Hannibal Barca, tarih boyunca adı anılacak büyük komutanlardandı. Savaş sahasında son derece mahir olan bu gözü pek komutanın en büyük hatası, Roma konsülünü yendikten sonra Roma’ya yürümek yerine savaşı sürdürmeyi tercih etmesiydi. Cereyan eden hadiselerin yüksek dozlu heyecanına gark olup, sebeb, sonuç ve ideal arasındaki illiyet bağını kaybettikten sonra sırf savaşmak için savaşmak ve gidip hak ettiğini ele geçirmek varken, karşı tarafın teslim olmasını beklemek gafletine düşüp, ölmek üzere can çekişen düşmanını kendi elinle yeniden hayata bağlamak. Bunun bir benzerini, Viyana Kuşatması sırasında, başımıza belâ olan Mustafalardan bir diğeri olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sayesinde biz de tatmıştık.

Bizim iktidar ve yanında toplanmış siyasetçi, gazeteci, parti teşkilâtı için de benzer bir durum vaki. 17/24 Aralık Yargı Darbesinden sonra hayatlarında ilk defa kavga ettiler ve kavga etmek o kadar hoşlarına gitti ki, bir süre sonra sebebi, sonucu ve ideali bir kenara bırakıp, “dalaşmak için dalaşan” bir topluluğa dönüştüler. 

15 Temmuz’dan sonra ordusu ve kaleleri düşmüş içimizdeki “Roma” prodüksiyonunu tüm kadrosuyla teslim alıp, Anadolu’yu yeniden fethetmek ve mevcut olanın yerine hakiki bir düzen inşa etmek çilesine talib olmak varken, kavga için kavgaya devam etmek, karşı tarafın kendisine uyması için beklemek, “ama dışarısı ne der” diye tereddüt etmek, neresinden bakarsanız bakın basiretsizlikti. 
Tarih, kitaplar, filmler ve diziler düşürdüğü düşmanının muhtelif sebeblerle hakkından gelmeyip, kendi sonunu kendi eliyle hazırlayan “kahramanlardan” geçilmezken, bu memlekette kimsenin okuyup izlediğine bakarak ibret almadığı da tescillendi.

Tekrar Edilen İBB Seçimleri
Geçtiğimiz Pazar günü İBB seçimleri tekrarlandı ve CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu bu kez %10’a yakın oy farkıyla kazandı. Ekrem İmamoğlu’na döneceğiz... 

Şimdi, siyasetçilerden televizyon yorumcularına, gazetelerden sosyal medyaya kadar herkes Cumhur İttifakı’nın neden bu kadar fark yemiş olduğuna dair bir sürü sebeb ortaya atıyor: Ak Parti’de ve siyasette FETÖ temizliği yapılmamış olması, Ak Parti teşkilâtlarının gereğince çalışmaması, yerleşmiş israf ve gösteriş algısı, siyasî gerilimlerin çözümsüzlüğü, ekonomik sıkıntılar, mülteciler, adam kayırma, liyakatsiz kadro, Pelikan, yanlış aday, yandaş medyanın 0-3 zekâ seviyesine hitab eden yayınları, sosyal medya trolleri, Öcalan’ın son dakika ortaya çıkan mektubu, kültürel deformasyon, aile ile alâkalı kanunî düzenlemeler, damadın Maliye ve Hazine Bakanı olması, seçmenin 17 senedir hükümet seçmesine rağmen hâlen iktidar olmuş olamaması, muhalefete karşı esaslı bir dil geliştirilememiş olması, iktidar yorgunluğu, son model Mercedeslerle gariban mahallelerine gidip yardım dağıtan teşkilât çalışanları vs.

Saydıklarımız ve saymadıklarımızla beraber istisnasız tüm sebeblerin Cumhur İttifakı’nın girmiş olduğu seçimleri kaybetmiş olmasında bir rol oynadığını söylemek mümkün. Peki, ortada bu kadar çok birbirinden ayrı, alâkalı alâkasız sebeb varken, doğru olan, tek tek bu sorunlarla mı uğraşmak, yoksa sebeb üstü sebebi bulup, buradan hareketle çözüm mü üretmek?

Beşer Zekâsının Sekreteri “Gibi”
9 Mart 2017 tarihli Baran Dergisi’nin 530. sayısının kapağında bir soru vardı, dergimizi takib edenler hemen hatırlayacaktır; “Bunca Yol, Köprü, Tünel Hangi İdeale Çıkar” diye ve yine aynı kapağın alt manşeti de şöyle diyordu; “Her İdeal Bir Gayedir; Fakat Her Gaye İdeal Değildir!”

