ABD Başkanı Trump son BM Genel Kurulu toplantısındaki konuşmasında, “Biz küreselleşme doktrinini reddediyoruz. Tüm dünyadaki ülkeler kendilerini korumalıdır.” dedi. Çin’i, İran’ı, Rusya’yı, Türkiye’yi hedef aldı. Bu durum ticaret savaşları olarak adlandırıldı. Bunu niçin yapıyorlar, küresel finans sistemi çöküyor mu?
Bu süreci 2. Dünya Savaşı’nın sonucuyla birlikte okumak gerekiyor. Çünkü küresel finans sisteminin oluşumu Bretton Woods anlaşmasına dayanıyor. Bu anlaşma ile yeni bir iktisadi modelin uluslararası ticaret yapılanmasıyla ilgili kurumsal kodlamalar yapıldı. Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü gibi. Dolar, uluslararası kullanılacak rezerv para olarak takdim edildi. Bunun karşılığı olarak da, Amerika altın üzerinden bir taahhütte bulundu. Daha öncesinde ise 1913’te yaşanan kriz sırasında birçok bankanın batırılarak ABD merkezli FED (Federal Rezerv)’in ve bu yolla dolar piyasasının kurulması söz konusudur. Akabinde 1929 Ekonomik Buhranı’nın yaşanması Keynesçi-devletçi malî politikaların kabulüne zemin hazırladı. Büyük Buhran’ın yol açtığı ticarî anlaşmazlık II. Dünya Savaşı’nı doğurdu. Krize savaşların çözüm getireceği düşünüldü.
 
“Ekonomik Kriz ve Savaşlar”
Yani bugün de dünya kaçınılmaz bir savaşa mı sürükleniyor?
Evet, sürecin adı budur. Dikkat ederseniz, dünyadaki bazı güçlerin elinde nükleer silah var. Bu dünya çapında bir felaket demek, insanlık yok edilebilir. Bu çapta bir şeyi dünya henüz göze alamadığından, bölgesel “vekâlet savaşları” dedikleri savaş biçimi sürdürülmek isteniyor. Aynı zamanda dayatılan ekonomik sistemin de devamı isteniyor. Mevcut sınırlar I. Dünya Savaşı’ndan kalma... ABD dünya liderliğini aldıktan sonra “yeni dünya düzeni” adı altında bir düzen dayattı. Burada kastımız Amerikan halkının oluşturduğu bir düzen değil; mevcut küresel finans sisteminin merkezini ABD olarak tayin edenler FED’i kurduktan sonra 1970’li yıllara kadar dolar ticaret hacminde belirleyici oldu. Bütün devletler de “rezerv para” olarak doları kullandı. Fakat dolar bu defa o kadar çok basıldı ki, dolara karşılık gösterilen altın yeterli gelmedi. Fransa’nın dolar rezervi karşılığında altın talebine ABD’nin yan çizmesi, Fransa açıklarına savaş gemilerini göndermesi ve altınlarına bir şekilde ve büyük miktarda el koymasıyla birlikte 1971’de ABD Başkanı Nixon, “altın kapısı”nı kapattığını açıklamıştı. Yani bastığımız dolar karşılığında altın vermeyeceğiz dedi. Dünya ekonomik sisteminde yaşanan bu değişiklik sonrası devreye giren SDR (special drawing rights- özel çekme hakları-1969) uygulamasıyla birlikte dolar bu sefer IMF kontrolünde uluslararası ticaret parası oldu. Kontrol yine onların elinde. Sürecin bu safhasında dünya paraları dolara endekslendi. Kur savaşları da bu tarihlerde başladı. 80’li yılların sonunda yine bir iç çöküşe gidildiği piyasayı yönetenler tarafından görüldü. Piyasada vehmettirilen şey ile gerçekte var olan arasındaki farkın açığa çıkmaması gerektiğinden, sistemde yeniden yapılanmaya gidildi. Nitekim ekonomi dergileri küresel finans ağında buna uygun görüşü 1987’den itibaren yaymaya başladı. Dijital kripto para adı altında doların alternatifinin hayata geçirileceği yazıldı. Bu aşama 90’ların sonuna kadar küçük krizlerle atlatıldı.

