Şarık Tara ülkemizin iş adamlarından... Kendisi de her insan gibi öldü. Belki zamanlı belki zamansız. Ölüm geldi mi geliyor. Belki yatakta belki sokakta. Bazen ansızın bir köşede bazense aheste aheste hastalık halinde. Bazen mermi ile bazen bir gözün göremediği küçücük bir mikropla. Vesileler sonsuz, say sayabildiğin kadar. Modern dünyanın insanı için ölüm, unutulması gereken acı bir son. Bunun için şehirlerini imar ederken kabirlerini şehir dışına atmışlar. Ölümü anmayı, ölümle yaşamayı psikolojik bir hastalık olarak görmüşler. Hızlı bir hayat tarzı üreterek, gaflet denizinde boğulmuş, bir anlık tefekküre ve uzlete yer vermemişler. Deli gibi çalışarak para biriktirmişler. Bütün bunlar ne için? Deniz ve güneşle iç içe, çıplak bedenlerini sergileyerek en ufak haya ve edepten yoksun bir tatil geçirmek için. Tüketmene, zevk ve sefa içinde başkalarına aldırmadan yaşamana bak. Tüketerek çevrendeki insanlara gücünü göster, harcayarak var ol. Bunun için meslek sahibi ol. Hangi meslek daha çok para getiriyorsa özellikle o mesleği seçmeye gayret et. Tüket, son hızla, insanları tahrik ederek, onların takdirini al. 
İslâm, hakikatin kendisine göre ele alınacağı Mutlak Fikir ölçülerini koyan rejimin adı. Merkezinde Allah’ın Resulü var, Kur’an ona indi, bize değil. Evet Kur’an O’na indi bize değil. İnsanoğlunun zirvesi. El Emin sıfatlı temiz ve pak insan. Onun mübarek dudaklarından icmali olan hakikat tafsili olarak bize aktarıldı. O olmasa, mutlak hakikati anlayamazdık. O olmasa, akıl şaşar yanardık. Ne mutlu O’nu hakikatin merkezine koyarak hakikati anlayanlara. Ne sefil O’nsuz sadece kendi sefil akılları ile hakikati anlama ve insanlara anlatma çabasında olanlara. 
Mülküyle insanı ezen, yani kibir taslayanlara bir hadis-i şerife göre kibir göstermek sadakadır. Bu yapılan hareket ve tavır, yani malıyla büyüklenen zengine karşı gösterilen kibir, zengin için bizzat muazzam bir merhamettir. Bahsettiğimiz hadisin özünde mealen “Mal ile mülkle şatafatla nefsinin zebunu olarak karşıma gelme, şeytani bir duruşla gelip de durma. Benim için senin şahsiyetin önemli. Üstünlük takvadadır. Zenginliğini karşımda caka satarak değil de şükür içinde eda et, göster. Benim için zenginliğin böylesi güzeldir” deniyor ve onu hakikatin sınırları içinde davranmaya davet ediyor. Bundan güzel tavır ve merhamet olur mu? Evet mülküyle büyüklenene kibir ve fakirlere tevazu etseydik, bu Peygamber buyruğunu hayatlarımıza hakim kılsaydık, birçok menfi hal ve hareketin peşinen önüne geçerdik. Tüketim canavarının esiri olmazdık. Böyle olunca ne oluyor; birbirimizle mal ve mülke sahip olma yarışı alıp başını gidiyor. Birbirimizin maaş ve malını kıskanıyoruz. Onun varsa benimde olmalı. Koş koşabildiğin kadar. Hastalıklar türlü türlü. Eşimiz, kaynanamız, hatta ana ve babamız bizi beğenmiyor. İmanî zaaflarımız değişik değişik hastalıklara sebep oluyor. İmanî zaaflarımız hastalıkları yenmemizi güçleştiriyor. Tek tük görülen birçok hastalık, artık grip nezle gibi. Buzdolaplarımız ilaç kutuları, vitamin hapları, ağrı kesicilerle dolu. Hiçbir acıya gelemiyoruz. Tüketen insan, haz almalı, mutlu olmalı ve yüzünde derin fikir çizgileri olmamalı. Acı duyan insanın psikolojisi bozulur. Al ağrı kesici dindir ağrını. Acı duyarak yaşamanın ve acıya sabrederek acıyı yenmenin hasletlerini anlamaz olmuşuz. Dini hakikatlerin kabuğunda yaşarken, psikolog ve okuldaki rehbercilerin tavsiyeleri doğrultusunda hayatımızı idame ettiriyoruz. Batı yaşayış tarzı ve zihniyetinin ajanı doğrultusundaki psikolog ve rehberciler çeşit çeşit görüş ve düşünce belirtiyorlar. Hakikatin şurasından burasından tutuyorlar da bir türlü hakikati kuşatıcı mahiyette ifade edici olamıyorlar. Bin yıldır Anadolu’yu besleyen ruh dinamiklerine uzaklar ve burun kıvırıyorlar. Tavsiyeleri; acıdan uzak kal, mutlu ol, ağlama. 

