Sokrates’in kendine özgü bir din inancı vardı: Tek bir Tanrı’ya inanıyor; ölümün onu bütünüyle yok edemeyeceğine güveniyor; sonsuza dek sürecek bir ahlâk yasasının bu denli belirsiz bir teoloji üzerine kurulamayacağını iddia ediyor, dile getiriyordu.

Sokrates’e göre devlet yönetimi öyle bir iştir ki, insan aklı hiçbir zaman tam olarak buna yetmezdi; bundan dolayıdır ki devlet yönetimi en ince zekâların engel tanımayan düşüncesini gerektirirdi… Bu düşüncesinden dolayıdır ki Demokratların önderi Anitos ve Meletos, Sokrates’in ölmesi gerektiğini, böylesinin daha iyi olacağını düşünmüşlerdir. Hâlbuki Sokrates olmasaydı, bu yorgun ve melun demokratların isimleri 2500 yıl sonrasına asla ve kat’a taşınamazdı.

“Felsefenin verdiği ilk kurban, savunmasında özgür düşüncenin haklarını ve zorunluluğunu açıklıyor, devlete karşı değerine sahip çıkıyor, her zaman hor görmüş olduğu kalabalıktan acıma dilenmeye yanaşmıyordu.

“Sokrat’ın baldıran zehri içerek ölmesine karar verildi. Dostları hapishaneye gelip onu kolayca kaçıracaklarını söylediler; Sokrat ile özgürlüğü arasına giren herkese para yedirmişlerdi. Ama o bunu kabul etmedi. Yaşı yetmişti ve artık ölmesi gerektiğini düşünmüştü belki de. Daha sonraya kalsaydı ölümü hiçbir işe yaramayabilirdi. Ağlayıp sızlayan dostlarına “kaygılanmayın” dedi ve ekledi: “Gömdüğünüz sadece bedenimdir.” (1)

Eflatun bu sahneyi “Phaidon” adlı eserinde şöyle dile getiriyor:

“Sözünü bitirince Sokrat ayağa kalktı. Yıkanmak üzere başka bir odaya geçti. Kriton bize kalmamızı söyleyerek arkasından gitti. Aramızda konuşulanları, konu dışına çıkmaksızın tekrar tekrar gözden geçirdik. Aynı zamanda, içine düştüğümüz felaketin büyüklüğü üzerinde konuşarak onu bekledik. Gerçekten de babasız kaldığımızı hissediyorduk, bundan böyle yetimler gibi yaşayacaktık! Yıkandıktan sonra, yanına çocukları getirildi. Onun henüz ikisi küçük, biri büyük üç çocuğu vardı. Yakınlarından kadınlar da geldiler, Kriton yanında, kendilerine öğütler vererek onlarla konuştu. Sonra kadın ve çocuklara çekilip gitmelerini söyledi. Sokrat içeride çok kalmıştı. Yıkanıp gelince, oturdu. Bundan sonra konuşma pek kısa sürdü, çünkü Onbirler’in uşağı önüne dikilmişti. “Sokrat” dedi, uşak: “Başkalarına ettiğim sitemi, doğrusu sana edemem. “Hâkimlerin buyruğu olan bu zehri, içeceksiniz”, dediğim zaman, bana kızıp güceniyorlar, beni lanetliyorlar. Başka başka fırsatlarda olduğu gibi onların aksine olarak, senin yiğit ve yumuşak huylu ve şimdiye kadar buraya gelenlerin en iyisi olduğunu, buraya geleli beri anlamakta gecikmedim. Şimdi bile buna kızıp gücenmediğimden eminim. Sen onları, buna sebep olanları pekiyi tanırsın; onlara kızıyorsun; haydi Allaha ısmarladık, alın yazın neyse o olur; elinden geldiği kadar dayanıklı ol!” (Döner dönmez gözlerinden acı yaşlar döküldü). O zaman Sokrat ona bakarak: “Sana da Allaha ısmarladık, dediğini yapacağım” dedi. Sonra bizlere dönerek ilave etti: “Ne ince duygu var şu adamda! Burada bulunduğum sürece beni görmeye, benimle ara sıra konuşmaya geldi. İnsanların en iyisiydi o; şimdi de ne kadar temiz ve açık yürekli, benim için ağlıyor! Haydi bakalım, Kriton sözünü dinleyelim. Ezilmişse, zehri getirin, değilse ezin!”

“Kriton ona karşılık verdi “Fakat aldanmıyorsam, Sokrat: güneş henüz dağların tepesinde; daha batmadı. Başkalarının da buyruktan pek çok sonra, iyice yiyip içtikten, hatta bazılarının sevdikleriyle baş başa kaldıktan, seviştikten sonra zehri içtiklerini biliyorum. Acele etme daha vakit var!”

“Sokrat: “Pek tabii, Kriton” dedi. “Sözünü ettiğin adamların, senin bu dediğini yapmaları, bunu bir kazanç saymalarındandır. Bana gelince böyle bir şey yapmamam pek yerindedir. Çünkü zehri biraz geç içmekle, sanırım kazanacağım bir şey yok; böylece hayata bağlanmakla, artık bir şey kalmadığı halde onu korumak ve esirgemekle, kendi kendime gülünç olurum. Artık konuştuğumuz yeter, haydi sözümü dinle, dediğimi yap.”

