28 Şubat, Regaib Kandili gecesi İdlib’de ilerleyen Türk askerî konvoyunu hedef alan hava saldırısı neticesinde 33 Türk askerinin şehid olması ve 32’sinin yaralanması önemli bir milad oldu. O güne kadar gerçekleşen saldırılarda şehidler vermesine rağmen Suriye’deki rejimi direkt olarak hedef almaktan ve Rus askerleriyle karşı karşıya gelmekten azamî derecede kaçınan Türkiye, bu saldırı neticesinde kararlılığını net bir şekilde ortaya koydu ve Rus askerinin sahadan çekilerek, Türk askeri ile rejimi başbaşa bırakmaya zorladı. 

Rusya, 33 Türk askerinin şehid olduğu saldırı gerçekleşene dek Türk konvoy ve kontrol noktalarını daha ufak çaplı saldırılarla hedef alarak Türkiye’nin İdlib’deki kararlılığını yokluyordu; fakat yaşanan bu saldırı sonrası Türkiye’deki siyasî iktidarın kararlılığı ve Türk kamuoyunun hep birlikte bu saldırının arkasında Rusya’yı görmesi üzerine, Türkiye ile rejim arasından birkaç gün için bile olsa çekilmek zorunda kaldı.

Geçtiğimiz Cuma ve Cumartesi akşamı Rus askeri desteğinden yoksun rejim unsurları ile Şiî milislerin Türk askeri tarafından desteklenen HTŞ ve SMO karşısında nasıl da perişan bir hâle düştüğüne hep beraber şahitlik ettik. Sonrasında ise Rusya’nın yeniden devreye girmesi neticesinde harita yeniden eski konumuna dönmüş olsa da, Türkiye’nin yaşanan saldırı sonrası göstermiş olduğu askerî kararlılık, bu bölgede bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını dünya âleme ihtar etmiş oldu.

Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gece, Türk askerinin harekâta hız vermesi ve rejim mevzilerini hallaç pamuğu gibi atmasıyla rejime bağlı hesablar hep bir ağızdan “Türk askerine hava saldırısını Rusya yaptı, şimdi de kenara çekildi ve bizi Türk askerine parçalatıyor” minvalinde ağlamaya başlamışlardı ki, Pazar’ı Pazartesi’ye bağlayan gece Ruslar’ın yeniden devreye girmesiyle beraber seslerini kestiler. Biz bilindiği üzere Şubat ayının başında Türk askerini hedef alan ilk saldırıdan beri bunun arkasında Rus askerinin olduğunu zaten defaatle ifâde etmiştik.

Çatışmalar sürerken bir diğer taraftan diplomatik girişimler de devam etti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin’in 5 Mart tarihinde Moskova’da görüşmesi kararlaştırıldı. Muhtemelen 5 Mart’a kadar İdlib sahasında taraflar mümkün olan en çok alanda hâkim olmak yahut hakimiyetlerini korumak için mücadele edecek ve eğer ki bu zaman zarfında 28 Şubat gecesine benzer bir hadise yaşanarak işler çığırından çıkmazsa, herkes hâkim olduğu alanlar üzerinden masaya oturup ateşkes pazarlığı yapacak.

Biraz evvel dediğimiz gibi Şubat ayının başından beri şehid edilen 58 askerimizin kanı Putin’in elindedir ve Erdoğan Moskova’da Esad’a hamilik eden Ruslar’la değil, Türk askerini bile isteye hedef alarak şehid eden, sonra da kararlılığımızı görünce kenara çekilmek zorunda kalan Rusya’nın devlet başkanı Putin ile görüşmeye gitmektedir.

Suriye’de yaşanan insanlık dramı, demografiyi tahrib etmeye yönelik girişimler, PKK’dan Hizbullah’a muhtelif örgütler ve mülteciler ile beraber burada unutulmaması gereken biricik husus, Türkiye’nin çok ama çok haklılığıdır.  

AB’nin Sonu Mu?
Rus hava kuvvetlerinin İdlib’de Türk askerî konvoyunu hedef almasının hemen akabinde Ankara’da düzenlenen güvenlik zirvesinden çıkan ilk karar, Avrupa sınır kapılarının mültecilere açılması oldu.