Arada yaşanan Körfez Savaşı, Afganistan ve Irak saldırıları gibi savaşlar da oldu.
Ekonomik süreçler devam ederken dikkat dağıtmak çok önemli. Milletlerin hafızasını savaşlarla silersiniz. Esas amacınız için dünya çapında operasyonlar gerçekleştirirken, diğer milletlerin yaptığınızı fark etmemesi için bölgesel ateşler yakarsınız. Irak’a, Afganistan’a, Bosna’ya ve Ortadoğu’nun bazı bölgelerine saldırılar... Bu saldırılar dünyayı sürekli bu eksende meşgul etmekte. Mesela, Kudüs... Evet Siyonistlerin burada bir hedefi var; Kudüs’ü Siyonizmin başşehri yapmak. Ancak Siyonizmin de esas gayesi dünya liderliği noktasında tamamen başka bir şeye hizmet etmek. Rotschildler, Rockefeller vs. tarafından kodlanıyor. Evanjelizm vesâir akımlarla da destekleniyor. 1945 yılından itibaren aldığımız bu süreçte 2008 Amerika krizi önemlidir. Bu krizin sebebi emlak piyasası olarak lanse edilir. Emlak değeri bir liradan on liraya çıkınca piyasa dönemez hale geldi. Öyle ki, dünyanın en büyük bankalarından biri patladı. 625 milyar dolarlık batak verdi. Bütün dünya finans sistemi birbirine eklemli olduğundan etkilendi. Hemen akabinde dijital para çalışmaları başladı. Bu kriz sürerken dünya uyanmadan yeni plânlarını devreye aldılar. Oyun kurgulanıyor, oyun sürerken yeni bir rakip oluşturuluyor, bir çıkış yolu gösteriliyor. Krizi üretenler de, çıkış yolunu gösterenler de aynı. Sürekli çöken sistem yeniden yapılandırılıyor.
 
“İhtiyaçlarımız Sınırsız Değildir”
Bu durumda öne çıkan ekonomist kadroların da, sisteme entegre düşündüğünü göz önünde bulundurursak sistem tarafından tayin edildiğini söyleyebilir miyiz? Eleştiriyor olsa bile?
Dünyadaki bütün iktisat teorileri onların sahip olduğu bilinen üniversitelerde yayınlamış oldukları makale ve kitaplardan ibarettir. Bugün üniversitelerde öğretilenler tamamen bu teorilere dayanıyor. Siz bir üniversiteye gidip sorduğunuzda size alternatif bir model söyleyemiyor. Neden? Çünkü adam bunu öğrenmiş. Mesela, Mirzabeyoğlu’nun “İktisat ve Ahlâk” adlı şu kitabında işlendiği gibi iktisadi meseleleri ahlâkla birlikte ele alan bir yaklaşımı yok. Modern iktisatta bunun ehemmiyetini kavramak, boyutlarını ortaya koymak gibi bir kural anlayışı yok. Zaten iktisadın tanımlanmasında problem var; “kıt kaynaklarla sonsuz ihtiyaçların giderilmesi.” Düşünün, sınırlı bir ömrünüz var, sonsuz ihtiyacınız var. Teknik olarak bu mümkün değil ki. Arzu başka bir şeydir, ihtiyaç başka bir şeydir. 

Kripto para meselesini de biraz açar mısınız?
Bu paraya önce itiraz edilmişti. Bazı tanımlamalar yapıldı. Sonra bu kripto paralar çıkış yolu olarak gösterildi. Sonra bir baktık, devletler itiraz ediyorken bir yandan da tedbirler alıyor. Sonra IMF ufak ufak pozitif, olumlu tepkiler vermeye başladı. Sonra bazı merkez bankaları bu blockchain denen parayla yakından ilgilenmeye başladığını duyurdu. Şimdi de bu işi sahiplenmeye başladılar. Berat Bey’in sunduğu son ekonomi programında da “dijital para” çalışmalarına hız verileceği duyuruldu mesela...