Çocuğun psikolojisi bozulur, sınıfta kalma olmasın. Çocuğun psikolojisi bozulur, imtihan olmasın, çocuklar kaygı yaşamasın. Dayak olmasın. Öğretmen dayak atarsa eyvah yandı. Çağ dışı kalmış biri. Öğretmen kızmasın, öfkelenmesin benim çocuğuma, sevgisini göstersin. Çocuğuna mahallede biri bir laf etse, biri dokundursa. O çocuk yandı. Sen nasıl benim çocuğuma bunu yaparsın. Kendi çocuğu başka çocuğa küfür etse, canını acıtsa, çocuktur yapar; bir daha yapma çocuğum diye nazikçe uyarır. Tamamen iki yüzlü bir davranış. Allah’ın Celâl ve Cemâl sıfatları var. Kullarını bu yolla terbiye eder. Allah’ın bu sıfatlarıyla terbiye edilen insan, bu yolla tahkir etmeden terbiye etmeli anlayışına uzak bir yapıdayız. İçimizde yaşadığımız öfke ve sevgimiz imanî olmalı. Çocuğumuz ve öğrencimize öfke ve sevgimiz imanî olursa, sorun olmayacağını anlamıyoruz. İnsan korku ve ümit içinde olmalı. Bu zıtlıklar arasında ruhunu besleyip olgunlaştırmalı. 

Hayır korku olmamalı? Psikolojisi bozulur. Çocuklara kurban keserken göstermeyin, psikolojisi bozulur. Çocukların yanında ailece kavga etmekten kaçının. Oysa nefsimiz yenilip zaman zaman kavga ediyoruz. İnsanız, hatadan beri değiliz. Çocuk bundan sonra da barıştığımızı görse. Demek ki hayat böyleymiş. Mesele her hâlükârda ayakta durmak ve onurluca yol almak deyip, bu anlayışı merkezine alsa. Hani iyi günde kötü günde…

Şarık Tara öldü. Ülkemizin en zenginlerinden, Enka Holding kurucusu, kendisi hakkında kitap yazılmış… Çiğdem Tüzün ve Süha Muratlı imzalı kitabın adı “Şarık Tara: Sınırların Ötesinde’’… Kitapta, Tara’nın yurt dışındaki başarıları, iş ilişkisiyle dış dünyada genişleyen siyasi çevresinin Türkiye’ye  sağladığı katkı ele alınıyordu… Tara, Rusya’da iş yaparken sosyalizm ve kapitalizmi daha iyi tahlil ettiğini ve şu kanıya vardığını söylüyor: “Kapitalist gibi kazan, sosyalist gibi paylaş”… Elinden geldiğince yüzlerce kişiye burs verdiğini belirtiyor… Kitaba bakan gazeteci bunun üzerine PepsiCo CEO’su Indra Nooyi’den birkaç kez duyduğu şu tanımlamayı anımsatıyor: Vicdanlı Kapitalizm… Ardından Tara’ya ekleyerek söylüyor: “Vicdanlı Kapitalizm daha ulaşılabilir bir hedef gibi duruyor.”

