Bundan 20 Sene önce, 11 Temmuz 1995 yılında, Bosna Srebrenitsa’da on binden fazla Müslüman Boşnak vahşice katledildi.1992’de başlayan savaşın son demlerinde yapılan soykırımla,“Avrupa’nın, yani sözde medenî âlemin ne kadar iki yüzlü ve Müslümanlara karşı ne kadar vahşi olduğunu bir kere daha görmüş olduk!” demek isterdim. Fakat bu katliamdan sonra belki onlarca katliam daha yaşadık Müslümanlar olarak ve hemen hepsinde Emperyalist Batının katliamcı olarak doğrudan yahut sükut ederek dolaylı desteği vardı. Batı tarihi, bir yandan menfaat çatışmasından kaynaklı birbirleriyle, diğer yandan da başını Müslümanların çektiği mazlum halklara karşı açtıkları savaşlar ve katliamlarla doludur. Sadece Osmanlının fetih döneminde böyle bir şeye tevessül edememiştir. Çünkü zalimlerin anladıkları tek şey, güç ve gücün karşısında boyun eğmekti. Osmanlı ise zalime boyun eğdirecek güçteydi.
 Yugoslavya’nın dağılmasından sonra Bosna topraklarında hak iddia eden Sırplar ve Hırvatlar arasında başlayan çatışmalar, hak iddia ettikleri Bosna topraklarına sıçradığında, Müslümanların ne devleti ne ordusu ve ne de koruyacak bir hamisi yoktu. 1992 yılında başlayan ve dört yıl devam eden savaşta Müslümanlar katledildi, tecavüz edildi, topraklarından çıkartıldı ve millet olarak yok edilmek istendi.  Müslümanları tamamen yok etmek!..  Evet, tam tabiriyle yapılmak istenen buydu. Ve Emperyalist Batı bu amacı gerçekleştirsinler diye Sırplara destek oldu. Fakat zaman ilerledikçe Müslüman Boşnak ordusu toparlandı ve taarruz etmeye başladı. Bosna ordusu, Sırpların bölgede başkent olarak gördükleri Banja Luka’ya ilerlemeye başlamıştı. Yani savaşın seyri değişmeye başlamıştı.
İşte tam bu sırada, Boşnaklar katledilirken suya sabuna dokunmadan durumu izleyen, Avrupa’nın göbeğinde yapılan soykırımı seyreden Batı, Müslümanlar ilerlemeye ve zafer kazanmaya başlayınca “Barış masası! “seçeneğini ortaya attılar. Hem de “kurtarıcı” postuna bürünerek. Dayton Antlaşmasının özeti budur. Ve neredeyse Karlofça’dan itibaren Müslümanların rutini haline getirilen, “cephede kazanılan zaferi masada ellerinden alma operasyonu” Dayton’da da uygulandı. Fakat bundan önce yapılması gereken birkaç şey vardı. Savaşı bitirecek bir antlaşmanın yolda olduğu, antlaşmanın içeriği, kime hangi bölgelerin bırakılacağı az çok şekillenmişti. O zaman Müslümanların bilmediği şey, BM Hollanda askerlerinin koruduğu Srebrenitsa ve BM Ukrayna askerlerinin koruduğu Jepa şehrinin Müslümanlardan kurtarılıp Sırplara verilmesiydi. Srebrenitsa ve Jepa şehrinin Sırplar tarafından alınması BM’in de kabul ettiği ve stratejik olarak en başından belirlenmiş-planlamış bir hamleydi. Antlaşma masasına oturulduğunda “daha dün bu şehirlerde etnik temizlik yaparak Boşnakları evlerinden kovdunuz; çıkın işgal ettiğiniz yerlerden” demedi kimse Sırplara. Çünkü BM’nin Fransız Generali, bağlı olduğu kurumun görüşü olarak antlaşma olabilmesi için bu şehirlerin Müslümanlardan kurtulması gerektiğini aylar öncesinden dile getirmişti. Diğer yandan da Sırpların Amerikalı temsilciler Robert Frasure ve Richard Holbrooke ile de anlaştığı yoğun olarak konuşuldu. Özellikle Hobrooke’nin antlaşmayı dayatan tavrı bunun doğruluğunun delilidir başlı başına. Aşağıda yazdıklarımı bu bakış açısıyla değerlendirirseniz mesele daha iyi anlaşılacaktır.
