Her beşerî hadisenin mecburen iç ve dış olmak üzere iki ciheti bulunmaktadır: Manevî-ruhî olan iç kısmını, maddî-fizikî olansa dış kısmını teşkil eder. Çok bilinen bu tesbiti burada kullanmamızın sebebi ise şu: Birbirini tamamlayan bu iki zıt ciheti, ferdî-içtimaî şeklinde bir tasnife de tâbi tutabiliriz. Yani beşerî hadiselerin ferde bakan yönü ruhî, cemiyete bakan yönü ise fizikîdir. Bir cemiyeti kendine has yapan özü, tek tek o cemiyetin ferdlerinde varlığını sürdürürken, cemiyetin kendisi, o ruhun bedeni halini almakta ve böylece insanî oluş dairesi tamamlanmaktadır.
Nasıl hadiseler bu şekilde tasnife tâbi tutulabilirse, onları kavrayıp idrak etmek için yararlandığımız kavramlar da aynı şekilde zıt iki cihete sahib görülebilir. Siyaset mefhumunu ele alalım: Bir hedefe varmak için planlı davranış zinciri diye de tanımlayabileceğimiz siyaset, bir metod olarak, cemiyetin en ücra köşesindeki son ferdden başlayarak bütün bir cemiyete şamildir. Ferdin kendi dünyasında, gerekçeleri kendinde dışa dönük davranış kalıpları halindeyken, cemiyette, izahı zorunlu ve belli kurallara bağlı, cemiyeti bütün yönleriyle idare sanatı biçimini alır ve bir doktrin görünümüne girer. Üstad’ın diyalektiğin tabiî ve kendiliğinden bir şey olduğunu izah için kullandığı “kızını paylayan anne” misalini, siyaset için de verebiliriz. Üzerinde durduğumuz tedbir ise siyaset metodunun belkemiğini oluşturur; siyaset bir tedbir sanatı olduğu gibi, tedbirin de kendine ait bir siyaseti, diğer bir ifadeyle diyalektiği vardır. Siyaset bir usûl, tedbir onun mahiyetidir. Ferdî planda da tedbirin, kendi çapında kuralları ve siyaseti vardır. Ancak bu mefhumun içtimaî yönünün daha karmaşık olacağı açıktır: Sadece kanun gibi tahdid edici ve yol gösterici kaideleri ihdas ve tatbik meselesini hasrı içine almakla kalmayıp “çok değişkenli bir ortamda” siyaseten “ön görülü” olmayı da gerektiren bir kabiliyettir. Tedbirin maksadının, tedbir alanın ilk önce varlığını ve arkasından refah ve huzurunu sürdürmek olduğu bedahettir. Bütün bunlar, hep beraber tutarlı, esnek ve muhkem bir siyaseti, bu siyaset de bir fikri ilzam eder. Tedbir ile siyaset, mefhum olarak birbirlerini tamamlarlar ve eskilerin siyaset ilmine “ilm-i tedbir-i müdün” demeleri de bundan dolayıdır.

Meseleye daha geniş bir açıdan baktığımızda, tedbir siyasetinin maddeden yukarı doğru bütün mahlûkatta mevcut olduğunu müşahede ederiz, zira tedbir varoluşu devam ettirmenin olmazsa olmazıdır; canlı olmanın icabıdır. Lakin bitki ve hayvanlarda tedbir insiyak/içgüdü seviyesindeyken, insanda vaziyet değişiyor. Ahmed Arvasî’nin ifadesiyle insan “kendi üstüne kapanabilen” bir canlı ve bu yüzden onun aldığı tedbirler insiyak olmaktan çıkıyor, şuurlu bir hal alıyor. Elbette bu meselenin bir ciheti. Diğer canlılarla ortak olan “beden”i münasebetiyle insiyakî tedbir mekanizması insanda da mevcudiyetini koruyor ve onun üst seviyeli-şuurlu tedbir siyasetinin ana malzemesini oluşturuyor. Kısacası insan, şuurlu tedbir siyasetine kendi vücudu dâhil muhatab olduğu her nesneyi malzeme kılma istidadında bir canlıdır.