Ak Parti’nin iktidara geldiği günden bugüne, 17 yıl boyunca en başarılı şekilde gerçekleştirdiği iş hiç şüphe yok ki çağımızın meselelerini çekinmeden dillendirmesi oldu. Gerek memleket ve gerekse dünya çapında milletimizin ve insanlığın çözüm bekleyen meselelerini hiç çekinmeden samimiyetle dillendirmiş olması noktasında başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Ak Parti’nin hakkını vermek gerek. (Bir yazı düzeni içinde burada “fakat” kelimesi kullanıp, cümlenin ilk bölümünü hükümden düşürüp geçmek icab eder ama yok, hakikaten de hakkını verelim, bu işi büyük bir maharetle yaptı Ak Parti.)

Rönesans ile beraber Fransızlara atfedilen “Beşer Zekâsının Sekteri” ünvanının birinci ayağı budur; çağın meselelerini bir bir sıralamak… Fakat bu unvanın Fransızlara atfedilmesinin sebebi tüm bu meseleleri ortaya koyduktan sonra bir de bunlara kendi zaviyesinden yola çıkarak cevab getirmiş olmasıdır. 

Ara başlıkta tırnak içine aldığımız “gibi”ye gelelim ve hemen en kısa yoldan bahsi zarflayalım; “gibi” yapınca olmuyor! Tamam, çağın meselelerini çok güzel sıralıyorsun ama bunlara ne çözüm getiriyorsun? Veya en azından ne gibi çözümler teklif ediyorsun. İş o zaman beşer zekâsının sekreterliğinden çıkıyor ve her şeyden şikâyet eden mahalle karısı dırdırına dönüşüyor. İki seviyenin birbirinden farkı anlaşılıyordur herhâlde. 

Muşamba dekorda meydana getirilen kabartmalar ilk başta son derece alâka uyandırıyorsa da, ruhî ciheti olmadığı için bir süre sonra cazibesini yitiriyor ve bir âlet olarak kullanılsa dahi sıradanlaşıyor. Ruh imarını ihmâl edip, yalnız madde imarına dayanarak ayakta kalınsaydı, tarihteki o kudretli imparatorluklar yıkılmazdı.

Rönesansını tamamlamış Büyük Doğu-İbda’nın farkı da aslında burada ortaya çıkıyor. Çağın meselelerini tesbit ettiği gibi aynı zamanda bu meselelere “Mutlak Fikir” perspektifinden cevab getirebilen ve buna göre hareket edebilen yegâne mihrak olması hasebiyle ayrışıyor. 

İdealsizlik
Bizim her zaman üzerinde ısrarla durduğumuz husus, ideal bahsi... Maddî hedeflerin ötesinde ulvî bir hedefin zarureti… Türkiye’nin ulvî hedefi veya ideali nedir? Bu öyle bir sorudur ki, yapılan ve yapılacak olan ile yapılmayan ve yapılmayacak olan her şey bu soruya verilen cevaba göre yerini bulur; ve bu soruya verilmiş bir cevab yoksa, tüm yapılanlar, taşları üst üste atıp moloz yığını meydana getirmekten başka bir işe hizmet etmez.

Bir hedef belirlenir ve geri kalan herkes ve her şey bu hedefe göre kıymetini bulacak olursa, o zaman yapılan işler birbirini çelmez, bilâkis verimli kılar.

İşte, Cumhur ittifakının seçimde kaybetmesinin de, Türkiye’nin içinde bulunduğu sorunlar yumağının da sebeb üstü sebebi idealsizliktir.

Bizim bağlısı olduğumuz dünya görüşüne göre bir hedefimiz var. Bu hedefe ulaşmak için de mevcud olanı hedefimizin istediği şartlara uydurmak zorunda olduğumuzu biliyoruz. Meselâ (onların tabiriyle söyleyeceğim kusura bakmayın) “Türkiye’den s.ktir olup gitmek”ten başka “hedefi” olmayan ve “s.ktir olup gidemediği” için de burada her türlü rezaleti ve paçozluğu sergilemeyi marifet addeden “genç” tipinin bizim toplumumuzda yeri yok. 

Burada tabiî şu hususa da dikkat çekmekte fayda var; bugün gençlerimiz, kendilerine, uğrunda bedel ödemeye ve türlü çileye katlanmaya değecek bir ideal gösterildiği hâlde mi idealleştirdikleri Amerika ve Avrupa’ya gitmek istiyorlar; yoksa idealsizlik denizine gırtlağına kadar batmış, belli bir kesimin cemiyeti sömürmek suretiyle sefahat içinde yüzdüğü, içtimaî adalet müessesinin yıkılmış olduğu bir ülkeden mi gitmek istiyorlar? Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan bahsine dönmesin ama sanki her iki hususun da bir hakikati var.

