7 Haziran seçimleri Türkiye’nin geleceği açısından ehemmiyetli görünüyordu. Seçim sonuçları Türkiye’yi bir belirsizliğe soktu. Önemi bakımından 1 Kasım seçimlerinin 7 Haziran’dan bir farkı var mıdır sizce?
Türkiye arka arkaya üç tane seçim yaşadı. 30 Mart yerel seçimleri, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 7 Haziran seçimleri… Burada “her seçim birbirinden daha önemli” denildi. Bence bu seçimler arasında en önemlisi 30 Mart’ta yaşadığımız yerel seçimlerdi. Çünkü tarihte eşine rastlanmamış bir algı operasyonuyla karşı karşıya kaldık; fakat bunu aştık. Türkiye’deki algıyı istedikleri gibi çarpıtamadıklarının ilk tescillenmesi bu seçimlerin sonucuydu. Her ne kadar Ak Parti’nin tek başına iktidarı kaybetmesine sebep olsa bile bundan sonraki seçimler aynı psikolojik ortamda yapılan seçimlerdi. Dolayısıyla 1 Kasım seçimlerine daha önemlidir diyemeyiz. Bugün görüyoruz ki Türkiye’de hükümet kurulamamasına rağmen bir devlet var ve ülke yönetilebiliyor. Tahmin ediyorum ki, 1 Kasım seçimlerinde tek başına iktidar çıkacaktır; fakat çıkmasa bile devletin rotası belli. Devletin paralel yapıya, dış destekli diğer organizasyonlara ve medyaya karşı aldığı tavır ortada… Seçimin sonucu ne olursa olsun bu tavır değişmeyecektir. Bu seçimler şu bakımdan önemli, bir tek başına iktidar çıkarsa Türkiye büyüme hamlesini kaldığı yerden devam ettirebilecek.
Seçim sonuçlarına göre seçim sonrası ihtimaller neler olabilir? Tek başına iktidar çıkmaması durumunda Türkiye nasıl bir sürece girer?
Çıkmazsa bir koalisyonlar dönemi görebiliriz. Seçim atmosferine tam olarak girildiğini de hissetmiyoruz. Seçime bir hafta olmasına rağmen başka meseleler gündemde daha fazla yer kaplıyor. Ben Ak Parti’nin bir yöneticisi olsam bugünden koalisyonlara asla girmeyeceğimi deklare ederdim. Bu hem seçim atmosferinin yakalanmasını sağlayabilir, hem de Ak Parti seçmenini biraz daha harekete geçirebilirdi. Siyasetçiler tabiî ne yapacaklarını daha iyi biliyorlardır. Her halükârda, koalisyon olsa da olmasa da belki de bir-iki yıl içerisinde Türkiye’yi bir seçim daha bekliyor. İster koalisyon, ister tek başına iktidar çıksın, yine bıçak sırtında olan denge kendisini muhafaza edecek. 
Peki, böyle bir denge nasıl ve niçin oluştu?
Türkiye’nin sosyolojik yapısında bu yönde bir değişiklik olmadı. Aksine birçok kazanım var. Zenginlik ve sayı bakımından iki misli büyümüş bir orta sınıf var. Dolayısıyla sosyolojik yapıda böyle bir durum söz konusu bile değil; fakat çok yoğun bir algı operasyonu var. HDP ve MHP şişirildi, bazı sinir uçları sürekli kaşındı. Çok az oy kaymaları mevcut durumu doğurdu. Oysa Ak Parti %34 ile anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde etmişti. Yani siyasî yelpazede Ak Parti aleyhine müthiş bir değişiklik yok. Sistemin çarpıklığından dolayı çok küçük değişiklikler böyle bıçak sırtı vaziyete gelinmesine sebep olabiliyor. Güneydoğu’da 10-20 bin kişi bir milletvekili seçerken İstanbul’da 100 bin kişi bir milletvekili seçiyor. Seçim sisteminde ve milletvekili dağılımında büyük bir problem var. Bu sistemde herkesin oyun eşit durumda olmuyor. Belediye başkanlarımızı seçerken olduğu gibi dar bölge seçim sisteminin uygulanması gerekiyor. Belirlenmiş her bölgenin bir milletvekili olması gerekiyor. Bunu tesis etmediğimiz müddetçe bu durumların ortaya çıkmasını engellemek imkânsız. Yarın HDP’ye bir ters algı operasyonu yapılabilir, MHP iki kasetle saf dışı bırakılabilir; bu ihtimaller göz önünde bulundurulduğunda küçük oy kaymaları ile beraber Ak Parti %38 oy ile 400 milletvekili çıkarabilir. 
