Ne çarpıcı ne anlamlı bir ifade… Fert ve cemiyet olarak derdimize deva bulacağımız ilacı bir çırpıda dile getiriyor. Büyük Doğu-İbda mimarlarının senelerce mücadelesini verdiği davanın hülasası durumunda. Küfür, Ortadoğu-İslâm coğrafyasında son kozunu oynarken ümmeti parçalamak için elinden gelen her türlü desise ve şeytanî tuzaklara başvurmaktan geri kalmadı ve bu durumu her an daha sinsi tuzaklarla devam ettiriyor. Kimi zaman ırkçı fikirleri, kimi zaman sapık mezhepleri, kimi zamanda hain tipleri kullanıyor. Küfür ile İslâm arasındaki mücadele gittikçe artıyor. Küfür azgınlaştıkça azgınlaşıyor. Küfre karşı gelmek her şeyden önce birlik ve beraberlik içinde olmayı gerektirir. Küfrün bu en hain ve en son oyununu bozmak, tefrikaları bir yana bırakıp kardeşlik hukukuna sarılmaktan geçer. Bu sebeble ümmet olmak için sünnete sarılalım. Üstadımızın çerçevesiyle Ümmet... Varlığın tacına mânâda tâbi olanların dairesi; millet de bu dairenin insan kadrosu…Türk, Kürt, Arap milletleri yok… “Küfür tek millettir” ölçüsüne mukabil inananların potasında yer alıp eridiği millet olma şuuru var… Ümmet-millet kavimlerin harman olduğu bir hâl… Evet Türk, Kürt, Arap milletleri yok… Ya ne var? Türk, Kürt ve Arap kavimleri var… Bu kavimden her bir fert dışını pırıl pırıl Türk, Kürt, Arap olarak yansıtıyor ve yine her birinin içi alev alev İslâm davası ile yanıp tutuşuyorsa ne mutlu onlara ümmet-millet oldular. Ezeli ve ebedi dünya ve ahiret kardeşliğini tesisi ettiler. Bu kavimlerden her bir fert dışını içine teslim etmiş, içini dışına hakim kılmışsa ne mutlu onlara; aleme nizam verme şuuruna ererler, birlik ve beraberlik tesis edip Yahudi-Deccal tayfasının hain oyunlarını boşa çıkarma yolunda ilk merhaleyi gerçekleştirmiş olurlar. Ortadoğu’ya hakim olmak için Kürdün, Türkün ve Arabın hainlerini ayartarak iş tutanların bütün hedefleri ümmeti parçalamaktı. Nitekim bunda oldukça başarılı oldular…..Ve hâlâ olmaktalar. Ancak bir Müslüman ümitsiz olamaz… Daima ümitvâr olmalı ve Rabbinden gelen her türlü tecelliye hazır bulunmalı… Boş kuruntu ve ağlamaklı çaresiz hâllere sığınmamalı… Müslüman’ım... Varlığın tacına, Kainatın Efendisi’ne bağlı en hayırlı ümmettenim’ deyip izzetli ve şerefli olmanın maddî ve manevî şartlarına ermenin yollarına başvurmalı. Sünnetsiz ümmet olmaz…

Başlık rahmetli Esad Coşan Hazretlerine bağlı bir gurubun hemen hemen her yıl yaptığı bir yarışmaya ait… Çeşitli yaş kategorilerine göre birbirinden güzel ayrı ayrı kitaplar. Her yaşı dikkate alıp her birini seviyelerine göre değerlendirmeleri, toplumun her yaş katmanına sirayet edici bir yarışma düzenlemeleri takdire değer. Demek ki her yıl daha da tecrübelenip bu tecrübelerini ileriye müsbet olarak yansıtmayı becerebilmişler. Evet, sünnet olmadan ümmet olmaz. Böylesi bir yarışmayı vesile kılarak hayatımıza yeni renk ve kokular katmanın vesilelerine erebiliriz. Yarışmayı kim düzenlerse düzenlesin önemli değil. Önemli olan yarışmanın ne gibi şeylere vesile olacağı. Hayırlara vesileyse ne güzel. Sünnetin ne olduğu ne olmadığı öğretiliyorsa, sünnetsiz ümmetin ne hâllere düşeceği anlatılıyorsa. Ne güzel, ne anlamlı. İnşallah, (kalpleri Allah bilir) düzenleyenler düzenlerken yaptıklarını ümmet olma şuuruna erme yolunda vesile addederler. İnşallah, düzenleyenler yaptıkları yarışmanın hasis ve dar bir cemaatçilik anlayış ve kadroda kalmamasını temin yolunda niyet etmişlerdir. İnşallah, düzenleyenler dar ve hasis cemaate taraftar toplamak için değil de İslâm ümmetini uyandırma gaye ve hedefini gütme yolunu tutmuşlardır.