Finans sistemi ile ticareti birbirinden bağımsız düşünmek mümkün mü?
Ticareti finanstan bağımsız düşünemeyiz. Reel ticaret, finans sektörü üzerinden tanımlanıyor. Bu değerlerle mal ve hizmeti hızlı hareket ettiriyoruz. Çin, Dünya Ticaret Örgütü’ne girdikten sonra, ticaretteki ağırlığı ABD’nin hakimiyetini ciddi biçimde zorlamaya başladı. Ancak küresel finans sisteminin sahipleri bunun hesabını zaten yapmıştı. ABD’nin intihar olarak nitelendirebileceğimiz saldırıları küresel finans sistemini dünya çapında krize sokmaya çalışıyor. Bunu kendi lehine dönüştürmek gibi bir amacı var. Bu da diğer devletlerin sisteme karşı çıkışlarını engelleme hedefine dayanıyor. Mesela, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dünya beşten büyüktür” itirazı sisteme milletlerin itirazının tezahürüdür. Doların üzerindeki olumsuz yansımalar insanları kendi aralarında kendi paralarıyla ticaret arayışına itti.
 
“Paranın Kontrolü Bizde Değil”
Doların güven kaybettiğini duyurmaya başladı bazı ülkeler.
Öteden beri yitirmişti. Bunu en son söyleyen Rusya oldu. Rusya küresel finans sistemini tam tanımış değil, zira 1990’larda girdiği krizden Putin’le toparlanıp çıkmaya başladı. Onlar kendi sistemini kurmanın mücadelesini veriyor. Rusya dahil dünya milletlerinin kendi paralarıyla ticaret yapmaya başladığı zaman, dünya ticaretindeki ana eksenler değişecek. Bu rahatlıkla yapılabilir bir şeydir. 

Bu bahsi biraz açabilir miyiz?
Buradan çıkışa, milli bütünlüğü sağlayıcı olarak düşündüğümüz, “tek vatan, tek devlet, tek millet, tek bayrak” düşüncesinde eksik gördüğümüz “tek para” prensibinin ilavesiyle başlayabiliriz. Yerli ve milli para. Ancak piyasadaki bütün mal ve hizmetlerde süren üretim-tüketim ilişkisinde geçerli ölçü bize ait değil. Dolara itiraz ediyoruz ancak ölçüleri onlar belirlemişken buradaki paraya TL deyişimiz bir şey ifade edebilir mi? Tartışmanın esaslarından biri de budur. Bütün krizin kaynağı buradadır. Paranın kontrolü bizde değil. Parayı kontrol eden devleti kontrol eder. Paranın sahibi devletin sahibidir. Dolara itiraz ediyoruz; ama bu dolar sadece dış ticareti olumsuz etkilemeliydi. İç piyasayı etkilememliydi. Piyasaya o kadar eklemlenmişsiniz ki, piyasadaki bütün fiyatlar dolar yükselince yukarı çıktı. Burada üç tane cendere var. Biri faiz. İkincisi, kur politikası. Üçüncüsü de devalüasyon. Buradan çıkamıyoruz. Parayı kontrol edemediğimiz için bu cenderenin içindeyiz.
 
“Finans Saldırıları Gücünü İçeriden Kazanıyor”
Yakın zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan şunu söylemişti; “kriz yok, dışarıdan manipülasyon yapılıyor.” Bu tesbiti yeterli buluyor musunuz?
Hayır yeterli değil. Cumhurbaşkanımız eksik söylüyor. Tamam, dışarıdan bir hareket var; ancak bu hareket gücünü içeriden alıyor. İçerideki dinamikleriyle bunu başarıyor. Yani sebeb dolar gösteriliyor, ancak dolar kurunu bu konuma taşıyan kendinizin sandığınız, kendinizin diye tanımladığınız TL’dir. Şunun cevabının verilmesi lazım o zaman. Domates 7 lira. Geçen bir arkadaşımız söyledi; 14 lira gördüm diyor. Bu rakamların dolar yüzünden çıktığını kabul ettik. Dolar yeni anlaşmayla, sıcak para girişiyle belki 5 TL’nin altına inecek. Peki fiyatlar neden düşmüyor? 

