İngiliz düşünürü Thomas Hobbes’un 1651 yılında yayımladığı eserinin adı Leviathan’dır. Leviathan, yani “su canavarı” mânâsına “ejderha”, “toplum sözleşmesi”nden sonra ortaya çıkacak olan bir devletin (devletlerin devleti mânâsına dünya devleti) birey karşısında güçlü olması gerektiğini göstermek amacıyla, Hobbes tarafından şuurlu olarak gündeme getirilmiştir.

Fenike mitolojisinde “su canavarı” mânâsına gelen Leviathan’ı devlet aygıtı ile örtüştüren Hobbes, tüm yasaları “mutlak” mânâda elinde bulunduran güç olarak devleti görmektedir. Bu mânâdan olarak, Hobbes, devletle ilgili materyalist ve mutlakiyetçi bir görüşü benimsemiştir.

Tevrat’ta “büyük bir su canavarı” veya “deniz canavarı” olarak geçen Leviathan, “iri balına” veya “dev gemi” mânâsını da mündemiçtir. Leviathan, bazı yerlerde “ejder”, bazen de “timsah” olarak geçer.

Leviathan, Levi kelimesinden türetilmiş bir kelimedir. Bilindiği üzere bir erkek ismi veya soyadı olan Levi, İsrailoğulları’nın 12 kabilesinden birinin ismidir.

Bir erkek ismi olan Levi, (İngilizcesinin Türkçe okunuşu ‘Livay’), İbranice bir kelime olup, “takib, bağlılık” mânâsınadır. Levi kelimesinin numerolojik, yani alfabede karşılık gelen sıra numaralarının toplam değeri ise, 60’dır. (L: 15+ E: 6+ V: 27+ İ: 12: 60).(1)

Not: Arapça’da Sin harfinin ebced değeri 60’dır. İBDA Mimarı tarafından, “rüyâda gelen mânâ” olarak kayıt altına alınan bir terkibî hüküm: “Sin; iki kişi demektir.” Yine İBDA Mimarı tarafından üzerinde sıkça durulan terkibi hükümlerden bir tanesi, “Büyük Doğu-İBDA”nın “İnsan” mânâsıdır ki, “Sin; iki kişi demektir” terkibi hükmü ile örtüşen bir mânâda kritik edilmektedir. Bu mevzu üzerinde yeri geldikçe durulacaktır.

Thomas Hobbes’un Tevrat’ın çeşitli yerlerinde bahsi geçen Leviathan isimli canavarın gücünden ve kudretinden çok etkilendiği çok açıktır. Nitekim devlet felsefesini ortaya koyduğu temel eserine, üstün gücü elinde tutan yöneticiyi bu canavara benzettiği için, Leviathan adını verdiğini söyler:

 “Bu yöneticiyi, Eyüp Kitabı’nın 41. bölümünün son iki mısraında yer alan ‘yeryüzünde bir eşi daha yoktur, korkusuz bir yaratıktır. Kendini büyük gören her varlığı aşağılar, gururlu her varlığın kralı odur’ ifadelerinden esinlenerek, Leviathan’a benzettim.”

Hobbes, İngiltere’nin en büyük siyaset düşünürlerinden biriyken, Machiavelli Floransalı sürgün bir aydın olarak yaşıyordu. Bu iki büyük adam dünyadaki hayatlarında hiç görüşmemiş olsalar da –zira Hobbes, Machiavelli’nin ölümünden 31 yıl sonra dünyaya gelmiş- dünyadaki zaman ve mekânın ötesinde bir yerlerde görüşme fırsatı bulurlar. Ve aralarında şöyle bir farazî konuşma geçer;

Machiavelli: Leviathan kutsal kitapta bir canavarın adı. Siz bunu kitabınıza başlık yaptınız. Burada nasıl bir ironi söz konusu?

Hobbes: Aslında Leviathan devletin büyüklüğüne bir gönderme. Yani insanlığın canavarca faaliyetlerini engelleyebilecek tek güç. Bu olası büyük canavarlığı dizginlemeye muktedir daha büyük bir güce yapılan bir atıf. Eserimin ana konusu ise; doğa durumunun kâbusumsu konumundan hayatın katlanılabilir olduğu bir topluma geçiş için gereken adımları ayrıntıları ile açıklamak.(2)