Yine bizim hedefimize göre, Cumhuriyetin ilk yıllarında teşkil edilen ve neredeyse bir asırdır milletimizin idrakini iğdiş edip, onu bir yalana mahkûm etmek üzere tertib edilen prodüksiyonda rol üstlenenlerin de Anadolu’da yeri yok. Sermayeden akademiye, sanattan edebiyata ve bürokrasiye dek uzanan Yahudi, dönme ve muhtelif azınlıkların oligarşik düzenine biz niçin rıza gösterelim? 3000 aileden mütekkeb oligarşi bahsi… Onların hedefi, Batılı sisteme entegre etmek üzere milletimizi iğdiş etmek. Kendi ajandasına göre hareket eden ve bu uğurda elde edeceği menfaatini her şeyin üzerinde tutan bu oligarşik düzenin unsurları, yalnız bizim değil, ideali olan herkesin ve her kesimin tabiî imha hedefi olmalıdır. 

Şu iki misâle bakıldığında bile görüleceği üzere, bizim varmak istediğimiz açık bir idealimiz ve bu gayeye varmak için de oluşturulması gereken şartlar var. 

Türkiye’nin ve Ak Parti’nin ise ortaya koymuş olduğu ulvî bir hedef yok. Cumhurbaşkanı, seçimlerden sonraki Salı günü grub toplantısında konuşuyor ve hâlâ “biz yol, köprü, tünel yapmaya devam edeceğiz” diyor. Bu memleketin ideali yol, köprü ve tünelse, o zaman Türkiye neden FETÖ, Gazze, S-400, F-35, dünya beşten büyüktür gibi meselelerle uğraşıyor ki? Dünyada bugün yaşayan, yaşamış ve yaşayacak olan hangi insan tipi daha fazla yol, tünel ve köprü için olası bir Amerikan ambargosuna katlanır? Kimse katlanmaz. O zaman?

Fikirde müphem, aksiyonda açık olmak parolasına göre ideali tayin etmek, bütün bir aksiyonun mihrak noktasıdır ve aksiyonun bir parçasıdır. İdeal açık olmadığı zaman aksiyon müphemleşir, fikirse ayağa düşer. 

Türkiye’nin artık idealini belirlemesi, bu ideal fikrini sistem çapında hem gaye ve hem de vasıta olarak işletmesi gerekiyor. Her gün kalkıp rastgele bir tarafa yürüyerek hedefe varılmaz, boş boş dolaşılmış olur.

Liderlik
Sabah akşam karşı blokla ve kişilerle uğraşmak, onlara lâf yetiştirmeye çalışmakla liderlik olmaz. Lider, bunları kaale bile almaz ve üstlendiği misyonun gereğini yerine getirdiği nisbette ve kararlılığıyla ön plana çıkar. “O bunu demiş, şu şunu demiş” diye ömür geçer de bir arpa boyu yol kat edilemez. Umumî temayül de bu yöndedir, kim ne kadar konuşursa konuşsun, millet lagalugadan haz alsa da, nihayetinde, elinde sancak ilerleyen kim ise onun peşinden gider.

Türkiye’nin önündeki meseleler belli. Sabah akşam bunları dillendirip şikâyet eden ve çözüm yerine bahane üreten değil, sorunları ortadan kaldıran, yol açan kimse liderdir. Ama yine başta da dediğimiz üzere, hedef olmadan neyin sorun olduğu ve hangi sorunun nasıl çözüleceğinin bile tesbit edilmeyeceği artık anlaşılmalı. İdeali ortaya koyacak, izah edecek ve toplumu bu merkezde buluşturup, kitleyi o istikamette sürükleyecek, engel çıkaranlarıysa fikrî ve fiilî olarak tepeleyip, muvazaalı işlerden kaçınan kişidir, lider. 
 
Ayyaş Hakimiyeti
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu niçin İslâm’ı “Mutlak Fikir” şeklinde tanımlıyor? Mutlak, yâni mekânın ve zamanın üzerinde, şartlar ve koşullar ne olursa olsun değişmeyen, esas olan. İslâm, hiçbir zaman insan ve toplumun aleyhine işletilemeyecek yegâne “doğru” da bu sebeble. Bugünün “mutlak”ları ise demokrasi, serbest piyasa gibi namlusu kaybedene dönmesi mukadder silahlar.
Meselâ Ak Parti 17 yıllık iktidarı boyunca demokrasiyi mutlaklaştırdı, çünkü kazanırken bu kavram ona hizmet ediyordu. Ötesini düşünmeye ne gerek var canım. Halkın hakimiyeti bahsi. Şimdi görüyoruz o hakimiyeti, İstanbul’da, seçim kutlaması yapıyorum diye kafasından aşağı şampanya boca edip, sarhoş kafayla hayvanlar gibi tepişiyor. Kim kime hâkim olacak şimdi? Böyle esas olur mu, böylesine kaypak bir kavram mutlaklaştırılır mı? Hedef, gaye, vasıtaların içiçe geçtiği saçma sapan bir düzen bu. 