Neden?
Çünkü “piyasada fiyat yükseldi mi düşmez” anlayışını oluşturan karteller var. Bunu birkaç manavın, bakkalın tercihine bağlayamayız. Türkiye’de bu fiyatları kontrol etmeyi, düzenlemeyi sağlayacak mekanizma yok. Buradaki handikaplardan biri de en büyük manipülasyonları yapan bankalardır. Dışardan gelen tohumlara, hayvancılığa, tarıma uzanan bir ahtapot bu. Tarımla ilgili öne sürülen yapılanma modeli çok ciddi küresel krizlerin bize yansımasına sebep olacaktır. 5 milyon üzerinde tarımla meşgul nüfusumuz var. Programda geçen “lisanslı depoculuk”ta hedef, aracıların fiyatları artırmasına karşı halka daha uygun fiyat yansımasını sağlamak. Ancak siz bu yolla mahsulünü lisanslı depoculara getiren çiftçiye bir şey daha söylüyorsunuz; “ürünü teminat göstererek kredi alabilirsiniz.” Yani üretilen varlığı krediye bağlama noktasına getiriyorsunuz? Bu ne demek?

Yine faiz...
Evet. Her şey faizle dönecek demek. Bir örnek vereyim. Gayrimenkullerin tabana yayılmasıyla ilgili borsada bir alan açıldı. Bu gayrimenkul sertifikaları bir dairenin bin hisseye bölünerek sahiplenilmesine dayanıyordu. Amaç küçük yatırımcıları borsaya katmaktı. İnşaat sektörünü hareketlendirip fiyatları aşağı çekmekti. Dairenin projesi bile yokken adedi 4 yüz milyon liraya bundan iki yıl önce sattınız. 42.5 liradan hissesi çıktı. Bir hafta içinde 35 liraya düştü. Kim zarar etti? Küçük yatırımcı. Bunu düşüren kimdi? Borsayı takip eden bankacılar. Bahsi geçen ürün borsasının parasal gücünü küresel finans güçleri belirler hale gelecek. Amaç aracıları aradan çıkartmak, ürünü daha ucuza satmak iken hem de. Bu usûl Hindistan’da tatbik edildi ve çok sayıda insanın intiharına sebep oldu.
 
“Mevcut Kredi Sistemi Kaldırılmalıdır”
Bankaları da kapsayıcı olarak sorayım. Orta vadeli yeni ekonomik programı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu hususta daha önceki hükümetlerin programı dahil, hepsinin birbirleriyle kıyaslanması gerektiğini düşünüyorum. Bu yüz günlük sürece baktığımız zaman bu programların birçoğunun daha önce tasarlanmış içerikler olduğunu görüyoruz. AK Parti’nin seçim beyannamesiyle yapılan açıklamaların uzantılarını da bu programda görüyoruz. Bizim önemsediğimiz husus, pratikte milli mi, yerli mi, bağımsız mı? Aslında bütün programları bu üç kriterle sorgulamamız gerekir. Milliyse yerli, yerliyse kesinlikle bağımsız demektir. Programda sevindirici bulduğumuz tek unsur var. O da, mevcut ekonomik kuramlar üzerinde model çalışmaları yapılıp üzerinde değişikliğe gidileceği ile alâkalı olan kısım. Ancak programın diğer kısımlarını gözlemlediğimizde, yatırımlarda kısıntıya gidileceği görülüyor. Bunun işsizliğe sebep olacağı malum. Bu da, zaten olmayan üretimi ortadan kaldırmaya kadar gider.

İstihdamın artırılacağı belirtildiği halde?
Mümkün değil. Programda tezatlar, tenakuzlar var. İkincisi, vergiler arttırılıyor. 2018’deki 600 küsur milyarlık vergi 2021’de 1 trilyona çıkarılıyor. Üçüncüsü faizler artırılıyor. 78 küsur milyar ödenen faiz şundaki bütçe açığını belirliyorken, 2021 yılında 171 milyara çıkarılıyor. Kimse kusura bakmasın. Ortada bir realite var. IMF’nin buraya gelmesine gerek yok. İmzalanan McKinsey anlaşması danışmanlık olarak belirtildi. Hükümeti yönetecek kadro mu yok ki, 16 bakanlığın tatbik edeceği bir danışmanlıktan bahsedildi?

McKinsey hadisesi tam olarak nedir?
Ülkedeki ödemeler dengesi noktasında dövize, sıcak paraya ihtiyaç var. Çünkü dövizle alınan borçlar dövizle ödenmek durumunda. Ülke bu mânâda ciddi sıkıntı yaşayabilir. Dolar saldırısına devlet erkânının gösterdiği tepkinin sebeplerinden biri de bu. McKinsey, “hazırladığınız programa sadık kalınıp kalınmayacağını denetleyeceğim. Bu program tatbik edilirse ben size sıcak para bulurum.” dedi.