Neden geçmişte Ak Parti çoğunluğu elinde bulundurmasına rağmen köklü değişiklikler yapamadı?
Vesayetçi yapının yerli yerinde durmasından dolayı. Zaten Ak Parti’nin ilk döneminde cumhurbaşkanlığı koltuğunda Ahmet Necdet Sezer oturuyordu. Anayasayı değiştirecek çoğunluğu elinde bulundurmasına rağmen bırakın yasaları, kararnameleri bile imzalamayan bir cumhurbaşkanı vardı. Ayrıca anayasayı değiştirecek bir ortam da yoktu, vesayet bütün ağırlığıyla duruyordu ve böyle bir hamlede müdahale kaçınılmazdı. Sonraki dönemde ise anayasayı referandum ile değiştirecek çoğunluğu ele geçirmesine rağmen başarılı olamadı. Eleştirilecek yanı, bu çalışmayı daha kararlı bir şekilde yürütmemesi olabilir. O ortamları hepimiz beraber yaşadık. 
Normal şartlarda MHP, CHP ve HDP’den birisi sahiden yerli ve millî olsa ve buradaki insanların çıkarını savunan partiler olsalar, herhangi bir anayasa taslağında uzlaşabilirler. Bugün önyargısı olmayan iki parti, Türkiye’yi yönetebilecek en az on farklı anayasada uzlaşabilirler. Akıl bunu gerektirmesine rağmen o aklın üstünde sürekli vurgu yaptığımız “üst akıl” diye bir şey var. Kemal Kılıçdaroğlu’nu kasetle getirmişler, MHP’yi kasetle dizayn etmişler, HDP’de istediklerini alıp yasaklamış istediklerini önümüze siyasetçi diye atmış mahkemelerle dizayn etmişler… Dolayısıyla bunlar kendi akıllarıyla hareket edemiyorlar. Bu yüzden Türkiye siyaseti kendisi için en uygun yönetimi ve anayasayı oluşturamıyor.
Bu seçimler öncesinde PKK’nın artan eylemliği ve Suruç, Ankara gibi patlamaları nasıl okumalıyız?