Dönemin bilimsel anlayışını kendisine rehber edinen Thomas Hobbes, leviathan kavramı üzerinden kendi devlet felsefesi veya anlayışını örgüleştirirken, meselâ fizikî dünyayı salt mekanik bir sistem olarak gören, güvenilir bilgiye ölçü ve sayıyla ulaşılabileceğine inanan, ölçülemeyen ve sayılamayan doğaüstü duygu ve düşüncelere şüpheyle bakan ve her şeyin geometrik bir kesinlikle açıklanmasının mümkün olabileceğini içselleştiren bir bilim anlayışı karşısında, amiyane bir tabirle beyaz bayrak açarak bütün her şeyiyle teslim olmuş bir rasyonalist olarak mevzulara yaklaşmıştır.(3) Kısacası Hobbes, “beşerî akıl” üzerinden örgüleştirdiği felsefî sisteminde bilimsel otoritenin tüm genel geçer argümanlarını içselleştirmekte hiç tereddüt göstermemiştir. Bundan dolayıdır ki örgüleştirdiği felsefî sistem, dinî ve metafizik değerlendirmelerden olabildiğince uzak kalmıştır. Ama yine de, dinin yerine ikame edilen “kesinlik anlayışı” üzerinden metafizik yapma ihtiyacını çok derinden hissetmiştir. Bu mânâdan olarak, esasta dinî bir kavram olan Leviathan, Hobbes’un felsefesinde metafizik bir kavram olarak okunabilir.

Demişlerdir ki, Thomas Hobbes’un devlet felsefesini en çok etkileyen hadise, ömrünün 11 yılını ülkesinden uzakta geçirmesine neden olan, İngiliz toplumunu idarî, siyasî ve de dinî bakımdan kamplara bölen ve binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan İngiliz İç Savaşıdır. Hobbes, herkesin herkesle savaş hâlinde olduğu “doğa durumuna”(4) benzettiği bu savaşın en önemli nedenini döneminin Hıristiyanlık anlayışına ve onun ruhban sınıfının bağnazlığına bağlamaktadır. Bundan dolayıdır ki Hobbes, Hıristiyanlık ve onun ruhban sınıfının devlet tarafından kontrol edilmesi gerektiğine inanmıştır. Hayâlini kurduğu devlet nizamının gerçekleşebilmesi için ilk şartı, Tanrı adına iş kotaran böylesi bir ruhban sınıfının kontrol altına alınması olacaktır. Hobbes, iktidarın kaynağını Tanrı’da değil, insan aklında bulan bir devlet nizamını idealize eder. Nitekim “doğa durumu” çerçevesinde şekillendirilen “sosyal sözleşme” teorisi, iktidarın kaynağını Tanrı’da değil, insan aklında olduğunu göstermek üzere kurgulanmıştır. Böylece hayatın tanziminde Hıristiyan dünyanın Tanrı ile olan ilişkisini sekteye uğratıp soyut, “sözleşmeye dayalı” yapay bir devlet modeline teveccüh edilmesi gerektiğini teklif etmiştir. Doğru söylemek gerekirse, Hobbes, aslında içinde yaşadığı toplumda, meselâ Hıristiyan ahlâkının öngördüğü Kilise tahakkümüne karşı çıkmıştır. Bu kısmen anlaşılabilir bir durumdur. Ancak, Hıristiyanlık üzerinden çeşitli deliller göstererek, zaten sözleşmeye dayanmayan ruhbanlığın dinî temelden yoksun olduğunu iddia etmesi ne derece anlaşılabilir bir durumdur? Hobbes, Papalığın beynelmilellik iddiası karşısında muhalif bir tutum sergilerken, Kilisenin gücünü borçlu olduğu birçok dinî mevzuyu ve de kurumu Hıristiyanlıkla bağdaştırmaktan imtina eder.

Yukarıda anlatılanlardan anlaşılan odur ki, Thomas Hobbes, devlet felsefesi veya anlayışını Kilise üzerinden Hıristiyanlığa karşı şekillendirmiştir. Niçin böyle bir kurguya tevessül etmiştir, bilinmez, ama belki de Hobbes, tıpkı bugünkü Evangelistlerde olduğu gibi, Yahudiliğin “mutlak” iktidar anlayışına bir tür zemin hazırlama çabası içerisindeydi. Her ne kadar bir papazın oğlu olsa da, bizzat kendisinin bir Yahudi olma ihtimali göz önüne alındığında (o zamanın İngilteresi Yahudilerin en rahat ettiği bir ülkeydi), “Kristal Krallık” hayâli güden birisi olduğu dahi düşünülebilir. Çünkü örgüleştirdiği devlet anlayışında toplayıcı kavram olarak kullandığı Leviathan kavramını Tevrat’tan ödünç alınmıştır. Tabii bunlar faraziye…