Suriye’de yaşanan insanlık dramının müsebbibi sanki Türkiye’ymiş gibi buradan kaynaklanan bütün yükü Türkiye’nin sırtına yüklemeye kalkan ve senelerdir vadettiği sözleri yerine getirmeyen Avrupa’nın, İdlib’de yaşanan hadiseler karşısında sessizliğini muhafaza etmesi nihayet sabrı taşırdı ve aynı gece sınır kapılarının açılmasına karar verildi.

Türkiye’de kayıtlı 3,5 milyon Suriyeli ve buna ilâveten BM rakamlarına göre 2 milyona yakın da Bangladeş, Afganistan, İran, Somali ve muhtelif ülkelerden gelmiş mülteciler barınıyor. Yine BM rakamlarına göre toplam 5 milyon 679 bin mülteci. İdlib’de yaşanan Rus, rejim ve Şiî milisler ortaklığıyla işlenen vahşete dur denilmezse, oradan da bir 3,5-4 milyon civarı mültecinin Türkiye’ye doğru hareketlenmesi bekleniyor. Ki bunların İdlib sahasında kurmuş olduğu çadır kentlerdeki ihtiyaçları da yine Türkiye tarafından STK’lar yoluyla karşılanıyor. 

Hâl böyle iken Avrupa’nın bütün bu yükü Türkiye’nin omuzlarına bırakması, sözleşmelerde üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmemesi ve yaşanan hadiseler karşısında sessiz kalmasının bir bedeli olmalıydı ve oldu da.

Türkiye’nin kapıları açtığını duyurmasının ardından yalnız sınırlı sayıdaki mültecinin kapılara yönelmesi bile Avrupalıları koltuklarından zıplatmaya yetti.

Son yıllarda Avrupa’ya yönelen mülteci göçünün bu AB ülkelerindeki sağ siyasî akımları nasıl da yükselttiği mâlum. Avrupa ülkelerinde iktidardaki görüşü değiştiren mülteci sayısı ise toplamda 1 milyon civarında... Yâni Türkiye’deki mülteci sayısının beşte birinden az sayıdaki mülteci Avrupa’daki bütün dengeleri altüst etmeye yeterken, Türkiye’nin açtığı kapıdan Avrupa’ya yönelecek 4-5 milyonluk bir mülteci göçünün Avrupa’da en az 4-5 tane Hitler çıkartmaya yeteceğine kesin gözüyle bakmak gerekiyor; bir farkla ki, bu seferki Naziler karşılarında Yahudileri değil, büyük çoğunluğu Müslüman olan Ortadoğu ve Mağrib ülkelerinin insanlarını bulacaklardır ki, fırınlarda kimin kimi yakacağı hiç ama hiç belli olmaz!

Avrupa’daki siyasîlere de kısaca bir değinmekte yarar var: Türkiye’den olası bir mülteci göçünün yukarıda tablolaştırmaya çalıştığımız şekilde bir tahribat yaratması muhtemelken, yaptıkları anlaşmalarda üzerlerine düşeni yerine getirmiyor oluşları ve bunun üzerine yaşananlar karşısında hâlen inisiyatif almaktan kaçınıyor olmaları, Avrupa’da siyasî aklın çoktan öldüğünden başka hiçbir anlam taşımıyor.

NATO Bitmiş!
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne karşı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tesis edilen dünya düzenini teminat altına almak üzere Batı ülkeleri tarafından Kuzey Atlantik Örgütü Anlaşması imzalanmıştı. Kısa adı NATO olan bu örgütün varlık sebebi olan Sovyetlerin, yâni bugünkü Rusya’nın saldırılarına karşı durmaktı. Bugün örgütün en büyük ikinci ordusunun ülkesi olan Türkiye ile Rusya üstü örtülü bir şekilde savaşırken, Türkiye’nin NATO’yu göreve çağırması üzerine onların hadiseyi kuru kınamalarla geçiştirmeye ve topu müttefiklere atmaya çalışması, bu örgütün bütün işlevini yitirdiği, yalnız bir bina, tabeladan ibaret kaldığının resmidir. 