“Bu sözler üzerine Kriton yanında duran kölesine işaret etti. Köle dışarı çıktı ve biraz kaldıktan sonra zehri verecek olanla birlikte içeri girdi. Zehri bir kap içinde ezilmiş olarak getiriyordu. Sokrat adamı görünce “Ee, dostum,” dedi. “Sen bu işleri iyi bilirsin, söyle bakalım, ne yapmam gerek?”

Zehri veren: “Çok bir şey değil, yalnız içtikten sonra bacaklarına bir ağırlık duyuncaya kadar gez, sonra da uzan yat, böylelikle etkisini gösterir,” dedi ve hemen kabı uzattı. Sokrat, eşsiz bir sükûnetle, titremeksizin, bet beniz atmaksızın aldı. Ekhekrates, o bildiğim boğa bakışıyla adama bakarak: “Ne dersin,” dedi, “Bu içkinin birazını, bir tanrının üzerine dökmeme izin var mı, yok mu?”

Zehri veren: “Sokrat,” dedi. “ Biz ondan ancak bir içimlik eziyoruz.”

Sokrat: “Anlıyorum,” diye karşılık verdi. “Hiç değilse bu dünyadan ötekine göçerken bunu kolaylaştırmaları için tanrılara yalvarılır, yalvarmak bir görev bile. Benim de onlardan isteğim bu. Dileğimi yerine getirirler mi? Benim duam işte: Tanrı kabul etsin.” Bunları söyler söylemez durmadan, irkilmeden, tiksinmeden dibine kadar içti.

“O ana kadar ağlamamak için elimizden geleni yapmıştık. Ama içtiğini, içip bitirdiğini görünce kendimizi tutamadık. Ben de dayanamadım, gözyaşlarım seller gibi boşanıverdi. Yüzüm örtülü, iki büklüm, kendim için (muhakkak onun için değildi) evet, böyle bir arkadaştan mahrum olan kendim için, kendi felaketim için ağlıyordum. Hatta benden çok önce Kriton da gözyaşlarını tutamaz bir halde kendini dışarı dar atmıştı. Hiç durmadan Apollodoras’a gelince, o da acısından, öfkesinden bağırıp çağırmaya başladı. Bunlar Sokrat’tan başka orada bulunan herkesin yüreğini parçaladı. O zaman Sokrat bağırarak. “Ne yapıyorsunuz, dostlar?” dedi, “Amma tuhafsınız, kadınları yollayışım en çok bunun içindi, onların bu gibi ölçüsüzlüklerini önlemek içindi. Sakin olunuz, metin olunuz.” Bu sitemleri işiterek, utancımızdan kızardık ve ağlamamak için kendimizi zor tuttuk.

“Ona gelince: Biraz dolaştıktan sonra bacaklarının ağırlaştığını söyledi. Adamın ona salık verdiği gibi, arkası üstü uzanıp yattı. Aynı zamanda zehri vermiş olan adam, eliyle ayaklarına ve bacaklarına dokunarak ara sıra onları yokluyordu. Sonra ayağını kuvvetlice sıkarak, bir şey duyup duymadığını sordu ona. Sokrat: “Hayır,” dedi; bundan sonra adam, bacaklarının aşağısını sıktı ve ellerini daha yukarıya götürerek, vücudunun soğuyup katılaştığını bize gösterdi. Ona tekrar dokunarak, soğukluk kalbe gelince Sokrat’ın öleceğini söyledi. Karnının altı aşağı yukarı çoktan soğumuştu bile. Sokrat örttüğü yüzünü açtığı vakit şu son sözlerini söyledi:

“Asklepios’a bir horoz adadık, onu yerine getir, unutma!”

“Kriton: “Peki, olur,” dedi, “Ama bize başka bir diyeceğin yok mu?” Bu soruya artık karşılık vermedi. Biraz sonra bir kıpırdanma ve silkinme oldu. Adam örtüsünü açtı: Gözleri dikilmişti. Bunu görünce, Kriton ağzını ve gözlerini kapadı.

“İşte, Ekhekrates dostumuz, diyebiliriz ki zamanımızda, bizim tanıdığımız insanların arasında, en bilgini ve en doğrusu olan bu adam böyle öldü. (Will Durant’ın “Felsefenin Öyküsü” adlı kitaptan alınmıştır.)”(2)

Evet; Sokrates’in baldıran zehrini içtikten sonra ağzından dökülen “Asklepios’a bir horoz adadık, onu yerine getir, unutma!”, sözleri onun son sözleri olmuştur. Sözün muhatabı ise hiç şüphesiz ki birinci derecede Eflatun’dur. Üzerinde duracağız.
 
Dipnotlar

1-http://fatihkansoy.com/sokratesin-savunmasi-son-dakikalari/

2-http://fatihkansoy.com/sokratesin-savunmasi-son-dakikalari/

Baran Dergisi 574. Sayı