Aylardır süren 28 Şubat Darbesi’nin planlayıcısı ve destekçilerinin teker teker nasıl tahliye edildiğini, meğer 28 Şubat Darbesi olmamış (!) diyerek düşünürken, bugün Ergenekon sanığı Mustafa Balbay’ın da tahliye haberi geldi. Yakında Ergenekon diye bir şey de yokmuş meğer diyeceğiz. Onca tantana, onca yaygara, elde var “hiç”.
“Hiç” deyince, siyasi gündemin bu kadar yoğun olduğu bir dönemde, içimden hiçbir şey yazmak gelmedi. Çünkü teker teker tüm gündem oluşturan hadiseler “hiçliğe” karışıyor ülkemizde. “Yokmuş meğer” deyip geçiyoruz. Böyle bir gerçeklikte, gerçeküstü bir dönemden geçiyoruz.
O “hiçliğe” karışan hadiseler arasında, varlığı, var oluşu ve hayatı, bu derginin sayfaları arasında ve ağır bir işkence altında usanmadan-uslanmadan yazan İBDA Mimarı, imânını kaybetmiş bir toplumun imânını, yani ateşini kaybetmiş bir kor parçasını nefesiyle üfleyerek aleve çevirmeye çalışıyor âdeta. Benzersiz bir tefekkür ustalığıyla; bir sanatkâr titizliği, bir derviş rikkati ve şairane bir üslupla… İmân mı? “Herşeyde o mânâ: BEN KİMİM? İbadetim…” diyor İBDA Mimarı.
(…)
Tüm bunları düşünürken yazacağım şeyi buldum. Sürrealist resmin en önemli temsilcilerinden biri olan Joan Miro’nun 60 eseri Tophane-i Amire’de sergileniyordu. Öncelikle Sürrealizm, gerçeküstücülük ne demek? İBDA Mimarı Mirzabeyoğlu’nun Elif isimli eserine müracaat o hâlde:
- “Sürrealizm: Gerçeküstücülük… Bu sanatçıların amaçları, gerçekle bütün bağları koparmak, ruh derinliklerine vararak fizik üstü dünyamıza vurmaktır. Bir nevi hipnoz anlatımları gibi, benliğimizin gizli yönlerini dışarıya vurmak isterler. Sürrealizm, nesnelere mistik sembollere benzer garib mânâlar yükleyerek, bir nevi “denetim dışı” rüyâ hayatının, -rüyâlar genel olarak denetim dışıdır ya!-, resimlerini yaparlar. “Denetim dışı” derken, “şuur altı”, “şuur üstü”, “şuur dışı” şeklinde herbiri birbirine ve fikir akımlarına nisbetle anlamları değişen bahislere girmeden söyleyelim ki, burada kastedilen, “bastırılmış duyguların versiyonları” cinsinden gerçekten kopuşlardır. “Kopma”, kendini de olsa isbata girilmeyen yerde olur…” (SM, Elif -Resim Redd Kökündendir-, İBDA Yayınları, s. 175-176)
Joan Miró, 1893'te İspanya, Barselona'da dünyaya geldi. 14 yaşında Barselona'da Güzel Sanatlar ve Endüstriyel Sanatlar Okulu'na katıldı. 3 yıllık sanat eğitimi sonrasında, burada memur olarak göreve başladı. Daha sonra sanat çalışmalarına devam edebilmek için bu görevi bıraktı ve 1912-1915 yılları arasında Barselona'daki Francesc Galí’s Escola d’Art isimli sanat okuluna devam etti. Galeri sahibi olan José Dalmau'nun teşvikiyle ilk sergisini Barselona'da 1918 yılında açtı. İspanya iç savaşı nedeniyle ülkesinden ayrıldı.
1924 yılında Andre Breton Sürrealist Manifesto'yu yayınladığında, Andre Masson, Max Ernst, Louis Aragon ve Paul Elouard ile birlikte akıma ilk katılanlar arasındadır.  Paris'te geçen yıllarında en yakın dostlarından birisi İspanya'dan sürgündeki bir başka isim Pablo Picasso'dur.
İspanya İç Savaşı esnasında General Franco'ya tepkisini bu dönemde yaptığı, yumruğunu hiddetle sıkmış bir Katalan ırgatın faşizme başkaldırısını gösteren Aidez L'Espagne (İspanya'ya Yardım Edin) isimli çalışmasıyla gösterir.
İlk dönemlerinde Fovizm ve Kübizm etkisinde yaptığı Katalan manzaraları, 1920’lerin başlarında sürrealizm etkisiyle “rüya resimlere” doğru yönelir. 1930’larda ise İspanya’daki iç savaşa dönüşen siyaset nedeniyle Miro’nun Katalan kimliği ve yaşadığı çelişkiler bu dönemde ürettiği eserlerde baskın hâle gelir. İspanya iç savaşı sırasında yaşadığı “kopma” böyle gerçekleşir. Şiddetin ve ruhî ıstırabın baskın olduğu bu yıllarda resimlerinde eğilip bükülmüş, biçimi bozulmuş figürler ve siyah renkler yer alır.
“Resim mağara adamlarının çizimlerinden beri çöküş içerisindedir” diyen Miro işaret ve sembollerden oluşan âlemini hep ilkel bir ressamın tabiîliğiyle oluşturur ve ulaşmaya çalıştığı bu “saflık” onu çağdaşlarından ayıran en belirgin özelliği olur. “Resmin ötesine geçmek için resmi katlediyorum” der bir konuşmasında.
Miro denildiğinde akla gelen ilk çalışmalardan birisi de General Franco sonrasında dünyadaki imajını değiştirmeye çalışan İspanya için yaptığı ve hâlâ kullanılan turizm logosudur. Ülkenin imajını düzeltmek ve ülkeyi yabancılar için bir cazibe merkezi hâline getirmek adına turizm bakanlığınca çalışmalar başlatılır. Bunun ilk ve en önemli adımıysa oldukça güçlü bir slogan bulup bunu herkesin sevip benimseyebileceği bir “görsel”le buluşturmaktır. Uzun çalışmalar neticesinde bir slogan bulunur: "İspanya, güneşin altındaki zenginlik". Fakat birlikte çalışılan hiçbir sanatçının teklifi bu sloganı iletebilecek kuvvette değildir. Bunun üzerine o dönem hayatta olan Joan Miro’nun kapısı çalınır. 89 yaşındaki Miro, hasta yatağındadır. Miro siyah, kırmızı ile sarı güneşten oluşan o meşhur çalışmasını hazırlar. Yetkililer tarafından da büyük bir hayranlıkla karşılanan bu eser o günden beri İspanya'nın turizm logosu olarak kullanılmaktadır.
Joan Miro, 60 eseriyle 20 Kasım-19 Ocak tarihleri arasında İstanbul’da Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde. Ayrıca sergide çocuklar için de atölyeler düzenleniyor.
Türkiye’nin gerçeküstü manzarasına Joan Miro ile bakmak, ilham verici olabilir.

Baran Dergisi 361. Sayı