Son yıllarda Amerika’nın film sektöründe içine düştüğü kısırlık ortada… Popülaritesi yüksek aktörleri bir araya getirerek çektikleri “Cehennem Melekleri” tarzı filmler de orijinal fikirler üretememelerinden doğan bu kısırlığı örtmeye çalıştıklarını gösteriyor. Birdman, böyle bir ortamda senaryosunu Meksikalı yönetmen Alejandro G. Inârritu’nun kaleme aldığı ve 2014 yılında vizyona giren Amerikan yapımı istisna bir film.
Filmi istisna olarak işaret etmemizin sebeplerine gelecek olursak; henüz filmin başında daha önce pek rastlamadığımız “Kinetik Tipografi/Hareketli harfler” ile oluşan video tekniğinin kullanıldığını görüyoruz. Filmin ana karakteri Birdman, ilk sahnede, arkası dönük, bağdaş kurmuş şekilde, yaşlanmış ve sönük vücudu ile suratını seyirciden gizleyerek hayatından memnun olmayan iç sesini dinlercesine hava süzülüyor. Birdman’ı canlandıran Michael Keaton’ın başıbozuk sesi “nasıl düştük buraya, burası berbat bir yer, leş gibi kokuyor, bu çöplüğe ait değiliz” diyerek yakınıyor.
Film ilk bakışta seyirciye karmaşık görünebilir. Michael Keaton’ın canlandırdığı Birdman karakterinin filmdeki adı Riggan Thompson’dır. Thompson, 80'lerde Birdman isimli süper-kahraman serisinde oynamış 50'li yaşlarda bir aktördür. Daha sonra ise kayda değer bir başarıya imza atamamış ve Birdman'in etkisinden hala kurtulamamıştır. Tabiî bu hâdise 34 yıl önceye dayanır. Tabiri caizse Thompson, 34 yıldır, dipsiz kuyunun içinde kalmış bir insan kadar çaresizdir ve tek umudu ölmeden önce tutunabileceği bir dal, bir yardım elidir. Umudu dualarının kabul edilmesidir ve duaları kabul edilirse olması gerektiği gibi bir insan olacağına inanır.
Thompson’ın içindeki umut üstü kapatılmış dipsiz kuyuya iğne deliği kadar bir boşluktan sızan gün ışığı misalidir ve bu hâl, karanlıkta sağa sola çarparak kendisini aradığı intibaını oluşturmaya yetmektedir.
Kendisini arayan Thompson’ın plânı, Raymond Carver’ın* “What We Talk About When We Talk About Love/Aşktan Bahsettiğimizde Ne Konuşursak Aşktır” adlı hikâyesini, kendi stilinde uyarlayıp Broadway tiyatro sahnelerine taşımaktır. Başka hiçbir vasıta ile şahsiyetine yeniden kavuşamayacağını düşünmektedir. Thompson şahsiyetinin yanı sıra ailesini de kaybetmiştir; eşinden ayrıdır ve kızı Sam Thomson da uyuşturucuyu henüz yeni bırakmıştır. Maalesef maddî imkânsızlıklar ve oyuncu kadrosu gibi sebepler Thompson’ın “Birdman” filminin ardından kaybettiği şahsiyetine ve ailesine kavuşmasının yoluna taş koyar.
Aşktan Bahsettiğimizde Ne Konuşursak Aşktır”da işler iyice çığırından çıkar. Thompson’ın hayallerine ulaşmakta muvaffak olması imkânsızlığa doğru kıvrılmaktadır. Broadway’in ışıklı sahnelerinde bir türlü istenileni veremeyen kişiler hayalleri tüketmekte ve canını sıkmaktadır. Durum öyle kötüdür ki, oyunun yazarı Raymond Carver mezarından kalkıp hâli görse ağlayarak geri giderdi.
Tam da bu sıralarda filmdeki performansıyla Oscar’da “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ödülüne layık görülen Edward Norton**, Mike Shiner karakteriyle çıkagelir. Shiner, Broadway’in uslanmaz ve popüler çocuğu… Oyuna anında adapte olup Thompson’ın içinde sönmek üzere olan ateşi yeniden alevlendiren yetenek...
Riggan Thompson’ı sahnenin Muhammed Ali’si diye nitelendirirsek, Mike Shiner’ı da Angelo Dundee’ye*** benzetebiliriz. Bu teşbihi yaptıktan sonra başarının kaçınılmaz olduğunu söylemek de kolaylaşır.
Shiner, Birdman’in oyununu kendi stiliyle mezcetmiştir. Her şeyin allak bullak olduğu demlerde Shiner’ın gelişiyle bir sihirli bir değnekle dokunulmuşçasına muazzamlaşan bir oyun ortaya çıkmıştır. Hatta Shiner hünerleri sayesinde oyunun istenilenden daha iyi olabileceğini herkese göstermiştir; fakat üst düzey marifetleri haiz Shiner, inanılmaz boyutta, işgüzar, kibirli ve kaba bir insandır. Thompson bunu farketmiş ve kendisiyle yumruk yumruğa kavga bile etmiştir. Shiner’ın kimse ile iyi geçinememesine mukabil aykırı kişiliği sebebiyle herkes tarafından sevilen bir şahsiyet olması da alâka çekicidir; çünkü tavırları yapmacık değildir ve olduğu gibidir. Bazen Thompson’ın oyununa şahsî katı kurallarını eklese de, hakkını vermeliyiz ki her atışı hedefi 12’den vurmaktadır.
