2016 senesi aktüaliteyi takib eden yahut etmeyen herkesin üzerinde ittifak edeceği üzere son derece hareketli ve bereketli geçiyor. Ecdadımız “nerede hareket, orada bereket” diye boşuna dememişler demek ki... 2016 senesinin son birkaç ayını idrak ettiğimiz bugünler alâka çekici bir tevafuka da şahitlik ediyor. İbda’nın yayın çizgisine aşina olanların hemen bileceği üzere, “Kasım Ayı-Kesim Ayı” (tabii bu kesimin adam “kesme” olmadığı anlaşılıyordur) diye geçer. Bu sene milâdî 1 Kasım aynı zamanda Hicrî 1 Sefer’e tevafuk ediyor. Arabların cahiliye devrinde, Sefer ayı uğursuz olarak adlandırılır ve insanlar birçok işlerini bu ay içinde görmemek için tehir ederlerdi. Ne var ki İslâm’ın nüzulüyle beraber cahiliye devrinin diğer tüm hurafeleri gibi bu da hükmünü yitirmiştir. Biz bu dünya hayatında bir rüyanın rüyasını görenler olarak biliyoruz ki; hayra yorarsan hayır olur. Biz de hayra yorduk, Allahu âlem... 1 Sefer’in 1 Kasım’a tevafuk edişini vesile bilip içeride ve hem de dışarıda cereyan eden hadiselerin kısa kısa da olsa mülahazasını yapacağız.  Öyleyse içeriden başlayalım...
 
Anadolu
Anadolu’yu büyük bir ocak gibi tahayyül edecek olursak, İbda, bu ocaktaki ateştir. Fikrin de ateş gibi bir tarafı var. Hele ki İslâm gibi ezelî ve ebedî bir yeniye muhatab olan bir fikir ise bu, tıpkı Zümrüd-ü Anka gibi her daim kendi küllerinden yeniden vücut bulacak ve söndürülmesi mümkün olmayacak bir ateştir de aynı zamanda... Ferdî ve içtimâî... Eşya ve hadiselere tatbik edilirken, yani aksiyon planında son derece yakıcıdır... İbda’nın “nar”ını, 15 Temmuz gecesi çelik paletli tankların emniyetinde Müslüman Anadolu İnsanı’na kâfir adına darbe yapmak için saldıranlar yakinen gördüler. Bundan evvel de görmüşlerdi de, ateşimizi küllendi zannettiler ve bir kez daha yanıldılar.

Esasında biz isteriz ki, fikrimiz, üzerindeki yemeği pişirdiği gibi ferd ve cemiyetimizi pişiren ateş olsun. Ne var ki Anadolu’da hâlâ nice pislik barınıyor ve illâ ki nar’ın toprağımızı necasetten arındırması gerekiyor. Şu veya bu şekilde bu topraklar mutlaka necasetten arınacak ve Devlet-i Ebed Müddet’in mânâsı yeniden yeryüzünde adaletiyle hakim olacak.

Biz, bu şartlarda ve bu şuurda Kasım ayına giriyoruz.
 
Cumhuriyet’e Operasyon
31 Ekim tarihinde Cumhuriyet Gazetesine yönelik olarak bir operasyon gerçekleşti. Koparılan gürültüye hiç bakmayın siz... Durumu anlamanın anahtarı, Cumhuriyet Gazetesinde evvelkiler bir yana son birkaç senedir işlenen cürmün fâili Can Dündar diyor ki; “Cumhuriyet son kaledir.” Birinin bir yer için son kale demesi için diğer kalelerin düşmüş olması gerekir değil mi? Peki Türkiye’de kapatılan gazeteler kime “hizmet” ediyordu? Evet, FETÖ’ye. Öyleyse Can Dündar Efendi’nin de tasdik ettiği üzere Cumhuriyet Gazetesi, FETÖ’nün Türkiye’de yayın yapan son yayın organıdır ve derhâl kapatılmalıdır.

FETÖ el atana kadar o gazetenin emekçilerinin bir çoğu senelerce maaş dahi alamadan, ceplerinden harcayarak, borç harç içinde o gazeteyi çıkarttılar. FETÖ el atınca çoğu da kovuldu zaten. Şimdi, o kapının önünde toplanıp aklı sıra basın özgürlüğü, Cumhuriyet, Kemalizm diye zırlayan kadınlı erkekli kokoşlar, o gün neredeydiler acaba? Sahtekârlar...

Devam edecek olursak... TÜSİAD... Neymiş? Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği. Basınla, hukukla bir alâkası var mı? Yok. Cumhuriyet Gazetesinin sahibi TÜSİAD üyesi mi? Evet. İnan Kıraç, gazetenin sahibi olan Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. 185 ortağından biri. Döndü dolaştı mesele 3000 aile bahsine dayandı. Demek ki, yapılan operasyonun gazete sathında bırakılmayıp, derinlere doğru da inmesi gerekiyor ki, aziz milletimiz 15 Temmuz sonrası FETÖ’ye karşı sürdürülen operasyonlardan emin olabilsin.