Her iktisadî sistem, en azından teoride, kendi içinde tutarlı, birbirini çelmeyen kuralları havi bir “tedbir paketi” olmak durumundadır. Bu paketin nihaî gayesi, teklifte bulunduğu cemiyetin en son ferdine kadar saadet ve huzuru temindir. Bu paketin hem tabiat ile hem de onunla kimi noktalarda ortak kimi noktalarda ise oldukça farklı insan fıtratıyla aynı anda temas halinde olması, ikisi ile aynı anda bir ahenk temin etmesi gerekliliği ortaya çıkar. Elbette bu hal, cemiyetin varlığını sürdürmesini sağlayacak, tedbir paketi ismini verdiğimiz iktisad siyasetinin niçin izole olamayacağını, diğer bütün cihetlerle münasebet ve uyum içinde bulunması gerektiğini açıklar. Böylesi bir iktisadî ahenk tasavvuru, teoride mümkün iken, pratikte muhaldir; bu ahenge yanaşabilecek yegâne iktisadî doktrin ise, kaçınılmaz olarak, kaynağını Mutlak Fikir’e en yakın muhatab görüşten alacak olandır. Kısacası, her iktisadi sistem, mecburen, cemiyete hâkim daha büyük bir bütüncül/külli sistemin, cemiyeti yoğurmuş ve her ferdini şekillendirmiş ahlâkî kuralların heyet-i mecmuası altında yer alma durumundadır; aksi halde cemiyette parçalanmaya yol açacak ve Polanyi’nin “zıd hareket” tezi doğrultusunda derhal etkisizleştirilecektir.

Söz Polanyi’den açılmışken onun Liberalizm eleştirisinde yakaladığımız, tedbir siyaseti yönünden son derece mühim bir tesbite değinmeden geçmeyelim. Polanyi, Liberal Kapitalizm’in gerçek başlangıcını İngiltere’de alt gelir gruplarını korumaya yönelik yoksullara yardım kanununun kaldırıldığı 1834 yılına tarihler. Ona göre, İngiliz hükümetinin, bir yerel mahkeme tarafından alınmış ve yoksul kesimleri sübvanse etmeyi hedefleyen bir kararı yaklaşık 40 yıl boyunca uyguladıktan sonra bir anda kaldırması, akıl almayacak derecede ağır sonuçlar doğurmuştur. “Tam Liberalizm”in tatbik olunduğu bu dönemde hükümet, sırf ülkede sanayi kapitalizmi gelişsin ve büyük sermaye birikimleri oluşsun diye, yani bile isteye insanları öylesine savunmasız bırakmıştır ki, yirmi küsur yıl sonra İngiliz cemiyeti yıkılmanın eşiğine gelmiştir. Polanyi’nin zıt yönlü hareket dediği, Liberalizme ket vurucu ve halkı koruyucu kanunların (çalışma saatlerini azaltan, çocuk işçi çalıştırmayı sınırlayan, işçi örgütlenmelerine izin veren kanunlardı bunlar) çıkmasıyla ve emekçi kesimlerin dayanışmasıyla içtimaî çöküş engellenmiştir. O yüzden Polanyi, Liberalizm’in, tıpkı Komünizm gibi sadece teoride kalmaya mahkûm, tatbiki imkânsız bir görüş olduğunu söyler. Devletin sırf büyük sermaye birikimi için bütün tedbirleri ilga ettiği bu dönemin sarsıntıları, 20. Asra dahi damgasını vurmuş, Üstad’ın “bir türlü çözülemeyen makine bilmecesi” tesbitini yaptığı şartları ortaya çıkarmıştır. 1871 yılından itibaren, sendikaların kurulmasını sağlayan ve çalışanların haklarını daha nitelikli bir şekilde gözeten kanunların çıkmasıyla, sosyal dokusunda oluşan tahribatı İngiliz devleti bir nebze onarmayı başarabilmiştir. Polanyi, iki zıt iktisadî görüşün sonunun hüsran olduğunu, insanlara değer veren üçüncü bir yolun olması gerektiğini söylemektedir. O adını vermiyor, ama bunun ancak Yaradan’ın gönderdiği dine müstenid bir iktisad anlayışı ile mümkün olabileceğini biz söyleyelim.

Tedbirin kelime olarak dahi bir ön bilgiyi, tedbir alınacak şeyler hakkında bir tesbiti, buna yönelik usul ve esasları bilmeyi, yani tutarlı, sistemik bir fikri gerektirdiği malumken, günümüzde Türkiye’de ve dünyada devlet gücünü elinde bulunduranların sanki en az lazım olan şey fikirmiş gibi idarecilik yapmaları, hayrete şayandır. Bugün dünya çapında yaşanan sıkıntının temel kaynağı da bu gafletten başka bir şey değil.

Bu mevzuda daha ileri gitmeden evvel, iktisadî siyasetin temel referans noktası olan tedbir meselesine BD-İbda’nın yaklaşımını, ana kaynağından, İdeolocya Örgüsü’nde Temel Prensipler ana başlığı altında kaleme alınmış olan, “Sermaye ve mülkiyette tedbircilik” prensibinden aktarmanın uygun olacağını düşünüyoruz, zira Üstad, iktisad üzerine hiçbir şey yazmayıp sadece bu bölümü yazsaydı bile yeterliydi kanaatimizce... Tek başına her derde deva bir kurallar manzumesi, bir sistem. Buyrun:

