Türkiye’nin uzun süredir gösterdiği “Güvenli Bölge” girişimleri Barış Pınarı Harekâtı ile sahada sonuç vermeye başladı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor. Türkiye, Suriye iç savaşının başından bu yana “Suriye’nin kuzeyinde, ülkemizin sınırlarında kukla bir terör devleti kurdurmayacağız” kararlılığını net şekilde ortaya koydu. Bu kararlılığı gerek askeri gerekse diplomasi anlamında fiilen de destekleyerek, hiçbir tehdide prim vermeyerek güçlü bir irade ortaya koydu, koymaya da devam ediyor. Açık ifade etmek gerekirse bu kararlılık yakın Türkiye tarihinde emsali görülmemiş bir dik duruş.

Bu harekâta Batı dünyasının tepkileri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Barış Pınarı Operasyonumuz başladıktan hemen sonra askeri anlamda büyük bir sorun yaşanmadan sahada başarılı olunduğu sürece paralel olarak, uluslararası toplumdan sert ifadeler yükselmeye başladı. ABD, AB, Arap Birliği’nin sert açıklamaları, ekonomik yaptırım tehditleri, siyasi “tehditler” özellikle ülkemiz karşısında konumlanan odaklar için adeta bir umut ışığı oldu. Ancak askeri anlamda yaşanan yerinde ve başarılı hamlelere diplomasi olarak da aynı düzey başarılı hamleler eklenince söz konusu odakların beklediği sonuç çıkmadı.
 
“ABD’ye Karşı Sahada da Masada da Kazandık”
 ABD’den üstüste yaptırım tehditleri gelmesine rağmen harekât başlatıldı ve kısa sürede çok büyük bir başarı kaydedildi. Harekâta verilen arada ABD’li heyetle yapılan anlaşmayı nasıl değerlendirmek gerekir?
ABD’nin gündeme getirdiği kısıtlı başlıklardaki yaptırımlar gittikçe güçlenen ülke ekonomimiz üzerinde bekledikleri etkiyi göstermedi ve Cumhurbaşkanımızın net, kararlı tavrı ABD’nin süreci tehditler noktasından mutabakat noktasına evirmesine neden oldu. Nihayetinde ise ABD’li heyetin Ankara ziyareti sonrası 13 Maddelik bir anlaşma ile operasyonumuzun sonunda varmayı hedeflediğimiz hemen hemen tüm kazanımlar masada elde edilmiş oldu. Bu uluslararası ilişkiler penceresinden baktığımızda çok önemli ve tarihi bir zaferdir dersek kesinlikle abartmış olmayız. Anlaşmanın en büyük kazanımlarından birisi şudur; ABD, Türkiye’nin meşru güvenlik çıkarlarının korunması bakımından ısrarcı olduğu güvenli bölgenin işlevselliğini kabul etmekle birlikte, bir “oyalama süreci” olarak masaya getirilen, içerisinde PKK/YPG güçlerinin de olduğu parçalı güvenli bölge fikrinden geri adım atarak/atmak zorunda kalarak; tamamının ordumuz tarafından kontrol edileceği bir güvenli bölgeyi kabul etmiş oldu. Yani ABD operasyonumuzun meşruiyetini kabul etmiş oldu. Ayrıca ABD tarafından verilen ağır silahların terör örgütünün elinden alınacak olması, mevzilerinin ve tahkimatlarının imha edilmesi mutabakatı da çok önemli başka bir kazanım…

Anlaşma sonrası Batı’dan gelen yorum ve değerlendirmeler hakkında ne düşünüyorsunuz?
         Bu analizi destekleyen sesler aslında uluslararası basında da yükseldi. Örneğin New York Times’ın “13 maddelik anlaşma pek çok açıdan Türkiye için bir zafer çünkü Türkiye istediklerini aldı ve aynı anda Trump’ın ülkelerine yönelik ekonomik yaptırım tehditlerini bertaraf etti” spotu ile verdiği haber metni diplomatik anlamda kazandığımız zaferin teyidi niteliğindeydi. Buna benzer birçok yorumu tüm batı basınında da görme okuma şansımız oldu ki; açıkçası bu çok gurur verici bir durumdu.
 