IMF ile ilişkilerde “iyi niyet mektubu” şeklinde duyurulan program takip muamelesini hatırlatıyor?
Bunun adı IMF değil. İşlevsel olarak önemli olan şu; kendi parasını basamayan bir devletimiz var. Kullanılan bütün mal ve hizmetlerde ölçü olarak kullanılan TL’yi özel şirket basıyor. Derviş yasaları nedeniyle devlet bu şirketten bunu alamıyor. Daha önce de hazineden yüzde 15 avans alıyordu. Devlet parayı nereden alıyor? “Piyasa” dedikleri bankalardan. Devlet bu parayı faizle ödüyor. Bu da ana bütçeye yansıyor. Bütçe nereden tamamlanıyor? Vergiler yoluyla halktan. Kredi sistemi bunu yaşatıyor. 

Bundan sıyrılmanın çaresi var mı?
Bunlardan bir tanesi, mevcut borca dayalı para kredisi sitemini değiştireceksiniz. Lağvedeceksiniz. Yapı sürekli sizi borçlandırıyor. İşadamlarını borçlandırıyor. İnsanlar neden bu modern köleliği sürdürsün? Şu an mahkemelerdeki dosya sayısı 26 milyondu. Halkı borçlandırmanın yanında malları da elinden alınıyor. Bankalara verilen yetkiler ellerinde kılıç gibi. 3 yılda 171 milyar lira faiz alacaklar.
 
“Yabancı Terbiyeli Kadro: Kripto Bürokrasi”
Yeni sistemle birlikte bürokratik oligarşinin de etkisizleştirileceği vaad edilmişti. Bürokrasinin ekonomiye etkisi nedir? Mesela Merkez Bankası?
Güzel bir soru, teşekkür ederim. Biz, iktisadi modelimizde bürokrasi ile ilgili özel bir tanımlama yapıyoruz. Tanzimat’tan bu yana gelen, Osmanlı’nın çöküş nedenlerinden biri olan, devletin içerisine yerleşmiş kriptolardır. Asıl çöküş süreci Baltalimanı Anlaşması’yla İngilizlere verilmiş olan imtiyazlarla başladı, daha sonra diğer Avrupa güçlerine verildi. Osmanlı’nın borcu bu imtiyazlarla katlandı. 1878’de Düyun-u Umumiye’yi kabul etmek zorunda kaldık. Neydi bu? Osmanlı’nın ödeyemeyeceği borçları tahsil için kurulan yapılanma. 8 bine yakın insanın çalıştığı bir kurum haline geldi. Öyle ki, İzmir limanından tutun o dönem eyaletimiz olan Mısır’ın gelirlerine kadar el konuldu. Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın borçlarını 1950’li yıllara kadar ödedi. 170 milyon altın yanlış hatırlamıyorsam. Merkez Bankası bu sistem üzere kuruldu. Zaten Merkez Bankası’nın sitesinde kuruluş süreci teknik bilgilerle ifade ediliyor. Kripto bürokrasi, tüm ekonomik kalkınma programı çalışmalarını bağımlılık ruhu içerisinde oluşturdu.

Kripto bürokrasi tam olarak ne demek?
Yabancıların içeride yetiştirip kendi kurumları içinde terbiye ettiği insan kadrosu. Bunlar sizinle aynı safta namaz kılabilir. Sizinle aynı şarkıyı söyleyebilir. Ancak alınan politik eylem ve kararlarının sonucuna baktığınız zaman, bunlar millete zarar veren kararlardır. 170 milyar faizi, yatırım kısıtlamasını onaylayan yapı nasıl bu milletin değerleriyle örtüşebilir?

Son 17 yılı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu 17 yılda AK Parti hakikaten çok güzel adımlar atmıştır, siyasî dönüşümler sağlamıştır. Ancak bunu papağan gibi tekrarlamanın anlamı yok. Tamam burayı geçtik. Yapılması gereken hamle ise en kritik noktayı arz ediyor. Sadece “faizin düşmanıyım” demekle olmaz. Sorun çözülmüyor. O zaman ortaya model koyacaksınız. “Faiz haram ama kalkmaz” anlayışı sürdüğü müddetçe faiz kalkmaz.
 