«*Sermaye ve mülkiyette tedbircilik, 19uncu Asırla 20nci Asrın en buhranlı dâvası, dehhâmeleşmiş ferdî sermaye ve mülkiyet illetinin deva meselesi…

*Yuvarlandıkça kütlesi büyüyen ve kütlesi büyüdükçe yuvarlanması şiddetlenen kardan bir küre gibi, bütün içtimaî emek ve iş vâhidini, birike birike, adaletsiz ve ölçüsüz, basit bir mekanika zaruretine esir edici başıboş ferdî sermaye sistemi, ne bizim dünya görüşümüzle barışabilir, ne de eşiğinde bulunduğumuz yeni dünyanın şartlariyle…
*Sosyalizma ve Komünizma bu yüzden doğdu; Faşizma ve Nazizma da Liberalizma faciasına, bunların bir aksülâmeli halinde, boş yere bir ruh ve cemiyet müeyyidesi aradı.

*Şu kadar ki, Müslümanın, hem Hıristiyana, hem Yahudiye, hem de Allahsıza zıt olması, bunların da kendi aralarında birbirine aykırı olmaları gibi, bizim dehhâmeleşmiş ferdî sermayeciliğe düşmanlığımız, bugünkü haliyle kapitalizmaya zıt olduğu kadar, hattâ daha fazla; komünizma ve sosyalizmaya aykırıdır.

*Bizim, başıboş, dehhâmeleşmiş ferdî sermaye ve mülkiyette tedbirciliğimiz, bu âna kadar ana hatlarını çizdiğimiz 6 temel ölçünün billûrlaştırdığı dünya görüşü içinde her ferde, her iş sahasında, her mülkiyet hakkını veren, fakat bu mülkiyetlerin başka emek ölçülerini körletecek, onları emeksiz tasarruf edecek, onların bedavadan hisse senetlerini toplayacak surette birikmesine, sistemleşmesine ve teşebbüse geçmelerine mâni olan; böylece büyük bir sanatkâr, bir mütefekkir, bir kâşif, bir asker ve bir hammal ve bir memur arasında, her birinin değişik kazanç ölçüleriyle temsil edecekleri iş vâhitlerini, sadece hikmetsiz bir teraküm hikmetiyle yutmak iktidarına set çeken, yeni dünyanın müjdecisi, kurtarıcı sistemdir.

*Bu sistemin tek cümle içinde madde ve ruh mekanizmasını belirtmek için, şehri su baskınına karşı korumak gayesiyle açılmış büyük kanal misali verelim: Şehirde nasıl her santimetre murabbaının çekeceği sudan fazlası bu kanala akacak, orada toplanacak, istenilen istikamete sürülecek, böylece şehir su baskınından kurtarılmış olacaksa; bizim cemiyetimizin ferdî sermaye ve mülkiyet çevrelerinde belli başlı mikyasları taşıran kıymetler de, ellerdeki ölçülü kalıplara göre, kendi kendisine taşacak, cemiyet sarnıcına akacak, orada toplanacak ve devlet emrinde içtimaî sermaye ve mülkiyeti temsil edecektir.

Devlet emrindeki içtimaî sermaye ve mülkiyet, bütün cemiyeti, bütün uzuvlariyle, beşikten mezara kadar kefalet ve sahabet kanatları altında tutacaktır.

*Ancak böyle bir nizam altındadır ki, bütün ömrünce hâmızlı hava yutmaya mahkûm bir madde işçisinden, beynine kan terleterek insanlığa hayat inşa eden bir fikir işçisine kadar, az veya çok, her türlü emek vâhidi, bu vâhitlerin itibarî senetlerini, keyfiyet değerleri dışında, sadece kemmiyet imtiyazlariyle köpürten zümrelere karşı, acıklı iflâsından kurtulacaktır.

*Bugün yalnız ana prensibini belirtmekle kaldığımız bu sistem kapitalizma ile sosyalizma arasında her birinin eğri taraflarını tasfiye edip doğru taraflarını birleştiren, iktisadî bir mihraktır; kendisi de mihrakların mihrakına bağlıdır.

*Hazım cihazı yoliyle gelen ıstıraplarımız, ıstırapların en kabası olsa da, en göze görüneni, yâni en gerçek kabul edileni bulunduğuna göre, bu plânda bir asırdır kurtuluşunu arayan insanlık, komünizma gibi, başıboş kapitalizmadan bir derece daha bâtıl ve üstün hak ve keyfiyet değerlerini dibinden kazıyıcı müflis bir tecrübeden sonra, bu havanın tahakkuk vasatîsini, sadece ferdî sermaye ve mülkiyetin dehhâmesine mâni tedbirler manzumesinde bulacaktır.

*Ve hemen belirtelim ki, yeni sistem, ezelî ve ebedî İslâmdan başka hiç bir şey değildir.» (İdeolocya Örgüsü, NFK, sh. 401)

Baran Dergisi 567. Sayı