“Hobbes’un, 1651’de yayımlanan Leviathan kitabının -Abraham Bosse tarafından hazırlanmış- kapağı, kitapta bahsi geçen felsefenin ne olduğunu gösterir. Ana figür, dağın ardında, şehre tepeden bakan, elinde kılıç ve asasıyla, tek bir kafada birleşerek gövdesi insan varlıklarından oluşmuş devasa bir insandır. Leviathan asıl olarak Tevrat ve İncil’de bahsi geçen ve kötülüğü temsil eden bir deniz canavarının adıdır. Bu canavar, bir anlamda “saf kötülüğü” temsil ediyordu, Hobbes’un felsefesine taşındığında ise o saflık “mutlak gücün” karşılığı anlamına gelir. Hak ve özgürlükleri koruyan, dahası aynı zamanda onları mümkün kılan mutlak bir güç. “Kötülüğün” sembolik temsilini Hobbes burada “iyiliğin” yegâne olanaklılık koşulu haline getirirken, bir anlamda siyaset felsefesine bilinçdışı diyebileceğimiz bir itirafı dâhil etmiş gibidir. Kitabın kapağından hareket edilirse, tacını giymiş kral, bizden yapılmış, mutlak gücünü bizden alan, Leviathan’da geçtiği haliyle “bütün güç ve kudretin tek bir insanda toplanması”dır; Hobbes’un argümanı, bu kudretin, sembolik anlatımındaki kökensel kötülüğün bertaraf edilmesi ve söz konusu düzenin bir zorunluluk mantığınca inşa edilmesi üzerine kuruludur.”(5)

Hobbes, Leviathan devlet plan, program ve projesini Hıristiyanlık dünyasında iktidarın kaynağını Tanrı’da gören ruhbanlık anlayışına karşı geliştirmiştir, dedik. “Beşerî akıl” üzerinden ruhbanlığa karşı çıkan Hobbes’un, yapıp ettiklerine bakınca, aslında “Kristal Krallık” hayâli kuran bir kişi olma ihtimali bizde ağır basıyor. “Sosyal sözleşme” argümanı üzerinden teklif ettiği iktidar mekanizmasını değişmez ve sürekli kılmak için ihtiyaç duyulan, herkesi korku altında tutacak üstün bir gücü, Tevrat’ta adı geçen ve birçok resim ve gravüre konu olan Leviathan adında bir canavara benzetmiş olması çok manidardır. Tevrat’ın çeşitli bölümlerinde adı geçen bu canavarın özellikleri “Eyüp Kitabı”nda detaylı olarak verilmiştir.

Yaşadığı dönemde Hıristiyanlık dünyasını iyi tahlil eden Hobbes, iktidarın kaynağını Tanrı’da değil, insanlar tarafından meydana getirilen “sözleşme”de aramak lazım geldiğini öne sürerken, ruhbanlık sınıfının Tanrı’ya dayalı iktidar anlayışını reddeder. Hobbes, her alanda ruhbanlık sınıfının siyasî, sosyal ve ekonomik etkinliğini etkisizleştirmeye çalışmıştır. Hobbes, sadece iktidarın kaynağı ve ruhban sınıfıyla ilgilenmiyordu, bizzat ruhbanlığın kendisini sorun edinmiştir. Hobbes’a göre, Tanrı’nın emirlerinden oluşan iktidarın varlığı otoritede ikiliğe yol açmaktadır. Çünkü bir tarafta “sözleşme” gereği vatandaş olarak siyasî otoritenin bir üyesi olmak var, diğer bir tarafta ise ruhanî otoritenin bir üyesi olarak yaşamak var. Böyle bir durum, Tanrı’nın emirleriyle dünyevî otoritenin emirleri arasında sıkışıp kalmayı beraberinde getireceğinden, Hobbes’a göre bu durum, patalojik bir durumdur. Bu nedenle Hobbes, Tanrı’nın emirleri (ruhbanlık) ile “sözleşme” üzerinden gerçekleştirilen dünyevî iktidarın emirleri arasında kalan bir Hıristiyan’ın dünyevî iktidara itaat etmesini sağlayacak bir çözüm arayışına girişmiştir. Buna çözümü yine Hıristiyanlıktaki kutsal metinlerde arayan Hobbes, Hıristiyanlığın sosyal ve siyasî hayattaki rolünü minimize eden “dahiyane” buluşuna göre, “kurtuluş için İsa’nın Mesih olduğuna inanmak” yeterlidir. Hıristiyanlığı Mesih’e imana indirgeyen ve Hıristiyanlığın diğer kurallarını önemsiz hâle getiren bu çözüm önerisi, din ve devlet ilişkilerinde de yeni bir anlayışa işaret ediyordu. “Adı var kendi yok” deyimiyle ifade edilebilecek içi boşaltılmış bir din anlayışının varlığı, sadece Kristal Krallığa zemin hazırlayan seküler devletlerin türemesine yaramıştır. Dinin günlük hayattan uzaklaştırılması, dinî devlet ve laik-seküler devlet arasındaki kadim mücadelenin laik devletten yana sonlandırılmasını sağlamıştır. Modern dünyanın bugünkü manzarası tam da budur.  