“Taban Ekonomisi Modeli”
Bahsettiğiniz modelin adı nedir? Pratiğe dökülmeye hazır mı?
Biz 94 yılından bu yana faizsiz model üzerinde çalışıyoruz. Bunu ciddi bir aşamaya getirdik, tamamladık. Buna “taban ekonomisi modeli” diyoruz. Yeni, bağımsız üretime endeksli para teorisi olarak tanımlıyoruz. Ana manifesto olarak doğal iktisat döngüsü-denkliği içerisinde sistemin rahatlıkla mevcut yapıya bulaşmadan alternatif model olarak uygulanabileceğini söylüyoruz.

Bu modeli sayın cumhurbaşkanımıza takdim ettik. Üst düzey yöneticilerimizden de bu modelin uygulanabilirliği noktasında detaylı bilgi almak için teklif bekliyoruz. Sürekli borçlanmaya devam etmek zorunda değiliz. Kendi iç dinamiklerimizi harekete geçirdiğimiz, üretim kabiliyetlerimizi artırdığımız zaman halkımızın istihdam sorununu da çözeceğiz.

Buna somut anlamda ne engel oluyor, açıklar mısınız?
Kripto bürokrasi. Bunların temizlenmesi gerekiyor. Bu insanlar çok sistematik engel koyuyor. Diyelim ki, bir dosya gönderiyorsunuz; hayati bir dosya. Dosyanın gittiği yer “ikinci adam” pozisyonuna oynuyor. Bu engelin kırılması lazım. Ben şuna kesinlikle inanıyorum; sayın cumhurbaşkanımız ciddi mânâda ‘hadi bismillah’ dediği takdirde bu mümkündür. 15 Temmuz sonrası oluşan pozitif atmosferi arkasına alarak, devleti, orduyu nasıl yenilediyse ekonomiyi de yenilemesi gerekiyor. Geçen gün bir fabrikatör arkadaşım, “10 milyon kredi aldım, fabrikanın değeri 50 milyon. 10 milyon krediyi ödeyemediğim için 50 milyonluk fabrikanın üretimi durduruldu” diyor. 3-4 yıl sonra aldığı kredinin faizi 100 milyona çıkmış. Bankalar şu an ne yapıyor. Faizi önce alıyor. Azalan borca eş zamanlı yüksek almaya başlıyor. Zaten bankalar o insanın o parayı ne zaman ödeyip ödeyemeyeceğini bilir. Piyasaya likiditeyi veremezse haciz yoluna gider. 

Tefecilikten farkı yok gibi?
Bu resmi tefeciliktir. Hakimin önüne bu dosya geldiği zaman nasıl karar versin? Yasalar bankaların lehinde. Savcı, polis ne yapabilir? Değiştir bu yasayı kardeşim. Bankaların bu zulmüne yasal zemin hazırlanmış. 

Son ekonomik programda öngörülen tasarruf için ne söyleyebilirsiniz?
78 milyar gibi bir rakam programda var. Kamuda tasarruf. 280 bin aracın elden çıkarılması, kamunun kiraları. Ancak piyasalar küresel finans çevrelerinin uyguladığı faizi besleyici olduktan sonra tasarrufla oluşan sermaye de baskıdan kurtulamıyor. Tasarruf kurgusu da faizi besleyecek nitelikte.
 
“Devlet Denetimli Faizsiz Ekonomi”
Bu kısır döngüyü aşmak nasıl mümkün?
Bu kısır döngüyü aşmak için paradigma değişimine gidilmesi şart. Finans modelin teorik altyapısından vazgeçilmeli. Karma ekonomiden serbest piyasaya geçişte uygulanagelen modeller terkedilmeli. “Faizsiz ekonomi olmaz anlayışı” terkedilmeli. Gelecek kırk yılı, doğmamış çocuklarımızı bile borçlandıran bir sistem bu. Hukuki yapı çok önemli. BDK, SPK hukuki altyapısı bankalara hizmet ediyor. Bu yasalar değiştirilmeli. Kendi inanç ve değerlerimize göre tercih ve tespitte bulunacağız. Doğal iktisat döngüsü dediğimiz bir teori var modelimizde. Hane halkının, üretici firmaların, onların ürünlerini arz ettiği bir pazar, bir de üretim faktörleri pazarı var. Halk, emeğini üretim faktörleri pazarına arz eder. Üretici bu ürünleri satın alır. Pazardan ürünü alan tüketicinin alım gücünün yüksek olması gerekir. Alım gücü eksikliği var piyasada. Bu alım gücü eksikliğini bankalar gideriyor şu an.