Bugün, Allah’ın insan suretinde yarattığı Perinçek gibi mahlûklar savaş hâlinde olduğumuz Rusya’nın Avrasyacılığını hâlen savunurken nasıl rezil rüsva hâllere düşüyorlarsa, Amerika ve NATO’yu savunanların da ondan yüksek kalibrede olmadıklarını işaretlemekte fayda var.

NATO, bugün kovanındaki barutu boşaltılmış bir mermiden farksızdır ve bu gözle görülmezse faydan çok zarar verebilecek vaziyettedir. 

Türkiye’nin Bağırsaklarını Çalıştırması Lâzım
Son on yıldır iç kamuoyundan yükselen sesler bize göstermektedir ki, Türkiye’nin bağırsakları çalışmamakta, faydalı olan ile ifrazat olanı birbirinden ayıramamakta ve bünyeden dışarı atamamaktadır. Türkiye bünyesinin boşaltım sistemini çalıştırmanın bir yolunu -ki bu olağan hâllerde hukuk, olağanüstü hâllerdeyse olağanüstü hukuk olur- artık bulması gerekmektedir.

CHP, Saadet ve HDP başta olmak üzere kimi siyasî partiler ile Cumhuriyet, Fox, Evrensel gibi yayın organları ve siyasîlerden akademisyenlere, STK’lardan yazarlara ve eski bürokratlara kadar geniş bir yelpazede, elinde bıçak, Türkiye’yi dışarıda cereyan eden her hadisede sırtından bıçaklamak için hazır kıta bekleyenlerin bir şekilde bu bünyenin dışına itilmesi artık zaruret hâlini almıştır.

Şartlar Bütün Müslümanları Türkiye’ye İtiyor
Mesele yalnız Suriye’den ibaret olsa neyse… Geçtiğimiz hafta Hindistan sokaklarında linç edilen Müslümanları hep beraber izledik. Çin’in toplama kamplarında Uygur Türklerine yaptığı eziyetler vaka-i adiden sayılır oldu. Rusya, Amerika ve Avrupa’nın elinden damlayan Müslüman kanları adeta göle döndü. Türkiye’yi aradan çıkarınca Müslümanların yaşadığı geri kalan ülkelerin iktidarları ise üç kuruşluk menfaat uğruna, efendilik hevesiyle onlarla işbirlikçiliğe soyundu ve dökülen bunca kana ortak olmaktan başka bir marifet bilmediler.

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun yıllar evvel yapmış olduğu “Şartlar Türkiye’yi tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor” ikazı, aynı mânâdan olan “Şartlar Bütün Müslümanları Türkiye’ye itiyor” terkibiyle yerli yerine oturuyor.

Tabiî şartların zorlamasının yanı sıra, bu zorlamaya karşılık olarak, Üstad Necib Fazıl’ın Sakarya başlıklı şiirindeki “Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!/Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?” mısralarında geçtiği üzere, Türkiye’nin, binbir başlı kartalı kanaryanın nasıl taşıyacağının formülünü bulması gerekiyor. 
***
Bir süredir Türkiye’de siyasîlerin konuşmaları ile sahadaki manzara arasındaki tenakuz, Türkiye’nin İdlib’de başlattığı Bahar Kalkanı operasyonu ile aşılmış oldu ve geçtiğimiz haftalarda dikkat çektiğimiz Türkiye’nin imajı, zedelenmek şöyle dursun, bu hadiseler vesilesiyle daha da güçlenmiş oldu.

Ayrıca İdlib’de başlatılan operasyon hem içeride hem de dışarıda bütün maskelerin bir bir düşmesine vesile olurken, bundan sonra dünya siyasetinde artık hiçbir şeyin eskisi olmayacağı da anlaşılmış oldu.

5 Mart tarihinde Erdoğan ile Putin muhtemeldir ki İdlib’de ateşkes konusunda anlaşacak; fakat ondan sonraki çok yakın bir gelecekte muhtemeldir ki bu anlaşma daha zorlu şartlarda sınanacak ve o saatten sonra geriye dönüş olmayacak!


Baran Dergisi 686. Sayı