Savaş, Sırp, Boşnak ve Hırvatlar arasında yapılıyor gibi görünse de, aslında Batı devletleri ve Rusya, Müslümanlara karşı Sırp ve Hırvatlara savaş boyunca yardım etti ve yine savaşı bitiren Dayton antlaşması bu güçler eliyle hazırlandı. (Savaşın belirli kısmında Hırvatların Sırplara karşı Bosna ordusunda savaşmaları ve daha sonra bölünen cumhuriyette bir arada olmalarını es geçiyor değiliz. Bu da belli bir çıkar ve hesaba dahil yapılmış bir şeydi. Nitekim bunun sonuçlarını da ilerleyen bölümlerde izah edeceğiz.)
Srebrenitsa’da yaşanan ve soykırıma varan süreç, yıllarca süren Bosna savaşının özetini gösterir aslında. Birleşmiş Milletler tarafından güvenli bölge ilan edilerek bölgedeki Müslümanlar silahsızlandırılmıştı. BM gözetiminde güvenli bölge ilan edildiği için de Bosna ordusunun bölgeyi koruyan Nasır Oriç komutasındaki birliği, savaşın canlı olduğu kısımlara kaydırıldı. Sırplar, Birleşmiş Milletler’e bağlı Hollanda askerlerince korunan Srebrenitsa’ya göstere göstere geldiler. Katliam  Temmuzun ilk haftasında başlasa da Sırpların Srebrenitsa ve Jepa bölgesine saldıracakları Haziran ayından itibaren NATO, BM VE ABD tarafından biliniyordu. Daha da ötesi , “hem CIA hem de Fransız istihbaratı Bosnalı Sırpların komutanı General Ratko Mladiç'le (yeni) Yugoslavya Genel Kurmay Başkanı Momçilo Perisiç arasında geçen bir telefon konuşmasını yakalamışlardı. İki Sırp General Srebrenitsa ve Zepa bölgelerinin ele geçirilmesi, eli silah tutan erkeklerin öldürülmesi, geri kalan halkında göç ettirilmesi konusunu ayrıntısı ile ele alıyorlardı bu telefon konuşmasında.” (1)
Kısa süre içinde ordusuyla Srebrenitsa yakınlarına gelen Sırp General Mladiç, yüz yılların kinini özetleyen  “Bu şehri Sırp milletine armağan ediyoruz. Türklerden intikam alma zamanı geldi…” sözleriyle Srebrenitsa’yı işgale başladı.
Srebrenitsa’nın Sırpların eline geçtiği haberi üzerine BM uçakları göstermelik iki roket atmanın dışında hiçbir şey yapmadı. Çünkü Sırplarla yapılmış gizli bir antlaşmaları vardı ve bu antlaşmaya göre Sırplara hava saldırısı yapılmayacaktı. Nitekim durum buna uygun gelişti ve Birleşmiş Milletler hiçbir şekilde sorumluluk almadı. Kendisine soru soran gazeteciye BM genel sekreteri Butros Gali, “BM’nin görevi Srebrenitsa’dan kaçanlara güvenli bir sığınak bulmaktır” dedi. Üstelik B. Gali, bu açıklamayı tam da Sırplar soykırım yaparken Atina'da soğuk savaş sonrası barışa yaptığı katkılarından dolayı, 250 bin Alman Markı tutarında Onassis Vakfı'nın 1995 ödülünü Yunanistan Devlet Başkanı Stephanopoulos’dan aldığı sırada yaptı. Yunanistan Ruslardan sonra Sırplara en büyük desteği veren ülkedir ve BM sözcüsü Butros Gali’yi  Sırplara verdiği destekten dolayı ödüllendirmiş oldu.
