Mücahit Gültekin Kimdir?
2004 yılında bir grup meslektaşıyla birlikte “Psikolojik Danışman ve Rehber Öğretmenler Derneği’ni kurdu. 2012’de Aile Akademisi Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. Psikolojik Danışma ve Rehberlik bölümünde “Eleştirel Düşünme Becerileri” üzerine doktora yapan Gültekin’in yayınlanmış bazı eserleri: Psikolojik Danışma Kuramları, Türkiye’de Şiddet Araştırmaları, Algı Yönetimi ve Manipülasyon.
Afyon Kocatepe Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Gültekin’in son çıkan kitabı ise, “Türkiye-ABD İlişkilerinin Psikolojisi”.
 
ABD Dışişleri’nin Türkiye’deki istismar vakaları ve aileler hakkında birtakım projeler yürüttüğünü, nesil emniyetinin tehdit altında olduğun ifade ediyorsunuz. Biraz açar mısınız?
Türkiye’de çok uzun zamandan beri “kadına şiddet” söylemi üzerinden aile ve kadın politikalarının şekillendirildiğini görüyoruz. Türkiye bu bağlamda “toplumsal cinsiyet eşitliği” (TCE) politikalarını uyguluyor. TCE’ye dayalı İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelere imza atıyoruz ve bu sözleşmelere dayalı olarak kanunlar çıkarıyoruz. 6284 sayılı Aileyi Koruma ve Kadına Şiddeti Önleme Kanunu’nun ikinci maddesi, İstanbul Sözleşmesi’ne göndermede bulunuyor ve kanunun çıkarılmasında bu sözleşmenin esas alındığını belirtiyor. Fakat TCE politikalarının en iyi uygulandığı İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç gibi ülkelere baktığımızda bu politikaların kadına şiddeti önlemediği gibi, sözünü ettiğim ülkelerde aile kurumunun bir dağılma süreci içine girdiğini de görüyoruz. Örneğin İsveç’te her iki kadından birinin şiddet gördüğünü ortaya koyan araştırmalar var. Yine Norveç’in başkenti Oslo’da her iki evden birinin yalnız yaşayan insanlar için inşa edildiğini görüyoruz. İzlanda’da ise doğan bütün çocukların %65’inin evlilik dışı doğduğunu görüyoruz. O zaman şunu sormamız gerekiyor: Niçin biz TCE politikalarını uyguluyoruz? “Kadına şiddet” gerçekten önlenmeye çalışılan bir problem olarak mı görülüyor, yoksa Türkiye’de ailenin ve kadın-erkek ilişkilerinin neo-liberal kapitalist amaçlar çerçevesinde yeniden inşa edilmesi için araçsallaştırılıyor mu?

Ben aynı soruyu, istismar vakaları için de soruyorum. ABD Türkiye’de istismar vakalarını açığa çıkardığı için bir öğretmeni ödüllendiriyor. Hâlbuki ABD’de pedofiliyi savunan STK’lar özgürce örgütlenebiliyor, dergi çıkarabiliyor. Yine Hollanda’da pedofilik hareketler siyasi bir parti kurabiliyor. Dolayısıyla, ortada, pek çok konuda olduğu gibi, bir riyakârlık olduğu açıktır. Kadına şiddet söyleminde olduğu gibi, istismar vakalarının da araçsallaştırıldığını düşündüren bir çifte standarttan bahsediyorum. Yine örneğin Türkiye’de çok küçük yaşlardaki çocukların manken ajanslarında çalıştırıldığını, onlara bir yetişkin muamelesinin yapıldığını görüyoruz. Bunun bir problem olarak görülmemesi ilginç değil mi?
Bir örnek daha vereyim. Geçtiğimiz günlerde Vlada Dzyuba ismindeki bir Rus çocuk, Esse firmasının bir mankeni olarak Çin’de katıldığı bir defilede öldü. Vlada 14 yaşındaydı. Bizim gazetelerimiz bile bu olayı haberleştirirken Vlada’yı “Genç manken” olarak tanımladı. Lütfen dikkat edin, “çocuk” değil, “genç” olarak tanımlanıyor. Çocukluk ve gençlik nerede başlıyor, nerede bitiyor? Buna kim karar veriyor? Bir çocuk neo-liberal haz piyasasının sermayesi olarak ölümüne kullanılabiliyor ama bu hiç bir şekilde ciddi bir araştırma ya da eleştiri konusu olmuyor.

Şunu söyleyebiliriz: Türkiye’de geleneksel aile, kadın ve çocuk algısı yeniden dizayn ediliyor. Neo-liberal kapitalist küresel sistemin değerleriyle uyumlu bir hale getirilmek isteniyor. Bu şüphesiz çok geniş bir konu. Bu konuya ilişkin yayınlanmış bazı araştırmalar yaptık. “Türkiye’de ve Dünyada Kadına Şiddet”, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın ve Aile” isimli araştırma raporlarına okuyucularımız internet üzerinden ulaşabilirler.

ÇiftlikBank Nasıl Oluştu?
ÇiftlikBank hadisesi yeni bir kitle dolandırıcılığı olarak tarihe geçti. Buna benzer başka kuruluşların da mevcut ve faal olduğu biliniyor. Nereden çıktı bu yapılar, nasıl yapılandılar?

“Yerli, milli ve kârlı” gibi kavramlar eşliğinde yatırımcıları ikna etmek için manipülasyon aracı olarak kullanılıyor. Çiftlik Bank olayının dayandığı bir takım algı yönetimi kuralları var. Bu kurallardan birisi de hedef kitlenin duygularına/hamasetine oynamaktır. Çiftlik Bank olayının 15 Temmuz sonrası ülkede oluşan psikolojik dinamiklerden faydalanmıştır. “Çiftlik Bank” yöneticilerinin konuşmalarını, reklamlarını, sosyal medya sayfaları üzerinden yaptıkları paylaşımları analiz ederseniz bunu açık bir şekilde görebilirsiniz. Çiftlik Bank, “büyümemizi istemeyen dış güçlerin oyunları” argümanını yatırımcısının zihnine yerleştirerek, kendisine yönelik negatif haberleri o gözle okumasını sağlamıştır. Bu da, yatırımcıların firmaya eleştirel/sorgulayıcı bir perspektifle bakmasını engellemiş; aksine yatırımcıların olayı kişisel bir ticaretin yanı sıra, “milli bir dava” olarak da görmesini pekiştirmiştir. 


Baran Dergisi 585. Sayı