Nihayet “Aşktan Bahsettiğimizde Ne Konuşursak Aşktır” seyircilerle buluşur. Ne yazık ki günümüzde teknolojinin gelişmesiyle beraber, fertlerin mekanikleşmesi insan ruhu için bir zaruret olan sanat faaliyetlerine olan alâkanın azalmasına sebep olmuştur; dolayısıyla oyuna olan alâka da istenilen düzeyde olmamıştır. Kaldı ki bu 60 yıl önce yazılmış önemli bir öyküyü uyarlayan Thompson, 34 yıl önce çektiği Birdman’dan başka eseri olmayan ve o tek filmiyle milyon dolarlık hasılat yapmıştır, geri kalan hayatı ise fiyaskodan ibarettir. Oyuna dönersek, çalışmalar esnasında ufak-tefek pürüzlerin dışında her şey güllük-gülistanlık giderken, Shiner’ın oyuna kendi üslup ve şahsiyetini tamamen aşılamasına karşı çıkan Thompson’ın tavrı, Shiner’ın çirkefleşmesine sebep olur. Thompson’ın umutlarını yeşerten adam Shiner, sahnenin ortasında onu rezil ederek, o umutların yeniden sönmesine sebep olan adam olur. Bu sırada sahnede yaşanan tüm rezillikler teknoloji manyağı insanlar tarafından videoya alınmakta ve fotoğraflanmaktadır.
Thompson, hâdiseleri tartışmak ve Shiner’a tekmeyi basmanın yolunu bulmak niyetiyle en yakın arkadaşı olan avukatı Cek’in yanına gider. Cek, uslanmaz adamımız Shiner ile Thompson’ın sahnede yaşadığı hadisenin ardından bilet satışlarının iki kat arttığını, Broadway’deki ve hatta New York’taki birçok gazetecinin dikkatini oyuna çevirdiğini belirtir. Anlaşılacağı üzere reklamın iyisi kötüsü olmaz; Malcolm X’in “eğer bir şeyi istiyorsan, biraz gürültü yapsan iyi olur” ifadesini de bu hadiseye misal olarak gösterebiliriz.
 Birtakım organizasyon problemleri sebebiyle insanların alâkasını celbetmeyen hatta eleştirilmeye bile tenezzül edilmeyen bu oyun, beklenmeyen bir şekilde ilgi odağı olmuştur. Artık Thompson’ı ne söylentiler, ne de hayal kırıklıkları durdurabilecektir. Teferruat neviinden belirtelim ki; filmin içinde bazı uygunsuz sahneler ve Amerikan sinemasına has küfürler bulunmaktadır.
Özetle; film, bir adamın hayatındaki iniş-çıkışları, hayal ile gerçek karşılaştırması içerisinde kendini aramasını anlatıyor.
Filmin teknik açıdan en mühim özelliğiyse Alfred Hitchcock’un Rope-İp filmiyle beyaz perdeye kazandırdığı kesintisiz kamera akışının kullanması ki, hakikaten filmin mevzuunu bir tarafa bırakıp bu kamera akışında kaybolmak bile heyecan verici.
Film, bana Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “Yaşamayı Deneme” adlı romanındaki şu kısmı çağrıştırdı:
“Karıncalar mı?
Karıncaların savaşından bana kalan ders, başı koptuğu hâlde ısırdığı yeri bırakmayan karıncaların hâliydi.
İşte yol, işte yolcu, can kardeşim .
İsim-İmza”
 
Dipnotlar:
* Filmin içinde uyarlanan oyunun sahibi, Raymond Carver, 25 Mayıs 1938 Oregon ABD’de dünyaya gelip, 2 Ağustos 1998’de Washington’da gözlerini yummuş, yalın hikaye ve şiir adamıdır.  Ailesini geçindirmek sebebiyle, pompacılık, hastane ve yayınevlerinde de hademelik yapmıştır. Yazdığı öykü, şiirleri vb yazıları da hayatından esinlenerek insanoğluna kazandırmıştır. Eşi Tess Gallagher da tıpkı kendisi gibi ABD’li şair, yazardır. Alttaki dörtlüğü jenerikten hemen sonra, filme girme esnasında seslendirmişlerdir:
 Geç Kalınmış Parça
-Şu halde bu hayattan istediklerini elde ettin mi?
-Elde ettim.
-Ne istedin?
-Bu yeryüzü üzerinde sevildiğimi hissetmek. Kendime sevildiğimi söyleyebilmek.
 
**American HistoryX 1998, Fight Club 1999 gibi başarılı filmlere imza atan ünlü aktör
 
*** George Foreman, Muhammed Ali ve Jimmy Ellis gibi dünya boks şampiyonlarının antrenörü