“Her İki Anlaşma da Diplomatik Zaferle Sonuçlandı”
 ABD ile anlaşma gereği harekâta verilen 120 saatlik ara sona ermeden Soçi’de de Rusya ile 10 maddelik bir anlaşmaya varıldı. Bu anlaşma hakkında görüşlerinizi alabilir miyim?
         ABD ile yaşanan bu sürecin sonunda ise Türkiye’nin başarısız olması noktasında umutlarını taze tutmak isteyenler için yeni bir kapı aralandı. Çeşitli basın-yayın organlarında servis edilen haberlerde PKK/YPG’nin Şam rejimi ile anlaştığı noktasında bilgiler yer alıyordu. Rusya’ya rağmen böyle bir anlaşmanın olamayacağını bilen herkes Rusya’nın ABD’nin boşalttığı alanları PKK/YPG’nin hamiliğini üstlenerek dolduracağı yorumlarını yapmaya başladı. Rusya’nın sürecin başından bu yana PKK’nın Suriye’deki uzantısı/devamı olan YPG’yi terör örgütü olarak tanımlamamış olması ve örgütün sözde siyasi uzantısı olan PYD’nin Moskova’da faal bir ofisinin var olması bu haberlerin inanılırlığını arttırıyordu. Ancak bu durumda, Cumhurbaşkanımızın Rusya Devlet Başkanı Putin’in daveti ile bekleme sürecine alındı. Nihayetinde Cumhurbaşkanımız Soçi’de diplomatik usuller açısından uzun süren bir toplantı sonrasında meşru hedeflerimizi Rusya’ya da kabul ettirdi ve tabiri caizse yeni bir diplomatik zafer kazandı. Rusya ile yapılan 10 maddelik mutabakatla Fırat’ın doğusu için ABD ile yapılan mutabakata benzer bir durum ortaya çıktı. Fırat’ın batısı içinde yapılmış oldu ve sınırımızın tamamı için hedeflediğimiz güvenlik sağlanmış oldu.
 
“100 Yıllık Emperyal Plân Çöpe Atıldı”
 Bu kazanımlar bundan sonraki süreçte nasıl bir zemine oturur?
Tekraren söylemek istiyorum ki; yaşanan süreç askeri ve diplomatik açıdan tam anlamıyla bir zaferdir. Ayrıca Türkiye’ye yönelik özellikle Batı dünyasından gelen iftira noktasına varan seslerin de kısa süre içerisinde kısılmasını sağlayacak aynı zamanda ekonomimiz açısından da önemli kazanımlar sağlayacaktır. Türkiye kendi coğrafyasında “devre dışı bırakılmak”, terör örgütleri eliyle, “vekalet savaşları” ile bir dizayn yapılmak isteniyordu. Ancak yaşanan süreç amaçlanan tüm hedefleri net olarak bitirdi diyebiliriz. İddialı bir öngörü yapmam gerekirse; bölgede planlanan sözde Kürt ancak özde İsrail’in güvenliği başta olmak üzere birçok hedefi öngören kukla devlet hayali için defter asgari 50 yıl kapanmıştır. Ve mevcut irade süregittiği müddetçe o defter asla bir daha açılmayacaktır. Bundan sonraki süreç tahminen şöyle devam edecektir. Öncelikle yine diplomasi yoluyla PKK/YPG’nin Suriye içerisinde özel bir statü almaması (özerklik vs) noktasında adımlar atılacak akabinde ise ülkemizde misafir ettiğimiz Suriyeli mültecilerin geri dönüşü için çalışmalar yapılacaktır. Bu noktada Rusya ile yapılan mutabakattaki ortak hareket edilecek maddesi çok ama çok önemlidir. Zira şunu unutmamak gerekiyor ki; Rusya ile yapılan her anlaşma aynı zamanda mevcut Suriye Rejimi ile de yapılmış demektir. Aynı zamanda hem ABD hem Rusya PKK/YPG’yi tahliye etme noktasında sorumluluk altına sokulmuştur ki bu altı çizilmesi gereken bir durumdur. Barış Pınarı Harekatı; muhteviyası itibariyle hem sahada hem masada ülkemizin tarihi kazanımlar elde etmesini sağlamıştır. Ayrılıkçı gündemler boşa çıkarılmış, oldu-bittilerle bölgenin dizayn edilmeyeceği fiilen gösterilmiş, Türkiye’ye rağmen bölgede adım atılamayacağı ispatlanmıştır. Türkiye neler yapabileceğini hem bölgeye hem de tüm dünyaya fiilen ispat etmiştir ve asgari 100 yıllık emperyal bir plân çöpe atılmıştır. Uluslararası hukuka dayanarak ve meşru haklarımız savunularak, taviz vermeden yönetilen süreç, net ifade ile ilerleyen yıllarda uluslararası ilişkiler derslerinde örnek gösterilecek olan bir zaferdir.


Baran Dergisi 667. Sayı