Şu zor ve çetrefilli zamanda her fert ve cemaatin kırması gereken bir hâl… İnsan kendi mizacına uygun dostlar ve gruplar bulmaktan ayrı tutulamaz. İnsanın kendi mizacına uygun fert ve cemaatle olma ve bulunma isteği tabii bir netice… İnsan olmanın gereği… Aksi takdirde birbirinden habersiz insanlar yığını… Kapitalist bir düzeni baş tacı eden ve yaşatan fert ve toplum. AVM’de cep telefonlarında geçen sürüngen ve sanal bir dünya. Kendi bencil dünyalarına hapis olmuş zavallı insancıklar. İnşallah, fertler ve diğer cemaatler bizim dışımızda deyip de yarışmaya katılmamazlık etmezler. İnşallah, “ne güzel bir şeye vesile oluyorlar, biz de başka alanlarda böylesi bir güzelliğe vesile olmalıyız” diye diğer cemaatlerden insanlar katılır ve okurlar.

Nasıl Cemaat?
28 Şubat, Gezi ayaklanması, Hendek olayları, 15 Temmuz süreci ve nihayet devamında daha da çok şeylerin olacağını ihtar eden Fırat Kalkanı, ardından Zeytin Dalı Harekâtı…

Anadolu çok çetin bir imtihandan geçiyor. Başarılı olursak ne âlâ, olamazsak yandık. Düşman boş durmuyor. Rabbime şükürler olsun Anadolu insanı da gerekli refleksi göstermekten geri kalmadı. Daha çetin günler ve imtihanlar bizi bekliyor. Biliyoruz ki çetin günler, duaya ve ele daha sıkı sarılmanın zamanı. Tarihin en hain yapılanması bir anda bütün iç yüzüyle afişe oldu. Anadolu insanı bu yapıyı bir gecede berhava etti. Lakin süreç devam ediyor. Her yaşanılan hadise bize ders olmalı bize ileriye dönük ışık tutmalı. Cemaat derken bir anda ortalığı cemaat düşmanları sardı. Bize ait bir değerin yok edilmesi gibi bir durum söz konusu. Eşya ve hadisenin durumuna göre herkes kendi dünya görüşünce ortaya çıkan vakıaları değerlendirme çabasında. Ulvî ve yüce şeylere sahtesi musallat olma, insan ve toplumları bu yolla sömürme ve kandırma derdindeler. İslâm fert ve cemaat çerçevesinde yaşanır ve ifade olunur. Bu bir mukadder oluştur. Nasıl insanların fert planında yaşadığı hainlikler ferdi yok etmemizi elzem kılmıyorsa, cemaat görünümlü yapıların hainlikleri de bizi cemaate düşman olmaya yol açmamalı. Dedik ya mümin her yaşanılan hadiseden ders çıkarma ve ileriye dönük gardını ona göre alma durumunda... Cemaatleri 15 temmuz sürecinden sonra yok etmek isteyenlerle tamamen savunma durumunda olanların hâl ve hareketlerine şahitlik etmekteyiz. Bir taraf bizim için yok edilmesi gereken bir grup olarak karşı safımızda yer alırken bir taraf da maalesef bizden yana lakin gerekli şuuru göstermekten aciz davranmakta. Bir taraf bizi yok etmek cehdini gösterirken bir taraf ise yine kötü tecrübelerle baş başa kalacağımızı ihtar etmekte. Peki, ne olmalı ne yapılmalı? Her şeyden önce bize ait kavram ve anlam dünyalarının ne oldukları ve ne olmadıkları ortaya konulmalı. Bu çerçeve içinde her şey değerlendirilmeli. Her şey yerli yerini bulmalı. Adaletin gereği budur.Toplumların, fertlerin ve tabiî ki devletlerin ayakta kalması ancak adil olmalarıyla mümkün…

