“Saadet Hanım”a gitmeme, genç bir yazarın kaleminden çıkması sebeb oldu. Zira birçok yazar, tiyatro üzerine kalem oynatmıyor maalesef…

Oyun, bir bankanın içerisinde geçiyor. Sabah işbaşına gelen bankacıların yerlerine geçmesiyle perde açılıyor. Oyuncuların kulisten değil de seyircilerin arasından gelmesi, ayrı bir havaya sokuyor seyircileri. Bu havayı bozan saçma espriler ve ucuz şakalar olmasaydı oyuna önyargılı davranmazdım. İlk sahnelerden not defterime sadece şu söz girmiş, “komik olsun diye yazılmış bir oyuna benziyor”.

Bu sıralarda Saadet Hanım rolündeki usta oyuncu Nilgün Kasapbaşoğlu sahneye giriyor. Saadet Hanım, 30 yıllık ilkokul öğretmeni. Bu ilkokul öğretmeni vurgusunu, oyuncunun iyi bir şekilde yansıttığını düşünüyorum. Otoriter olmaları bir yana, herkesi azarlayabilecek düzeyde sinirli oluyor emekli ilkokul öğretmenleri.

Bankaya oğluna hazırladığı sürpriz için para çekmeye gelen Saadet Hanım, oğlu Sermet’ten dert yanıyor. Bu sırada da müfredatın kötülüğünden yakınıp “şu müfredat değiştirilsin, yoksa çocuklar aptal olacak” diyor yanındaki hanımefendiye. Tam bu sırada ‘soyguncu’ ya da ‘eylemci’ olduğunu karar veremeyen üç üniversiteli genç bankaya giriyor. Ellerinde silahlar… Amaçları cezaevinde bulunan arkadaşlarını kurtarmaya yönelik bir ‘eylem içerikli soygun’… Daha sonralarında solcu olduklarını anladığım bu gençlerin kafaları, o kadar karışık ki; Türkiye’deki sol tahlilini bu oyunla yapmak mümkün. Öğrencilerden ikisi erkek; biri kız. Kız sol mücadeleye inanmış ve bu uğurda mücadele eden biri olduğunu düşünüyordum ilk başta. Erkeklerden biri Saadet Hanım’ın oğlu Sermet; diğeri ise her işi laylaya alan bir tip, ismi Ufuk. Soyguna gelir gelmez Ufuk’un “öncelikle kira parasını alalım, sonra eylemimizi sürdürelim” demesiyle seyirci gülüyor. Fakat bence bu sahnede güldürmekten ziyade öğrencilerin para mevzularındaki sıkıntılarına bir gönderme bulunuyor. Saadet Hanım, oğlu Sermet’i yüzü maskeli olmasına rağmen tanıyor. Sermet’i annesi tanıdıktan sonra soyguncular bir toplantı yapmaya karar veriyor. Toplantıda Sermet ile kız elini kaldırırken; Ufuk elini kaldırmıyor. Nedenini ise şöyle açıklıyor: “Kardeşim ben doğuştan muhalif doğmuşum. Ruhum asi benim.” klişe solcu sözlerinin ardından toplantıyı kesiyorlar. Rehineleri bankanın aşağı katına götürürlerken Saadet Hanım, oğlu Sermet’in o gün doğum günü olduğunu söylüyor. Yanındaki pastayla doğum gününü kutluyor. Fakat Saadet Hanım, hâdiselerin hâlâ farkına varabilmiş değil.

Oğlu üzerinde bir otorite kurmaya çalışan anneye bir isyan niteliğinde; solcu olan gencin hâlini, bu oyunda gördüm. Tabiî, bunun içini de fikirlerle değil de sloganlarla doldurmuş bir solcu genç. Ben bunları düşünürken polisler, seyircilerin bulunduğu yerde durarak soyguncular ile konuşuyor. Kız, yazdığı bildiriyi okumayı teklif ediyor, fakat Ufuk, “o bildiriyi ben anlamıyorum, polisler nasıl anlasın?” diyor. Sonrasında tahmin ettiğim şu kelimelerin geçmesi muhtemel: “Proleterya, konjonktür” gibi kelimeler. Saadet Hanım, bu gençlerin ortak bir kararda birleşemeyeceğini anlayıp, tabiî anne yüreğinin de etkisiyle, bildiriyi kendisinin yazacağını söylüyor ve megafonu eline alıyor. Artık polislerin muhatabı Saadet Hanım… (İlk perde böyle bitiyor.)

İkinci perdede banka müdürü, tünel kazmaya başlamış ve bankanın paralarını çalıp kaçmayı planlamış. Banka müdürü, çıkarcı bir tipleme. Oyuncu da bu tipi çok iyi yansıttı.

Bu arada, Saadet Hanım, megafonla polisler ile konuşur ve polis neden bankada eylem yaptıklarını sorar. Saadet Hanım da “Ne yapsın gençler? Gözümüz bankadan başka bir şey görmüyor ki” diyerek çok ince bir göndermede bulunur. Bu sırada arada bir sürü hâdise geçiyor. Saadet Hanım’ın eylemci kızı beğenip oğluyla evlendirmesi gibi komik ve gönderme bulunan hâdiseler. Polisin hırsız demesi sonucu karşılığında “biz geldiğimizde asıl soyguncular bu bankadaydı” diyerek klişeleşmiş bir göndermeyi yapmayı ihmal etmediler. Hâdise, Polis Amiri Suat’ın gelmesiyle daha çok karışıyor. Çünkü Suat’ın ilkokul öğretmeni Saadet Hanım ve Sermet’i de tanıyor. Bu sırada Suat ile Saadet Hanım arasında bir konuşma geçiyor. Bu konuşmayla zaman kazanırken Ufuk, “Cezaevindeki arkadaşlar kaçmış, bu eylemi boşuna yaptık” diyor. Bunu duyan gençler de kaçmaya karar veriyor. Onlar banka müdürünün açtığı tünelden kaçarken polis de içeriye giriyor ve gençleri yakalıyor.

Oyunda arkadaşlarının neden cezaevine girdiklerini sordukları vakit verilen yanıt güzeldi. “Onlar fakirlerin ekmeklerini çalmadılar. Onlar ekmek fabrikasından ekmek çalıp fakirlere dağıttı.” dedikleri an bayağı gülmüştüm.
Genç biri tarafından yazıldığı için seyrettiğim bu oyunu pek beğenmedim açıkçası. Metin oldukça basitti ve klişeler ile doluydu. Oyun içerisinde ince ve güzel tespitler olmasına rağmen kalıplaşmış klişeler, oyunun seyrini bence etkiledi. Fakat metnin yanında oyuncuların tiplemelerine aşina olması da oyuna ayrı bir zevk kattı. Oyunun sonunda ‘sevgi, yürek, kalp’ üzerine söylemlerinde bulunması oldukça iyi oldu.

Oyundan bana kalan, sevgisiz ve eğitimsiz toplumların ne yapacağını bilememesi ve bundan doğan aciz cahiliyet oldu. Aciz cahiliyet ise bir şeye tepki vermek isteyip ne yaptığını bilememek. Bence bu kavram oyunun temeli sayılabilir.
100. kez sahnelendiği için de oyuncuları ayrı olarak tebrik etmek gerekir. Son cümlemi de oyundan alıntı yaparak yazıyı bitireyim. “Umutlarına binip gittiler.”

Baran Dergisi 562. Sayı