Hulusi Kentleşme
Evet zenginlerimizden sosyalist görüşlere dair söylemlere şahitlik ediyoruz... Bu durum solcu vatandaşların gönlünü belki de hoş kılıyor… Bak diyorlar, kapitalist iş adamları sosyalizmin değerini ve insaniliğini anladılar. Bizim yıllardır savunduğumuz fikirler nihayet alıcısını buldu. Peki gerçek durum bu mu? Tabii ki değil. Doğrusu gazetecinin tesbiti gerçeğe daha yakın. Eski Türk filmlerinde, zengin fabrikatör rolünde, burma bıyıklı, göbekli, şirin mi şirin Hulusi Kentmen vardı. Hulusi Kentmen’in de çoğu zaman yakışıklı, eğlence içinde hayatını geçiren bir oğlu olurdu… Bu rolü bazen Tarık Akan bazen Yeşilçam’ın diğer jönleri oynardı. Zengin sıpası çoğu zaman fakir güzel kızı ayartır, şimdiki seviyeli birliktelik dedikleri süreçte fakir kızımızın ırzına geçerdi. Filmlerde kahramanlar bu yakışıklı fabrika sahibinin çocuğu olurdu. Bu tipler filmlerde ki rolleriyle Anadolu insanının dünyasında da ideal bir yere konurdu. Devreye fabrika sahibi Hulusi dedemiz girer ve bu mağduriyetleri giderirdi. O zaman Yeşilçam’ın aşk filmlerinin konusu hemen hemen buydu. Zengin oğlan fakir kız. Tecavüz et, kızı kendi özünden başka bir öze döndür. Zengin oğlanı o özde kendine bağla. İkisini tekrar birleştir. Büyük aşk, mesut sonla bitti. Ne aşk filmleri değil mi? İşte o zaman ki solcu gardaşlarımız Hulusi dedemize ve bu filmlere çok gıcık olurlardı. Onlara göre fabrikatör demek “artı değer” sahibi işçileri sömüren, devamlı zenginleşen, ezen bir insandı. Yani hakikat çiğneniyor, bu filmler gerçeği perdelediği için solcu gardaşlarımızın işçi sınıfını aydınlatmasına engel olmuş oluyordu. Fabrikatör Hulusi dedemiz gibi insani, şirin ,torununu kucağına alan biri olmamalıydı. Kapitalist nasılsa öyle olmalı... Yani bütün kudsiyetlerden sıyrılmış, nefs azgınlığından başka bir şey düşünmeyen, düşük ücret fazla emekle kar peşinden ayrılmayan akıl sahibi bir varlık... Dizginsiz bir canavar evvela kendi ülkesindeki insanlara çullanmış, sonra da bütün kainata kan kusturma şiarında biri. Yarış zevkini azgın bir iştaha haline getiren kuvvetin her yolsuzluğuna alkış tutan, zengini kanmak bilmez arzularla kıvrandıran, yoksulu ölüme terk eden, para hırsında biri olmalı. Evet ülkemizin en zenginleri -Taralar, Koçlar- kaymak tabakasını yiyenler, sosyalist söylemlerde  bulunarak bizce Hulusi Kentmen rolüne soyunmuş oluyorlar.

Sebep o kadar aşikar ki… Kapitalizm ile sosyalizm özde aynı lakin pratikte farklılar… Her ikisi de varlığını mülkiyete sahip olma şekline göre temellendiriyor... Birinde ferdin mülkiyeti olmalı, diğerinde ferd mülk sahibi olmamalı. Kapitalizme tepki halinde ortaya çıkan sosyalizm. Kapitalizmin ilk safhalarında yaptığı zulmü görünce -çocuk ve kadınların saatlerce düşük ücretle çalışmaları, hiçbir güvencelerinin olmaması, bunun temel sebebini mülkiyet sahibliğinde görüyor ve mülkiyeti cemiyete aktararak insanları özgürleştirme cihetini tutuyor. Bir cinayetten başka bir cinayete. Zaten batının hikayesi de budur; hikmetten yoksun olması, bütün fikre muhatap olmaması, akıl çerçevesinden baktığı için eşya ve hadiseleri eksik görmesi tedavi yoluna aksak bir tutumla gitmesi. Oysa mesela bıçak zatıyla ne kötü ne de iyidir. Bıçak, doktor elinde şifaya vesile iken hırsız elinde yaralama ve öldürmeye etkendir. İşte sosyalistler kapitalist zihniyetin elinde mülkiyeti adeta hırsı elinde bıçak gibi algılamışlar Allah ve Resulünün ölçülerinden, ruh ve aklın kıvam içinde olduğu mutlak fikirden yoksun oldukları için doktor elinde bıçağın rolünü görmemişlerdir.

