Darbeci Abdulfettah Sisi alçağı gökten zembille inmedi, onu yetiştiren ve bugünlere getiren Mısır ordusu idi. Demek ki, bu ordunun içerisine zamanında yerleştirilmiş bir virüs vardı ve o virüs vakti saati gelince harekete geçti.

Mısır’da darbe yaptı. İstese de dilediği her şeyi yapamayacağını adı gibi bildiği, elleri kolları anayasa ve kanunlarla bağlı Muhammed Mursi’yi devirdi. Emperyalistler, Müslümanların ilerde başkaldırma ihtimalini bile hesaba katarak ona göre tedbir alıyordu. Bu tür uygulamalar İslam coğrafyasının her yerinde aynı şekilde yürürlüktedir.

Türkiye’de 15 Temmuz’da yaşananların Mısır’dan bir farkı yoktur. Bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın sonunun Mursi gibi olmasını arzu eden alçaklar, kendilerini bile gizleme gereği görmeden her yerde boy gösteriyorlar. 

Üstad Necip Fazıl, “Zifiri karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin bir gençlik”ten bahseder hitabesinde. Dün Sisi gibi alçakları zamanında tespit ederek cezalandırmamanın sonuçlarını Adeviye Meydanı’nda yaşananlarla gördük. Bugün Muhammed Mursi’nin şehadetiyle daha iyi anladık.

Adeviye Meydanı’nda toplanmış kalabalığın etrafını kuşatan Mısır ordusu mensubu darbeciler, mitralyözlerle kalabalığın üzerine rastgele ateş etmiş, ölenleri buldozerlerle meydanın bir köşesine kürümüş, yangın çıktı bahanesiyle onların cesetlerini bütün dünyanın gözleri önünde yakmışlardı. Dahası ve ötesi bu katliamda yaralananları hastanelere kabul etmemişler ve tutuklayabildiklerini hapishanelere tıkmışlardı.

Bu dehşet verici vahşetin mânâsı neydi?

Aynı şeyler Türkiye’de 15 Temmuz’da da yaşanmamış mıydı?

Onlar, kendilerine direnme ihtimali bulunan diğer unsurlara böylece kan kusturarak gözdağı veriyorlar, asıl katliamı kitlelerin direniş iradesini yok ederek yapıyorlardı. Direniş iradesi kırılan kitleler, böylece onlara karşı koymanın mümkün olmayacağı zehabına kapılıp teslim oluyordu. Bu teslimiyetin sonuçları ilerde daha da korkunç neticelere sebep oluyor ve devran böylece dönüyordu. 

Burada sorgulanması gereken asıl gerçek, Abdulfettah Sisi gibi alçakların yetiştirilmesine zemin olan yapının mahiyetidir. 

İşte o yapı darbeci alçakları üretme mekanizması olan bu yapıdır! Bu yapı, adına devlet dediğimiz Mısır Devleti aygıtıdır. Mahkemesi, askeri, polisi kanunları ve yasaları, her şeyi ile onların olan bu yapı değişmedikçe zulüm kesintisiz devam edecektir.
Peki Türkiye’de vaziyet çok mu farklı?

Unutulmasın ki, Türkiye’de yaşanan 15 Temmuz darbesinde bu darbeyi yapan alçaklara karşı kısas hükümleri uygulansaydı hiçbir kimse yaşananlara tiyatro diyemeyecekti. “Sizin için kısasta hayat vardır!” öcüsüne riayet edilmediği hallerde ilerde karşılaşacağımız durumun Mısır’dan bir farkı olmayacaktır!

İBDA’nın “Önce devlet!” fikrinin temelinde yatan asıl gerçek budur. Bu gerçeğin hakikati ile donanmamış bir fikrin bir şeye hâkim olması mümkün değil. Hâkim olsa da başarılı bir netice alması mümkün değildir. 

Mısır’da El Ezher, Arabistan’da Şeriat Üniversitesi var da ne oluyor? Tabiî ki hiçbir şey! Müslümanlar Hac ibadetinin gereği için kutsal topraklara gider gelir. Oralara hakim iradeye boyun eğdiğiniz müddetçe bir mesele olmaz! Kabe’yi Muazzama’yı istediğiniz gibi tavaf edebilirsiniz! Kurban keser, ibadet edersiniz! Bu esnada kendinizi “hür”müş gibi hissedersiniz. Ama, rejimin işleyişine taalluk eden meselelere kıyısından köşesinden el atmaya kalkarsanız, devlet aygıtının konsolosluğunda Cemal Kaşıkçı gibi kurban olursunuz.

Devlet dediğimiz mekanizmayı kullananlar, onun işleyiş esaslarını kendi inançları doğrultusunda dizayn etmemişlerse, idare ettikleri sistemin bir parçası olmaktan öte gidemezler! 

Bugün Mısır’da ve bütün dünyada Müslüman Kardeşler hareketi dâhil, diğer İslamcı yapıların kurtuluşumuzun gereği için reçete olabilecek mahiyette öne sürdükleri bir “devlet fikri” ve yapısı var mıdır?

Yoktur!
Keşke olsa da; gösterseler de biz de öğrensek!
Bu işler, “Anayasa Kur’an’dır!” demekle olmuyor! 
Bunun ‘nasıl’ı önemli!
İBDA, “Başyücelik Devleti” modeli ile kurtuluş yolunu işaret etmiştir. 

Muhammed Mursi’ye rahmet dilerken, nerede olursa olsun verilen mücadelede asıl sıklet merkezinin “önce devlet” olduğu gerçeği asla unutulmamalı.  


Baran Dergisi 649. Sayı