FETÖ’nün de ne çok ortağı varmış yahu... Bir diğeri de Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz. Bu Efendi de diyor ki; “Türkiye, Cumhuriyet Gazetesine operasyon yaparak kırmızı çizgiyi geçmiş.” Hayret yahu... Yunanistan’ı batmış, İspanya’da 2015’ten beri hükümet kurulamıyor, Birleşik Krallık AB’yi terk etmiş, mültecilere kapılar açılsa Avrupa’yı fethedecekler, adam Cumhuriyet Gazetesi’nin derdine düşmüş... Artık komik oluyorlar değil mi?

NOT: Biz bu yazıyı kaleme alırken henüz ABD’den bir açıklama gelmemişti. Akabinde tahmin ettiğimiz gibi geldi. Demek ki Cumhuriyet Gazetesi yalnız ticarî anlamda çok ortaklı değil, aynı zamanda çok “uluslu” da bir ortaklıkmış... Millî ya bu gazete de, yersen!
 
İdam Tartışması
Devlet Güvenlik Tiyatrolarında birçok bağlısı idam cezasına çarptırılmış olan bir fikrin mensubu olmamıza rağmen, idam cezasının 15 Temmuz için çıkartılması bugün ve hem de yarın için elzem. Devlet bürokrasisinin kahir ekseriyeti, “FETÖCÜLER yarın yeniden gelir” korkusu ve yavşaklığıyla iş yapmıyorlar. Eğer ki idam cezası çıkar ve uygulanırsa, kangren olmuş uzuvdan kurtulacağımız gibi vücudun geri kalanının yeniden sağlıklı bir şekilde hayata dönmesi de sağlanacaktır.
 
Başkanlık Sistemi
Türkiye’deki müesses nizam sorun çözmek, sıçrama tahtası olmaktan uzak; bilakis sorun ve kriz üretmek ve tekâmüle manî olmak üzere şekillendirilmiş bir sistem. Bundan dolayı da işin artık şekline falan fazla takılmadan bir ân evvel mevcut yapının dışına çıkılması gerekiyor. Epey bir süredir ikaz ettiğimiz üzere, şiddetli bir fırtınaya giriyoruz ve geminin aktarılması şart.
 
Hürriyet Gazetesi ve Aradığı Müşterek(!)
Doğan Grubu’nun bir yıl önce başlattığı “Türkiye’nin Ortak Değerleri-Müştereklerimizi Keşfedelim, Geleceğe Birlikte Yürüyelim” projesinde farklı kesimlere yönelttiği “Sahi nedir bizim müştereklerimiz?” sorusuna verilen cevabları yayınlamaya devam ediyor.

Fazla uzatmayalım, Hürriyet Gazetesi, Müslüman Anadolu İnsanı’na İslâm’dan başka olsun da, ne olursa olsun diye müşterek arıyor. Biz buradan söyleyelim, bu topraklarda İslâm’dan başka ortak bir payda yok. Demografi diye bir hakikat var. Ama yok, Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki gibi Anadolu demografisini değiştirme hayalleri kuranlar varsa da buyursunlar... Milletçe Bekliyoruz!
 
Kemal Kılıçdaroğlu
Son günlerde konuşulanlara bakılacak olursak, Kemal Bey’in önderliğinde yeniden Cumhuriyet Mitinglerine başlayacaklarmış.

Birisi 15 Temmuz’un neticesinden memnun olmayabilir; fakat 15 Temmuz’un üzerinden dört ay geçtiği hâlde o gece ne olduğunu anlayamamış olamaz herhâlde değil mi? Yoksa olabilir mi?
Aslında uzun uzadıya izaha da gerek yok. Hava soğudu. Sizin Kemalistlerin canı çok tatlıdır. Bu havada siz onları sokağa çıkaramazsınız...
 
Gizli İç Savaş
Nasıl ki bugün adı konulmamış olsa da dolaylı yollardan Üçüncü Dünya Savaşı yaşanıyorsa, tıpkı aynı şekilde Türkiye’de de müesses nizâmın “beyaz muhafızlarıyla” Anadolu insanı arasında üstü örtülü bir iç savaş yaşanıyor. Müslüman Anadolu İnsanı için bu savaşı zaferle taçlandırmanın ölçütü, kurulu düzenden, biraz evvel bahsettiğimiz çözümsüzlük ve kriz üreten sistemden kendimizi kurtarmaktan geçiyor. Meselâ başkanlık sistemi bu sürecin olsa olsa kısa vadeli bir adımı olabilir. Ufuk ise daha geniş ve derin...

Ayrıca kurulu düzene karşı burada kazanılan her zafer, Siyonistler, Amerikalılar ve İngilizler başta olmak üzere Avrupalılara karşı da kazanılmış bir zaferdir aynı zamanda. Ha toprağında gidip savaşıp yenmişsin, ha zincirlerini kırmış, boynuna takılan boyunduruktan kurtulmuşsun. Biraz üzerinde durunca, boyunduruktan kurtulmak diğerinden de elzem sanki...