Devlet Bahçeli
Seçim sath-ı malinine girildiği daha ilk günden çıkıp, “bu seçimlerin neticesi Cumhurbaşkanlığı sistemini tartışmaya açabilir” diye lâf edip, kimin çöp toplayacağı ile rantı kimin cebine indireceğinin kararlaştırılacağı sıradan bir belediye seçimini bekâ meselesine dönüştüren Devlet Bahçeli’ye de bir parantez açmakta fayda var. Eğer onun bu söylemi olmamış olsaydı, bugün Ekrem İmamoğlu’na söylenecek söz, “git ve çöp konteynırlarını sıkı sıkı kucakla” olacaktı. Proje bir tipten kahraman(!) çıkarttı.

Neyse, olanda hayır vardır diyelim. Böylesi stratejik bir hataya karşılık olarak, bize kalırsa Devlet Bey’in artık elini taşın altına koyması ve kaç seçimdir zaten yıpranmış olan Ak Parti’nin üzerinden yük almak adına Kürt meselesini hakiki bir çözüme kavuşturmak üzere atılacak adımlara ön ayak olması icab etmektedir. Bu ittifak madem ki Türkiye’nin içinde bulunduğu menfi konjonktüre karşı kuruldu, o zaman bu konjonktürü lehimize çevirecek en önemli iç meselemizin çözüme kavuşturulması, yâni Anadolu’nun siyasî birliğinin tesis edilmesi yolunda üzerine düşeni yapması gerekmektedir.
Kendisine kimse sormamışken “gündemde erken seçim yok” diye açıklama yapıp, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmekle uğraşacağına, bu tip işlerle meşgul olmasının daha hayırlı olacağı kanaatindeyiz. Ayrıca unutmasın ki 2002 senesinde de değiliz!

Ekrem İmamoğlu
Bir yanında İyi Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu, diğer yanında ise CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu olan Ekrem İmamoğlu... Her ikisi de Fetullah Gülen’i milletin başına belâ eden Kasım Gülek’in kızı Tayyibe Gülek’in türettiği tipler. Yâni bildiğiniz servis elemanları. Hani derler ya, “çocuk iyi ama çevresi kötü” diye, velev ki düzgün bir tip olsa bile o çevre içinde “insan” kalamayacağı bedahet. Neyse, seçimden sonraki konuşmasında, servis elemanlarının arasında kalmış bu vasat aparat diyor ki, “Evet ben bir projeyim, Türkiye Cumhuriyeti'nin, Atatürk cumhuriyetinin projesiyim.” E biz de tam olarak bunu diyoruz zaten. İmamoğlu, İstiklâl Mahkemelerinden başlayarak Müslüman milletimizi ruh köklerinden koparmaya çalışan, muvaffak olmayınca takiyyeye sarılarak milletimizin koparamadığı ruh kökünü içeriden tahrib etmeye kalkan, şu saatten sonra her türlü sûret ve hüviyette karşımıza çıkması mümkün, Allah ve Resulüne düşmanlıkla maruf Kemalizm’in ve bu Kemalist rejimin efendisi 3000 ailenin projesidir. Tamam bak, İmamoğlu ile bu konuda hem fikiriz. 

Burada dikkat edelim, bu rejimi kuranların da, onun efendiliğini ve gardiyanlığını yapanların da kendilerine göre hasbelkader basit üstü bir hedefi var ve bu sayede hiç umulmadık tipleri bile rahatlıkla yan yana getirebiliyorlar. İdeali olmayanların ise benzerleri bile bir araya getirmekten aciz, dağıtıcı hâllerine bakarak bile bu bahsin ne kadar hayatî olduğu anlaşılabilir sanıyoruz. 
***
Sebeb üstü sebeb veyahut sebebleri doğuran sebeb olarak tesbit ettiğimiz idealsizlik bahsini çözüme kavuşturacak şekilde bakış açısı değişmediği müddetçe, yukarıda sayılan ve sayılmayan sebeblere çözüm getirmenin yahut getirmemenin, anlaşıldığı üzere, hiçbir ehemmiyeti yoktur.

Memleket ekonomiden siyasete dek geniş bir yelpazede bu kadar baskı altındayken, insanımızın bu sıkıntılara boyun eğmemesi için bir sebebe ihtiyacı var. Açık, sarih, toplumun farklı kesimlerinin etrafında hızla birleşebileceği, bize yabancı olmayan bir sebebe, yâni ideale! İdeal belirlenmediği ve bu hedefe doğru kararlılıkla ne bahasına olursa olsun yürünmediği sürece ne dış güçlerin müdahalesi biter, ne içerideki rejim gardiyanlarının operasyonları, ne de seçimler.


Baran Dergisi 650. Sayı