Demişlerdir ki, Hobbes’un din-devlet ilişkileri mevzuunda ileri sürdüğü düşüncelerden hareketle, onun bugünkü anlamda bir laik-seküler devlet hayali kurduğu neticesi çıkarılamaz. Leviathan isimli eserinin kapağında yer alan gravürde, kralın sağ elinde kılıç, sol elinde piskoposluk asası taşır şekilde tasvir edilmesi bile tek başını onun hayalini kurduğu devletin bugünkü anlamda bir laik-seküler devlet olmadığını göstermektedir. Ancak bugünkü laik-seküler devlet anlayışının Hobbes’un Tevrat’taki bir canavardan esinlenerek adını koyduğu Leviathan isimli eserine çok şey borçludur, ayrı mesele. Çünkü Hobbes, iktidarın kaynağını Tanrı’da değil “sözleşme”de olduğunu söylemekle, sadece ruhanî iktidarlık iddiasını reddetmekle kalmıyor, Kiliseyi de dünyevî iktidarın otoritesi altına yerleştiriyordu. Kurtuluş için İsa’nın Mesih olduğuna inanmanın yeterli olduğunu söyleyerek, aslında Hıristiyanlığın diğer kurallarını önemsiz hâle getiriyordu. Bu mânâda Leviathan isimli eser, dünyevî iktidara kaynaklık teşkil eden laik devletin içselleştirilmesinde çok büyük katkı yapmıştır denilebilir.(6)

Hobbes’a göre, “doğa durumunu” sona erdiren sözleşmeyi sürekli kılmanın ve insanların mutlu ve güvenli bir hayat sürmeleri için gerekli olan üstün gücü kurmanın tek yolu, bütün güç ve kuvvetin tek bir kişiye ya da tek bir heyete devredilmesidir. Bu devir mutabakat ve onayın ötesinde bir şeydir. Sanki herkes herkesle, “senin de hakkını ona devretmen ve ona bütün eylemlerinde aynı şekilde yetki vermen şartıyla, kendimi yönetme hakkımı bu kişi ya da heyete bırakıyorum” diyerek bir sözleşme yapmış ve herkes tek ve aynı kişilikte birleşmiştir. Bunun lehine oy kullananlar gibi, aleyhinde oy kullananlar da, barış içinde birlikte yaşamak ve başkalarına karşı korunmak için, o kişi ya da heyetin tüm eylem ve kararlarını, sanki kendi eylem ve kararlarıymış gibi yetkili kılmış kabul edilir. Böylece, tek bir kişilik olarak birleşen yığın, bir devlete dönüşmüştür. Hobbes tarafından Leviathan olarak isimlendirilen “Ölümlü Tanrı” işte böyle doğmuştur.(7) Tanrıyı öldüren anlayış, kısa bir zaman sonra kendisini “ölümlü tanrı” olmaktan kurtaramamıştır.
 
Dipnotlar
1-https://www.isimbulutu.com/levi-isminin-anlami-nedir
2-http://aylikdergisi.com/haber-machiavelli-ve-thomas-hobbes---ibrahim-turkan-4267.html?fbclid=IwAR03Mc3_akAGiU_49XNoBSqo_unp8UzAY3pz6Gw9un3Q6iX2ekpYbM-8Sis
3-http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/1823/19215.pdf
4-Thomas Hobbes’un “Homo homini lupus” –“insan insanın kurdudur”- deyişi, malumdur. “Doğa durumu” denilen durum, her şeyden önce doğadaki bütün canlılara has “kendini koruma güdüsü” ve “süreklilik güdüsü” olarak ifade edilir. Ancak, insan, farklı olarak, bu doğa durumunu, “herkesin herkesle savaşımı” şeklinde yaşar. İnsan bencilliği, söz konusu korunma ve süreklilik güdülerini bir savaş durumuna dönüştürür. Hobbes’a göre ve barışın yegâne koşulu da bu durumda, otoritenin mutlaklığıdır. Mutlakıyetin kabulü herkesin çıkarınadır, dolayısıyla sosyal olanı mümkün kılan uzlaşma herkesin “bencil” arzularından vazgeçmesi ve bu vazgeçişi haklarını iktidara devretmesiyle gerçekleşir. (https://mutlaktoz.wordpress.com/hobbes-ve-leviathan-uzerine/)
5-https://mutlaktoz.wordpress.com/hobbes-ve-leviathan-uzerine/
6-http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/1823/19215.pdf
7-http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/2029/21110.pdf


Baran Dergisi 642. Sayı