***

Gelelim dışarıya...
Üçüncü Dünya Savaşı

Hem sıcak ve hem de soğuk savaş simetrik ve asimetrik olarak sürüyor. Sıcak cebhe olarak bütün dünyanın bizzat ve aracılar vasıtasıyla  savaştığı Suriye ve Irak topraklarında IŞİD(!)e karşı dünyayı kurtarma(!) operasyonu sürüyor. Irak’ta Musul ve Rakka, Suriye’deyse Haleb’de tansiyon her geçen gün yükseliyor. Hayvandan aşağı Şiîlerin zulmüne insan olanın tahammül etmesi mümkün değil. Türkiye’de yayın yapan televizyon kanalları orada yaşananın binde birini nakletse, bu topraklara yönelik olarak gereken ne ise yapılması ve bedeli ne ise ödenmesine milletimiz razı olacaktır.
Şia
 
Bir yandan “benim ne Şiîlik ne de Sünnîlik diye bir dinim yoktur” diyeceksin, bir yandan da Şiî Haşdî Şâbi çetelerine karşı Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaate sahib çıkacaksın. Açık konuşalım... Irak, Suriye, Türkiye üçgeninde, Şiîler ile Sünnîler arasında çatışmaların yayılmasını istemiyor olmanın yolu bu söylem değildir. Bunun yerine yapılması gereken tarihî rolünü üstlenip, sahada ezici güç olarak var olup, böylesi bir çatışamaya mahal vermemektir. Ama yok, bunun yerine benzer söylemleri sürdürmek İSLÂM’IN MEZHEBİ DEĞİL, HAKİKATTE BAŞKA BİR DİNİN MENSUBU OLAN ŞİİLER bakımından kimseye bir fayda sağlamayacağı gibi esas olan Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaati de incitmekten başka bir işe yaramaz.
 
Amerika
 
Amerika, Türkiye’deki konsolosluk çalışanlarının ailelerini geri çağırıyor ve bir yandan da Türkiye’ye CNN muhabiri yolluyor. Her iki hareket de gösteriyor ki, Amerika’nın Türkiye ile alâkalı planları 15 Temmuz gecesi sona ermemiş, yeni hesablar peşinde. Umumî olarak maksadı açık da, bakalım bu sefer nereden gelecekler. Yakında çıkar kokusu...
 
Rusya
Star Gazetesi yazarı Ardan Zentürk, Putin için “ağır baskı ve çevreleme karşısında çıkarcı bir yaklaşımla Erdoğan’ı emperyalistlerle anlaşarak satacak mı, satmayacak mı? Kendisini kurtarmayı hedefleyen mutabakatın bir maddesi Erdoğan’ı emperyalizm karşısında yalnız bırakmak olacak mı?” diye soruyor. Son derece yerinde bir soru. Bir soru da biz ilâve edelim. Türkiye içinde bulunduğu varlık yokluk savaşından mutlaka muzaffer olarak çıkacak ve acaba bu esnada Rusya, Türkiye’nin mi yoksa Türkiye’yi hâl ve fasl edecek olurlarsa ilk hedefi Rusya olacak emperyalistlerin safında mı olacak? Biraz da Rusya düşünsün...
 
İran
 
Ebrehe ile aynı ruh köküne bağlı Şiîlerin, geçtiğimiz hac mevsiminde kendilerine yeni bir Kâbe edindikleri mâlum. Bununla beraber geçtiğimiz hafta Yemen’deki Şiî Husilerin Mekke’yi hedef alan bir füze saldırısında bulundukları da ortada. Artık hâlâ bunlara İslâm’ın mezhebi diyecek olan varsa dönsün de önce kendi itikadına bir baksın.
 
Suudî Arabistan
 
Senelerce Amerika’nın en gözde müttefiki olan Suudîler için konjonktür süratle değişiyor. Amerika’nın bölgedeki eski dostu, artık açık ve net bir düşman. Suudîler, bir yanda Amerika ve bir yanda Amerika’nın yeni müttefiki İran’a karşı Türkiye ile beraber hareket etmek zorunda. Bu ölüm kalım savaşı yalnız bizim değil, bütün İslâm âleminin...

***

15 Temmuz gecesi ortak paydamız olan İslâm merkezinden hareket edildiği zaman devlet ve milletin nasıl bir arada hareket edebildiğini gördük. Sefer ayı, Kasım Ayı derken unutulmaması gereken husus şudur ki; biz inananlar sefer ile emrolunduk, zaferden mes’ûl olan ise Allah’tır! Şartlar ortada... Türkiye bu savaşı istese de istemese de vermek zorunda. Her zaman dediğimiz gibi büyük bir oyuna ve son derece şeytanî bir plana muhatabız. Buna mukabil, zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz de yok.

Baran Dergisi 512. Sayı