesi ve normalleşmesi gerekir. Türkiye’nin Doğu Türkistan politikası eksilerde… Bunu normal seviyeye taşımak gerekiyor. Bunu biraz da 9836 numaralı Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde yayınlanan bir ihanet genelgesi var. O ihanet genelgesinin olumsuz yansımaları bu güne kadar aksediyor. Yine Sezer’in hakkını da vermek gerekir. Bu hükümet 5 Temmuz 2009 Ürümçi katliamlarından sonra sayın cumhurbaşkanı “Çin’in Doğu Türkistan’da yaptığı adeta bir soykırımdır. Derhal durdurulmalıdır; eğer Çin bu yaptıklarından vazgeçmezse konuyu Birleşmiş Milletler’e, Avrupa parlamentosuna, İslâm konferanslarına taşıyacağım. Ben bunu tesadüfen söylemiş değilim. Bu konuyu her zaman ve her zeminde Çin’le tartışmaya açığım” demişti. Bu söz, o dönemde İtalya’daki G20 zirvesine gidecek olan Çin başkanı Hu Jintao’un gelmemesine sebep oldu. Bizim beklentimiz, sayın cumhurbaşkanının bu politikayı sürdürmesi ve Doğu Türkistan meselesinde takipçi olması…
İnşallah hocam.
Açık söylüyorum, Türkiye kabuğunu kırıyor. Dışarıdan ve içeriden gelen bütün ihanet şebekelerinin, Türkiye’yi diz çöktüremediğini görüyoruz. Bugün yedi düvele karşı mücadele veren sayın cumhurbaşkanı ve başbakanın, Doğu Türkistanlılarla ilgili kendilerine yakışır bir politika uygulamaları gerekir. Eğer mümkün olursa bir Doğu Türkistanlı danışman gerekiyor. Biz buna hazırız, hiçbir ücret talep etmeden, Doğu Türkistan ile ilgili naçizane bildiğimiz fikirleri kendilerine arz etmek isteriz.
Çok sağ olun. Müslümanlar bu zulmü dünyanın neredeyse her yerinde çekiyorlar. Doğu Türkistan meselesinin daha fazla gündemde olmamasından biz de muzdaribiz.
Bu bir doğum sancısıdır. İnşallah bir yerden ışık doğacaktır.
İnşallah, kolay gelsin.
Kolay gelsin.

Baran Dergisi 489. Sayı