Yahudi devletinin eski Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’nin, 17.11.2012 tarihinde İsrail Ulusal Güvenlik Eğitim Kurumu’nda yapmış olduğu konuşmayı hatırlamanın tam zamanı. Ne diyordu Livni?

-“Bölgedeki devlet idarecileri bir karar vermek zorunda. Müslüman Kardeşler ve Gazze’nin yanında olup radikallere destek mi verecekler, yoksa pragmatizm ve ılımlılığın saflarında mı yer alacaklar? Herhangi bir devlet idarecisi başka bir yol tutmaya karar verirse, bunun bedelini ödemek zorunda. Türkiye giderek radikalleşiyor. Türkiye’yi kaybetmek üzereyiz. İnanıyorum ki Amerika ve “Türkiye kamuoyu” ile ortak bir çıkar oluşturabiliriz. Şu bir gerçek ki, bölgemizde Müslümanlardan kendi hedef ve yollarını seçmek isteyen idareciler çoğalıyor.

İran nükleer silah geliştirmeye devam ediyor, Mısır’da Müslüman Kardeşleri temsil eden Mursî ve Ürdün’de ortakları Kral var; fakat bütün bu değişimlere karşı hiçbir şey yapılamayacağı fikrini kabul etmiyorum. İsrail’in ‘Dünya bize karşı, Erdoğan İslâmcı, hiçbir umut yok.” demesini kabul edemem. Bizim hiçbir şey yapmadan durmamız gibi bir fikri İsrail politikası için uygun olduğunu düşünmüyorum. İsrail hükümeti yetkilileri bir yolunu bulup, menfaatlerini belirleyerek başka devletlerle çalışmalı. Bu açıkça da yapılabilir, bölgedeki idarecilerden gizli de olabilir. Yoksa bu değişimler yaşanırken eli kolu bağlı oturmamız bize uygun değil. Bölgenin geleceğini şekillendiremeyiz ama Türkiye dâhil diğer devletlerle ilişkileri etkileyebiliriz.

Bu konuşmanın akabinde Gezi Olayları, 17/25 Aralık Yargı Operasyonu, Mit Tırlarının Durdurulması, PKK-PYD’ye askerî destek ve 15 Temmuz’da askerî darbeye varan bir süreç yaşandı Türkiye’de ve hâlen de devam ediyor. Mısır’daysa askerî darbe gerçekleşti ve Mısır düştü.

Şu sıralarda bildiğiniz üzere Türkiye cezalandırılmaya çalışılırken, bir yandan da Yahudi’nin yukarıda çizdiği çerçeveye uygun olan Suudî Arabistan ise yeni rolüne hazırlanıyor. 

Hadiselerin ardında kimin olduğunu açıkça gördüğümüze göre, şöyle bir değerlendirme yapalım ve bundan sonrasında Türkiye’yi neler beklediğini konuşalım.

Türkiye Tecrübesiz – Amerika Acemi
Türkiye Cumhuriyeti, “Yurtta sulh, cihanda sulh.” ölçüsüne göre teşkil edilmiş bir devlet. Rejimden bürokrasiye kadar bütün unsurları da buna göre şekillenmiş. Bugüne kadar dış siyaseti Amerika ve Avrupa’dan gelen emir ve direktiflere “emredersiniz efendim” demek seviyesinde işleyen ve bunu da başarı addeden bir devletin, son yıllarda geçirdiği değişim süreci elbette kolay değil. Tecrübe bedava kazanılmadığı için bu sancılı sürecin yaşanması son derece tabiî.