Mevcut modelin değiştirilmesi durumunda bankaların tepkisine nasıl karşılık verilecek? 
Parayı devletin kendisi basacağı için piyasanın para ihtiyacı bankalara muhtaç olmaksızın karşılanacak. Bankalar zaten sistem gereği olmayan bir paranın kredisini veriyor, satıyor. Eldeki para toplamda 180 milyar civarında. Devletin denetimi, acil ve asıl para ihtiyacını karşılamaktır. Kan gibi, kılcal damarlara verilecek. Alım gücü eksikliği de böyle giderilecek. Doğal yaşama hakkı, faizin belli kurumlara verilmesi demek değildir. Mizanın ve ölçünün korunmasıdır temel iki şey. Ölçü paradır. Mizan ise, mal ve hizmetin toplumun içerisinde bu ölçüyle denklik içinde döngüsünü temin amacındadır. Bozulan ölçü fiyat istikrarsızlığından anlaşılmıyor mu? O halde enflasyon, devalüasyon bu ölçüyü bozan tehditlerdir. Devlet düzenlemesi ve denetlemesiyle para piyasaya faizsiz sürülecek. İhtiyaçlar planlı bir bütçeye göre birden verip parasal enflasyon oluşturmayacaksınız. Bu miktarı üretim süreci içinde belirleyeceksiniz. Paranın karşılığı olmuş olacak. Mizan da budur. Paranın gidip malın gelmesi, sanal finansa karşı reel ekonomiyi hayata geçirecek. Şu an bankaya gittiğinizde 10 bin lira olan paranızın tamamını alamıyorsunuz. Neden? Para yok, satılmış çünkü. Şu an bankalardaki toplam para 25 milyara varmaz. 2 trilyonun üzerinde krediyi nasıl vermişler. Olmayan şey satılıyor. Hem de defalarca. Reel faiz kısmi rezerv sistemiyle sağlanıyor. Bugün 10 bin kişi aynı anda bankalara gitse hesabındaki paranın tamamını çekemez, çektiği takdirde bankalar batar. Sistem kilitlenir. Bu ancak yeni bir modelle aşılabilir. Bu ise hukukuyla birlikte mümkün. 

Topluma düşen sorumluk nedir bu noktada?
Millet olarak faize itiraz etmek zorundayız. Diyanet İşleri Başkanlığı da açık bir beyanat verdi. Bu çıkışların devamı gelmeli. İmamlarımızın bunu sürekli bir mücadeleye dönüştürüp çoğu bankaların faizine bulaşmış halkımızı bilinçlendirmesi lazım. Bu faiz batağından el birliğiyle çıkabiliriz. İnanan, inanmayan görüştüğüm herkesten olumlu tepki alıyorum. Devlet bunu gördüğünden halkın iradesi kabul görecektir. 15 Temmuz’da olduğu gibi ölümüne bir mücadeledir bu. Millet olarak ayağa kalkarsak, cumhurbaşkanını faize karşı desteklersek şu anda borçlarının nasıl silineceğini biliyoruz. Bankaların yapmış olduğu hukuksuzluk ve haksızlıkların nasıl cezalandırılacağını biliyoruz. Onların avukat orduları var, güçlüler. Bireysel yapılan faaliyet kesilebilir ancak kitlesel tepkinin önünü alamazlar. Millet hareketlenirse savcısı, polisi, avukatı, herkesin mağduru olduğu bu mesele ancak hukuken ortadan kaldırılabilir. Sistem kimsenin bir araya gelmediği bu zeminden gücünü alıyor. Asla birleştirmiyor. Birleşirsek değiştiririz.


Baran Dergisi 614. Sayı