Evet, nasıl bir cemaat? Beni en çok etkileyen (hangisi etkilemez ki) ve ilerde gücüm yeterse kırk hadis kitabıma almayı düşündüğüm bir hadis var, mealen şöyle: “Bir Müslüman sağından, solundan, önünden ve arkasından gücü yettiği kadar altmış evden mesuldür.” Ne muazzam bir vazife şuuru. Kapitalizm ve komünizm dünyasının son yüzyıllık mücadele alanında İslâm’ın kendini ortaya sereceği bir hengâmede sarılacağı ve teklif edeceği bir ölçü. Kapitalizm ne yaptı; cemiyeti öldürme uğruna ferdi yüceltirken ben merkezli “tükettikçe var olursun” anlayışını hakim kıldı. Komünizm ise buna mukabil kurtuluş ve hakikatin bunun tam tersi yoldan geçeceği vehmine kapılarak ferdi öldürerek cemiyeti yüceltti. Ve böylece fert ve cemiyet arası denge yolu bir türlü gösterilemedi. Evet, yeni dünya düzeni fert ve cemiyet arası kavganın olmayacağı, fert ve cemiyetlerin ahenk ve huzur içinde yaşayacağı bir düzen olmalı. Bunu da ancak İslâm vaad ediyor. Evet, bir Müslüman gücü yettiğince her yönden komşusunu sormalı, derdiyle hemhal olmalı, sevincine katılmalı. Komşusu ister Müslüman olsun isterse gayrimüslim; varsa ihtiyacı kaldırabileceği kadar karşılayabilmeli. Bugün bir cemaat mensubu bu ölçüye uygun hareket ediyorsa, komşularını şu cemaatten bu cemaatten deyip de ayırt etmeden yardım ediyorsa, “yüzlerce kilometre uzakta benim cemaatime ait bir yatırım var, param oraya gitmeli, bunlar benim neyime” demiyorsa gerçek bir cemaat ehlidir. Çünkü asıl sorumluluk alanını terk etmiyor. Bugün bir cemaat lideri veya şeyhi “aman önce akraba ve komşularınızın ihtiyaçları, herkes yerini doldursun hayat boşluk kabul etmez” diyorsa başımızın tacıdır. Aksi takdirde cemaat ehli değil, cemaatçidir. Maalesef bugünlere dek bunun tam aksi davranışlara şahitlik ettik. Dedik ya inceler incesi bir yoldan geçiyoruz; var ve yok arasında keskin bir dönem. Şehidlerimiz oldu ve olmakta. Onların aziz ruhlarını rencide etmemeli. Her gün nefs muhasebesi. Her gün ne yaptım, ne yapmadım, ne yapmalıyım. Her gün daha çok çileye talip olma. İşte o zaman ışık doğacak, düşman ne yapacağını şaşıracak. Evet, fert ve cemaat olma şuurunu her an kuşanmalıyız. Nasıl bir cemaat… Allah’ın Resulü buyuruyor: “Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman diğer uzuvlarda bu sebeple uykusuzluğa, ateşli hastalığa tutulurlar.” Evet, Müslüman isek bütün Müslümanlarla kardeşiz. Kardeşlik lafta olmaz. Kardeşliğin hukuku ve sorumlulukları var. Müslüman bir fert ve cemaat olarak zor durumda olan kim varsa yanında olmalıyız. Bir cemaat kendi hasis kadrosu dışında ülkesinden ve İslâm âleminden haberdar ise ve ulaşabildiği yerle irtibat kurabiliyorsa başımızın tacıdır. Bir cemaat kendi dışındaki yapıların acısını duyuyor ve paylaşabiliyor ise ne ala. 28 Şubat sürecinde kendi paçasını kurtarmak için diğer cemaatleri ispiyonlayan, küfür cephesiyle işbirliği yapan grubu hatırlamak yeter. Yine 28 Şubat sürecinde “siyasal sonum dahî olsa sekiz yıllık eğitimi getireceğim” diyen Mesut Yılmaz’ın tarafında saf tutan ve partisinin meydanlarını dolduran gruplar unutulmamalı. Akla sadece Amerika ve İsrail uşağı kel Fettoş ve avenesi gelmemeli. 

Baran Dergisi 578. Sayı