Amerika’nın acemiliğiyse, senelerdir mutlak mânâda hâkim olduğu bir devlete karşı neyi, nasıl yapacağını bilememenin şaşkınlığından kaynaklanıyor. Alışılageldik Amerikan müdahale şekilleri olan kamuoyu zorlaması, yargı müdahalesi ve askerî darbeyi Türkiye bu kez savuşturduğundan, aslında Amerika da bocalıyor. Bu bocalamanın yanında öfke de giderek büyüyor tabiî. Muhakkak ki “Senelerdir kendi elimle beslediğim, büyüttüğüm Türkiye, bugün bana ihanet ediyor.” diye düşünmekten kendilerini alıkoyamıyorlardır garipler. Bu vaziyet, Amerika’nın Türkiye’ye karşı nasıl hareket edeceği hususunda da sıkıntılar doğuruyor. Meselâ Amerika ile Rusya arasındaki kriz, Türkiye ile olandan çok daha büyük olsa bile, senelerdir bu diyalektik münasebeti sürdürdükleri için artık standartlaşmış tabiî refleksler hâlinde kriz çıkartıp, kriz sonlandırmayı başarabiliyorlar. Oysa ki Türkiye gibi, senelerdir hâkim olduğu ve aynı safı paylaştığı bir ülke ile kriz yaşanması Amerika için de yeni bir şey.

Sarraf Davası Yalnızca Başlangıç
15 Temmuz gecesi darbe girişiminin milletimiz tarafından bertaraf edilmesi, Amerika’nın artık Türkiye’ye kendi içinden müdahale etme imkânını da sınırlandırmış oldu. Bu sebeble de Türkiye’ye karşı yeni bir yol haritası hazırlandı. Amerika’nın yeni stratejisindeki birinci önceliği, Türkiye ve Erdoğan’ı, kendi hâkimiyet alanında bulunan diğer devletlere ibret olacak bir şekilde cezalandırmak. Bunun için de evvelâ Türkiye ekonomisini hedef alan Rıza Sarraf davası ile işe başladılar. Bu hamlenin hedefi, kesilecek ağır cezalar vasıtasıyla, zaten sallantıda olan Türkiye ekonomisini tamamıyla işlemez hâle getirmek. Bundan maksat, ülkeyi iktisadî açıdan dar boğaza sürükleyip, Erdoğan’ın etrafındaki sıkı kenetlenmeyi çözerek işe başlamak ve bundan sonraki hâmleler için zemin hazırlamak.



Amerika’nın Sıradaki Hamleleri
17-25 Aralık Yargı Operasyonu’na ait bütün bilgi ve belgeler FETÖ tarafından Amerika’nın ilgili müesseselerine nasıl aktarılmışsa, yine FETÖ tarafından gerçekleştirilen MİT Tırlarına Yönelik Operasyona ait bütün bilgi ve belgeler de muhakkak ki Amerika’nın elinde bulunmaktadır. Öyle görünüyor ki, İran’a Yönelik Ambargo’nun delinmesi hakkındaki davanın neticelendirilmesi ve Türkiye’nin ekonomik bir darboğaza itilmesinden hemen sonraki hamle, Türkiye ve Erdoğan’ın DAİŞ’e destek veren ülke ve lider olarak yargılanması girişimi olacaktır. Dünya çapında bir hukuk nizamı tesis edilmediği, bunun yerine mafya hukuku işletildiği için, tırlarda değil silâh, patates bile olsa, bu dava da milletlerarası savaş suçları mahkemesine taşınacaktır. Ayrıca Türkiye, DAİŞ ile petrol ticareti yapmakla da suçlanacak ve muhtemelen “terör finansörü” olarak da ilân edilecektir. Geçtiğimiz senelerde Güneydoğu şehirlerimizi köstebek yuvasına çeviren PKK’ya karşı verilen mücadelenin de milletlerarası platformlarda “etnik temizlik” şeklinde lanse edileceği ve Türkiye ile Erdoğan’ın “Kürtlere yönelik soykırım” yapmakla da suçlanacağı ihtimâl dairesi içinde. Dedik ya, istersen patates taşı, ne yaptığının hiçbir önemi yok. Güçlünün hukuku böyle bir şey.