ALİ ŞERİATİ
İranlı bir fikir adamı... Birçok kitabı çevrilmiş durumda... Çevirilerin önsözünde, içinde birtakım yanlış düşünceler olsa da, okunması gereken çok değerli biri olarak lanse ediliyor. Anadolu ruh iklimine aykırı olan ifadeler söylense de, okuyanlar keşke ona göre okusa. Müslümanca bir tavır bunu gerektirir. Doktor bile bir ilaç verirken ilacın yan etkilerini söyleyerek hastasını uyarır. Malum Müslüman muhatap olduğu şeyde yanlışa düşeceği durumla ilgili uyarılmalı ona göre tavrını belirleme imkanıyla teçhiz edilmeli. Madem yanlış düşünceler var; nedir onlar kardeşim, ben onları bileyim ki yanlışa düşmekten kurtulayım, ayağım kaymaktan kurtulsun. Kitapların ilk baskılarında bu belirsiz uyarı bile yoktu. Demek ki Anadolu irfanını belirleyen ehli sünnete aykırı bir takım izahlar var ki Anadolu insanından bir tepki almışlar, ki takdim kısmında böylesi ifadeler var. Evet Bizce de Ali Şeriati okunmalı, eserlerinden faydalanılmalı. Lakin Ali Şeriati herkes tarafından okunamaz. Belli bir fikri donanıma sahip insanlar tarafından okunmalı. Aksi takdirde zehirler, insanı yoldan çıkarır. Büyük Doğu ve İbda Mimarları Necip Fazıl Kısakürek ve Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun bütün davaları Anadolu insanında bir fikri bünye oluşturma gayesi olmuştur. İnsanda nasıl bir biyolojik bünye var, yediği her şeyin bir kısmını posa olarak ifrazat ve diğer kısmını kan haline getiriyorsa, bunun gibi eşya ve hadiseleri değerlendirici ve manalandırıcı bir fikri bünye olmalı. Nasıl biyolojik bünye ile faydalı ve zararlı kısım ayrılıyorsa, fikri bünye ile okunacak eserlerden faydalı ve zararlı kısımlar tefrik edilmeli. Velhasıl Büyük Doğu-İbda ile “İslama Muhatap Anlayış”ın ölçüleri kuşanılmadan Ali Şeriati’yi okumak zararlıdır. Mazallah insanımızı dinden çıkarır, imanını sakatlar. Evet Büyük Doğu–İbda küfre elini değdirse şeriat doğuracak, zehri şifaya döndürecek ölçüler manzumesinin ta kendisi. Bu yüzyılda bütün Müslümanların kuşanması gereken vasıta sistem...

Ali Şeriati, İran devriminden sonra kitapları yayınlanan bir şahıs. Malum yüzyıllardır İran-Osmanlı, İran-Selçuklu mücadelesiyle tarihi arka planda gelen siyasi, psikolojik, itikadi, fıkhi ayrılıkları içinde barındıran bir süreç. Nasıl doğu batı diye ayrı bir alem varsa, doğu coğrafyası içinde asla bir araya gelmez Şii-Sünni diye de muazzam ayrı iki alem var. İkisi de ayrı mezhepler dersen eyvah! Çıkılmaz bir tuzağa düştün, hem de ne tuzak. İşte Ali Şeriati’yi okumak ve Ali Şeriati’yi okuyan ve seven biriyle muhatap olursan düşeceğin tuzak şu olur: Mezheplerin kendi İslam değildir, mezhepler İslamı parçalayıcı ve bölücüdürler. Ali Şeriati, Şii dünyasında bir takım hakikatleri dile getirdiği için, Şiiliğe aykırı ifadelerde bulunduğu için o dünyadan uzaklaştırılmıştır. Yani Ali Şeriati Şii değil. Biz de burada Sünnilik aleyhine söylemlerde bulunalım. Mezhepler bölücü parçalayıcı ya, Hakan Albayrak ve diğer radikal İran devrimine güzel bakan tipler gibi, davamız ne şu mezhep ne bu mezhep yalnızca İslam olsun. Yandı gitti binyıllık ehli sünnet birikimi. Eyvah! İmam-ı Azam’lar, Gazâlî’ler, İmam Şafî’ler, Maturidî ve Eşari Hazretlerinin tüm çabasına rağmen kendi kendimizi helâk ettik. Ali Şeriati bak bizim anladığımız Şii değil. Oku çok bilgi sahibi olursun. Soruyorum, Ali Şeriati’yi okuyan Şii mi yoksa Sünni anlayışa mı yakın olur? Tabii ki Şii anlayış. Bugün yıllardır Anadolu’nun ruh ve iklim harcını bozan İrancı tipler, Irak ve Suriye vakalarından sonra söylenecek lafları olmadığındandır, İran’a karşı muhalif fikirlerde bulunmaktalar. Dileriz samimi ve hakikate götürücü olur. Yazımızın ilk kısmına burada son verirken, tavrımız, Sünnilik ve Şiilik diye İslam içinde iki ayrı mezhep demekten kaçınacağız. Sünnilik doğru yolun ta kendisi iken Şiilik bu doğru yola tarih boyunca musallat olmuş sapık anlayışın ta kendisi. Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer Efendimize lanet yağdıran, Hazreti Ayşe annemize iftira eden, peygamber dışındaki insanlara takiyye görüntüsünde masumiyet rolü verenlere başka ne denir ki?

Baran Dergisi 600. Sayı