Müslümanlara yapılan katliamlara Batının tavrı budur her seferinde. Srebrenitsa’yı korumakla görevli Hollanda askerleri, şehri soykırım yapan Sırplara teslim etmenin ödülünü ülkelerine gittiklerinde aldılar. Hollanda Kraliyeti bu askerleri “barışı korumak adına yaptıkları üstün hizmet için “Nişan “ takarak ödüllendirdi.  Soykırımı destekleyenler ve görmezden gelenler ödül alır da, soykırımı yapanlar almaz mı? Bosna savaşının en acı tarafı da budur aslında. Kadın, çoluk, çocuk demeden katleden, tecavüz eden ve aylarca insanları işkenceden geçiren Sırplar, “Dayton antlaşması” ile çok göze batan birkaç komutan dışında, aklanırlar adeta. Soykırım yaparak etnik temizlikle ele geçirdikleri Srebrenitsa ve Jepa da dâhil istedikleri her bölge onlara teslim edilir. Üstelik bu bölge  “Bosna Hersek Sırp Cumhuriyeti” olarak tescillenir. Savaşta her türlü caniliği yapan çetnikler, Sırp polisi, askeri ve memuru olarak işgal ettikleri Müslüman topraklarındaki Müslüman evlerine yerleşerek hayatlarına devam ederler. Yani zalim, yaptığı zalimliğe karşılık ödüllendirilmiş, mazlum ise gördüğü zulümle kalakalmıştır. Adaletin tecelli etmediği yerde insanların ruhu ıstırapla kavrulur. Bosna’da Müslümanlar bu ateşle yaşamaya çalışıyor ve maalesef intikamlarını alacak “Adil bir güç” bekliyorlar.
Emperyalizmin hâkim olduğu bir dünyada adaletin tesis edilemeyeceği ortadadır. Kurdun önündeki kuzu misali, kimden ne merhamet bekleyeceksiniz? Nitekim Birleşmiş Milletler, Srebrenitsa soykırımına yol verip Sırpları ödüllendirenlerin hesabını vermeye yanaşmasa da, göstermelik bir günah çıkartma ayini gibi, soykırımın 20. Senesi dolayısıyla Srebrenitsa soykırımını lanetleyen bir tasarı ele almak üzere… Rusya ise zaten doğrudan Sırpları desteklediği için, taraf olarak buna karşı çıkıyor ve alternatif bir tasarı teklif etmek istiyor. BM’nin beş daimi üyesinden birisi olması hasebiyle veto hakkı var. Asıl mesele burası işte. Birleşmiş Milletler  yapısı ve aldığı kararlar...
Balkanlar kaynayan bir kazan. Bosna, Kosova, Sancak ve Makedonya’da sürekli tarassut altında tutulan Müslümanlara karşı ciddi hazırlıklar yapılıyor. Dayton antlaşması fiilen tıkandı ve nerede hangi hadiseyle kopacağı belirsiz bir hale geldi. En ufak bir kıvılcımın bütün bölgeyi yangına çevirmesi an meselesi. Türkiye’nin son dönemlerde bölgede yaptığı müsbet çalışmalar bir nebze olsun varlığımızı hissettirse de, çıkabilecek yangına dair hızlı, etkin ve sistemli hazırlık yapılması gerekmekte. Balkanlar Osmanlı’nın son kalesiydi. Balkanları kaybettik, çöküş kaçınılmaz oldu. Ve yine Balkanlar hem dirilişin hem de ilerlemenin yolu gibi görünüyor bir taraftan da..
“Affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.” diyor Rahmetli Aliya İzzetbegoviç. Bununla beraber şunu ilave edelim:
Hesabını soramadığımız için soykırımlar tekrar tekrar yaşanıyor bütün ümmet coğrafyasında. Kısasda hayat vardır. Zalimlerden hesap sorabilmemiz için Rabbim bizleri intikamına memur etsin. Vesselam.
 
(1) Ülke Dergisi, 8, 28 Temmuz 1996 -M. Murat TAŞAR)
Baran Dergisi 443. Sayı