Bu bakımdan bilhassa petrol ticareti bahsinde Türkiye’nin konuyla ilgili olan kim varsa hakkında gereğini bir ân evvel yapması gerekmektedir. Bu yargılama-tutuklama şeklinde de olabilir, başka şekillerde de.

Erdoğan’a Tuzak
Amerika ve İsrail’in artık Erdoğan iktidarıyla uzlaşması ve yola beraber devam etmesi mümkün değil. Çünkü daha evvel de dediğimiz gibi Erdoğan’ın ibret olacak bir şekilde cezalandırılması, bundan sonraki süreçte diğer devlet ve iktidarlara kötü örnek olmaması açısından son derece ehemmiyetli görülüyor.

Kapalı kapılar ardında, Erdoğan’a, “Sen 2019 seçimlerine cumhurbaşkanlığına aday olma, biz de peşini bırakalım.” şeklinde bir teklif ya yapılmıştır, yahut da yakın bir zamanda yapılacaktır. Böylesi bir anlaşma teklifinden Amerika’nın maksadı, Erdoğan’ı Türkiye Cumhuriyetinden tecrit ederek, güya Türkiye’nin yanındaymış gibi davranarak Erdoğan’ın yargılanması olacaktır. Hani sık sık diyorlar ya “Bizim Türk milletiyle meselemiz yok, siyasî iktidarla sıkıntımız var.” diye, bu ifâdenin meâli de budur.

Allah’tan çok Amerika’dan korkan ve her seferinden Allah’a değil de Amerika’ya sığınan ve aslına bakacak olursak Allah’a değil de Amerika’ya tapınan/iman edenlerden müteşekkil bir bürokrasi ve siyasetçi tipi yaygın olduğu için de böylesi bir hamle yapmakta hiç de zorlanmayacaklardır.

Türkiye’nin Acil Aksiyon Planı
Madde madde gidelim.

Amerika ile Türkiye arasındaki çatışmada, sürekli olarak zarar gören tarafın Türkiye olmaması için, Anadolu’nun sırtında bir çıban gibi duran Amerikan üslerinin kapatılması birinci önceliktir. Kürecik ve İncilik Üssü başta olmak üzere bütün Amerikan üsleri kapatılmalı ve personeli ülkelerine gönderilmelidir. Yine Amerika’nın Türkiye’de bulunan CIA ve sair istihbarat ofisleri de kapatılmalı, personeli de ülkelerine gönderilmelidir. Bu personeli gönderirken, koltukaltlarına birer kutu lokum sıkıştırmak da yakışıklı olacaktır.

Amerika ve Avrupa tarafından fonlanan bütün STK, düşünce kuruluşu, dernek ve birliklerin kapısına kilit vurulmalıdır.
NATO üslerindeki Türk çalışanların tamamı hakkında soruşturma başlatılmalı, ajanlık yapanlar elden kaçırılmadan şiddetle cezalandırılmalıdır.

Milletlerarası hukuk ve diplomasi sonuna kadar istismar edilmelidir. Gerek diğer ülkelerle kurulacak münasebetler gerekse milletlerarası hukukun Türkiye’ye tanıdığı bütün hakların sonuna kadar peşine düşülmelidir. Misâl vermek gerekirse, Amerika ve Birleşik Krallık, Irak işgalinin hata olduğunu ve orada zannedilenin aksine kitle imha silahlarının bulunmadığını açıkladı. Madem ki ABD, Irak’ı yanlışlıkla işgâl etti, o zaman bu işgâlin Türkiye ekonomisine olan zararını da karşılaması gerekmez mi? Yanlışlıkla işgâl ettiklerini kendileri itiraf ediyorlar. Böylesi bir yargılama, hangi milletlerarası mahkemenin konusu ise oraya dava açılması icab etmez mi? Karar müsbet çıkar, menfi çıkar; hiç önemli değil. En kötü ihtimâlle, milletlerarası kamu hukukunun büyük bir palavradan ibaret olduğunun resmen ifşâ olmasına vesile olur.