Genelde insanlar Ankara’da yaşanan patlamanın seçime yönelik olduğunu iddia etse de, ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Seçimden bağımsız bir mesaj olduğunu düşünüyorum. Bu mesaj şudur; Rusya ve diğerleri Suriye meselesinde Esed’li geçiş süreci üzerinde anlaştılar. Bu duruma direnen tek ülke Türkiye… Tayyip Erdoğan “bu eylem PKK ve diğerlerinin ortak eylemidir” dedi. Türkiye’ye “Suriye meselesindeki tavrını değiştir, eğer değiştirmezsen Türkiye’ye daha zor yönetilebilir ve hatta yönetilemez duruma getiririz” diyorlar. O bombanın patlatılmasının hedefi “onun oyunu düşüreyim, diğerininkini artırayım”dan ziyade Türkiye’yi yönetilemez kılmaktır. Elbette Türkiye’yi yönetilmez kıldığınızda da birinci hedefiniz tabiî olarak Türkiye’yi yönetenler oluyor. Tayyip Erdoğan olmuş oluyor yani. Cumhurbaşkanına diyorlar ki: “dik durma eğil.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan 25 Ekim 2015’teki konuşmasında da kantonlar meselesinde “Suriye’deki uygulanan projeyi kabul etmiyoruz, bunun önüne geçmek için de her şeyi yaparız” dedi. Bu ifade hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kantonlar mevzuu ile alâkalı Türkiye’nin tavrını değiştirmeye yönelik eylemler yapıyorlar. Bunu yaparken de gerek PKK, gerek IŞİD, gerek paraleli öne sürüyorlar. Ve bunları yaparken de diyorlar ki, “sen bizim oyun planımıza uymuyorsan, biz de Türkiye’yi yönetilmez kılarız.” Biz de diyoruz ki, “kılamazsınız, biz artık akıllandık, sizin operasyonlarınızdan haberdarız. Tamam bomba patlatabilirsiniz, içimiz kan ağlar ama terörden etkilenip yönetilmez olamayız” diyoruz. Tabii seçimden daha yönetilebilir bir Türkiye sonucu çıkarsa terörle mücadele çok daha kolaylaşır. Çünkü, terörün amacı Türkiye’yi yönetilmez kılmak. Bir koalisyon yahut bölünmüş siyaset yelpazesi ortada olduğu için terör buna dayanarak iyice bastırıyor; “acaba tam yönetilmez kılabilir miyiz” diye düşünüyorlar. Ama tam da burada sert bir kayaya çarptılar, Türkiye’de hükümet olmamasına rağmen bir devlet var. Ve meşru olarak seçilmiş bir Tayyip Erdoğan var, Türkiye’yi yönetilmez kılamadılar, bundan sonra da kılabileceklerini zannetmiyorum.
Yani biz bir emperyalist cenderesinin içerisindeyiz.  Emperyalistlerin Türkiye’nin önünü kesmeye çalışmalarındaki asıl amaç ne?
Ben bu ifadeyi de çok doğru bulmuyorum. Burada hedef direkt olarak Türkiye değil. Burada hem silah endüstrisi hem de finansal güçler, hem çok daha yüksek faizlerle para satmak istiyor hem de silah satmak istiyor. Üst akıl dediğimiz şey işte bu. Bunu yaparken de gerekirse Türkiye, gerekirse Irak ve hatta gerekirse Afrika’yı kullanıyorlar. Yani tek hedef Türkiye değil ve terör de küresel bir olgu. Terör örgütlerinin büyük bir kısmının bir yerden birbirleriyle uçlarının bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Gerektiği zaman dünyadaki her şeyi kullanmaktan geri kalmıyorlar. Türkiye’ye yönelik bir şey yok, tabiî Türkiye bu üst aklı oluşturan kişilere karşı gelince, hedef hâline geldi. Üst akıl “ben savaş, gerilim ve silah satmak istiyorum” diyor. Türkiye de savaş bitsin diye barış sürecini başlatmıştı. Gezi olayları zamanında da faizler cumhuriyet tarihinin en düşük hâline gelmişti. Türkiye para kaynağı olarak da bölgesindeki kaynakları kullanmak istiyordu. İşte bu yüzden Türkiye saldırıya uğradı, aslında tamamen ticari bir rekabet var, işin diğer ucundan baktığınız zaman görebiliyorsunuz. Bu güçlerin hamleleri bugün millî veya dinî unsurlara yönelik bir saldırıymış gibi görünse de öyle değil. Yani bu saldırı İslâm’a karşı yapılıyormuş gibi gözükmesine rağmen temelde bu değil; çünkü, silah endüstrisi dediğiniz adamların dini imanı yok ki. Ana amaçları güçlerine güç katmak. Bunun için gerektiğinde Hristiyanları da öldürüyorlar. Terör dediğimiz böyle küresel bir olay. Hedef ise tüm insanlık!
Teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim, iyi günler.


Baran Dergisi 459. Sayı