Amerika ve Yahudi devleti adına Türkiye’yi tehdit eden PKK-PYD oluşumu, Suriye’nin kuzeyinden kazınmalıdır.
Bürokrasinin Amerika’ya değil de Allah’a iman edenlerle şereflendirilerek, ihtilâlci bir hüviyete kavuşturulması bir diğer meseledir. Mamacı, korkak, kaypak, yalancı kadrolarla savaşa falan girilmez.

Böylesi bir süreçte propaganda faaliyetinde önemli rol oynayacak, milletimizin psikolojisini şekillendirecek olan medya da ciğeri beş para etmez dalkavuklardan arındırılmalıdır. Herkesin bildiği bir meselede bile yalan söylemekten yüzü kızarmayan, kraldan çok kralcı, namus dahil hiçbir kriteri olmayan medya, sadece nefreti körükler.

Bir diğer mesele de ihaneti bedava olmaktan çıkartmaktır. Bugün Türkiye Cumhuriyetine ihanet eden hainler yurt dışında krallar gibi yaşarken, içerideki hainlerin ihanet etmesi nasıl önlenebilir? Ne zaman ki Türkiye bir devlet gibi davranmaya başlar ve bu hainler dünyanın neresinde olursa olsun açıktan yahut üstü kapalı şekilde cezalandırılmaya başlarsa, işte o zaman ihanet bedava olmaktan çıkar ve düşman da, kendisiyle müşterek zihniyette bile olsa, burada kendisine işbirlikçi bulamaz. 

Rejim, Türkiye Cumhuriyeti’ne ayak bağı olan bir diğer meseledir. İktidarların yalnızca belediyecilik (yol, su, köprü, tünel vs.) faaliyetinde bulunmasına müsaade eden, buna karşılık esas (yargı, eğitim, odalar, sermaye vs.) meselelere el atıldığında rejime müdahale ediliyor diye vaveylanın koparıldığı mevcut rejimin kökten değişmesi şarttır. Bu rejim, meselelerin çözümsüzlüğe mahkûm edilmesi üzerine kurgulanmıştır ve Türkiye’nin ayağında böylesi bir prangayla bu kavgayı vermesi mümkün değildir.

Yeni rejimle beraber Erdoğan’ın şahsı etrafında temerküz eden birliğin, bir mefkûre etrafına taşınması gibi bir şart da doğmaktadır. Ötelerin ötesindeki hedeflere fertlerden ziyade fikir ile varılır. Bu sebeble Türkiye kökten bir rejim değişikliğine gitmeli ve milletimizi, ulvî bir mefkûre etrafında buluşturarak, belli olan hedefe, hedef olan sistemin vasıtalığında, istikbâl yükünü tek bir kişinin sırtına yüklemeden, riskleri en düşük seviyeye indirerek, sistemli bir şekilde vardırılmalıdır. Bu mefkûrenin ne olduğu ise 15 Temmuz gecesi kendisini son derece açık bir şekilde hissettirmiştir.  

Ve tabiî ki tüm bu hamleleri birbiriyle iltisaklandırarak verimli kılacak olan mihrakın tesbiti ve sisteminin tatbiki.
***
Üzerimize doğru son derece büyük bir dalga kabarıyor ve bugün Türkiye’nin bir karar vermesi gerekiyor; ya bu dalganın üstüne binip bir sörfçü gibi hareket ederek dalganın enerjisini ulvî “oluş”umuza vesile kılacağız, yahut dalganın altında kalıp yok olacağız. Zannedilenin aksine her türlü pazarlık, anlaşma, taviz ve saire Türkiye için üçüncü bir seçenek değil, ikinci seçeneğin türevlerinden ibarettir ve sonu hüsrandır.

Baran Dergisi 569. Sayı