Suriye Türkmen Meclisi Başkan Yardımcısı Tarık Sulo Cevizci ile Suriye'deki son durumu değerlendirdik...
 
Suriye’deki hadiseler başladığından beri binlerce insan vefat etti, milyonlarcası yerinden yurdundan oldu; şu anda Suriye’de gelinen nokta nedir?
Tabiî ki olayları halk bakımından, siyaset bakımından ve de askerî bakımdan değerlendirmek gerekiyor. Başlangıçta halk tarafından yürütülen bu muhalefet hareketi, şu anda halkın kontrolünden çıkmış durumdadır. Elbette ki halk ayaklanması tamamıyla bitmiş değil; ama Suriye’deki mesele artık Suriyelilerin inisiyatifinden çıkıp uluslararası boyutlara ulaşmıştır. Uluslararası boyut dediğimizde, ABD, İngiltere, Rusya, İran vesaire akla gelmektedir. Suriye şu anda bu emperyal güçlerin kendi arzularının çatıştığı bir alana dönüşmüştür. Biz bu mücadeleye ilk giriştiğimizde şeffaf yönetim, insan haklarına saygılı bir düzen, dinimizi yaşayabileceğimiz bir sistem şiarıyla yola çıkmıştık; ancak iş farklı boyutlara ulaştı ve silahlı mücadeleye döndü. Dediğim gibi, başta biz, demokratik, özgürlükten yana, insan haklarına saygılı bir yönetim isteğiyle yola çıkmıştık; ancak emperyalist güçlerin taşeronlarının bölgeye girmesiyle bir kaos ortamı oluştu.
Peki, şu anda Suriyelilerin elinden çıkmış olan bu meselede, aslî gaye başta rejimi değiştirmek ve tabii Esed’i devirmek iken, emperyalistlerin kendi arzularının çatışma alanına dönmüş olması bu asıl gâyeyi unutturdu diyebilir miyiz? Zira bugün Esed’in güçlerinden çok, emperyalist devletlerin ordularından veya destekledikleri milislerden bahsediyoruz hep…
Evet, ben de bunu söylüyorum; dediğim gibi olay artık Suriye halkının elinden çıkmış durumdadır ve ABD, Rusya, İngiltere, İsrail gibi devletlerin çıkarlarının çatıştığı bir arena haline gelmiştir Suriye. Zaten bugün baktığımızda da halkı temsil eden kişilerin kaçı Suriye’de sahada bulunuyor, belki %10’u...
O diğer bölgeleri kontrol edenler kim?
Zaten sahada siyasi bir mücadele kalmadı, bunu belirtmeliyiz önce. Siyasal alanda faaliyet gösteren gruplar da Suriye dışında işlerini yürütüyorlar. Şu an sahada sadece askeri güçler etkinlik gösteriyor. Esed güçlerinden bahsedecek olursam; Hizbullah, Şii milisler ve Ebu Fadl Abbas gibi grupların oluşturduğu 20’ye yakın oluşum var.
Bu gruplara Mihraç Ural da dâhil edilebilir mi?
Mihraç Ural Türkiye’den gelen birisi ve yanında DHKP-C de var. Mesela Lübnan Hizbullah’ı, Irak’tan gelen Ebu Fadl Abbas’ın grubu var, İran’ın desteklediği ve Yemen’den, Güney Azerbaycan’dan, Afganistan’dan ve Kum gibi kendi medreselerinin hâkim olduğu bölgelerden topladıkları Şii milisler var. Durum uluslararası bir hâl aldı, yani artık sadece Suriyelilerin meselesi değil.
Bahsettiğiniz grupların ortak özelliği Şii yanlısı olmaları mı?
Yurtdışından gelenleri büyük ekseriyeti Şii. Türkiye’den Mihraç Ural gibiler ise Nusayriler’den. DHKP-C de Çin ve Rusya’nın desteklediği bir grup ve bunlarınki de daha çok ideolojik bir amaç taşıyor. Ancak işin garip tarafı Mihraç Ural ve DHKP-C’nin emperyalizme karşıyız diyerek emperyalist güçlerce desteklenen ve halkına zulmeden bir caninin yanında yer almalarıdır. Bir de bu grupların yanı sıra IŞİD zulmü altında yaşayanlar, PYD zulmü altında yaşayanlar da var ve yerinden göç edenleri de sayacak olursak büyük bir mezalim var Suriye’de… Mesela göç edenler de rahat değiller ve bulundukları ülkelerde farklı konumlarda yaşıyorlar; Türkiye’ye gidenler, Ürdün ve Lübnan’a gidenler var. Türkiye’ye ve Ürdün’e gidenler nisbeten rahat olsalar da Lübnan’a gidenler yine tarassut altındalar; bu sefer de Lübnan Hizbullah’ı onların yakasını bırakmıyor. Oradaki mültecilerin kamplarını yaktıkları söyleniyor ve mesela geçenlerde de 2 üst düzey Türkmen generalini tutuklayıp Esed güçlerine teslim edeceklerdi. Ancak bu kişilerin pasaportları olmadığı için ne Ürdün’e ne de Türkiye’ye giremediler ve kendilerine en yakın buldukları Humus bölgesine iltica ettiler, ancak orada da Esed’in uzantıları peşlerini bırakmadı…
Peki, ÖSO’ya bakışınız nasıl? Buradaki insanların daha bir hüsnü niyetini kazanmış bir grup ama sizin nazarınızda nasıllar?
Aslında ÖSO bütün bir yapı değil. Esed’e karşı yapılan eylemleri korumak amaçlı oluşturulmuş bir koalisyondur ve görevi de Esed güçleri ve “şebbihalar”a karşı oradaki masum halkı korumaktır; çünkü Esed ve uzantıları eylemlerde halkın üzerine istedikleri gibi rastgele kurşun yağdırabiliyorlar ve bunları engelleyebilmek amacıyla çok hafif silahlarla kuşanan bir oluşumdur ÖSO. Tabi bu oluşum muhtelif yerlerde kuruldu ve “Suriye Dostları” dediğimiz ülkelerce de destek görüp daha bir organize hale getirildi. Özellikle rejim ordusundayken taraf değiştiren rütbeli komutanların da buraya katılmasıyla nispeten güçlendi. Aslında bu örgütün kurulmasının başını bir subay çekmiştir ve dediğim gibi çeşitli yerlerin desteğiyle de bu örgüt zamanla güçlenmiştir. ÖSO’nun ilk toplantısı da Antalya’da olmuştu ve ben de o toplantıda bulunmuştum. Tarih 29 Temmuz 2011 idi.
Durumu netleştirmek için soruyorum; o günden bugüne çatı vazifesini gören ÖSO artık bu görevi tam anlamıyla ifa edemiyor galiba?
Tabi dağılma süreci başlamadan önce bir müdahale yapıldı ve tam anlamıyla grup işlevini yitirmedi ama eskiye nispetle elbette ki çok zayıfladı.  Zaten ÖSO kurulmasa da Esed’e karşı mücadele sürüyordu farklı gruplar eliyle, ama halk ve “Suriye Dostları” dediğimiz ülke ve taraflar daha bütün bir yapıyla organize bir mücadele yürütülmesini istediler; yapacakları yardımları “nereye, kime vereceğiz?” diye düşünmek yerine bir adres oluşturdular, bu da ÖSO oldu. Ancak bir sene bile sürmedi ve IŞİD’e bağlı grupların ÖSO’nun karargâhını basmasıyla yapı fiili olarak bitti. Ondan sonra da ÖSO içindekiler kendi cephelerini oluşturmaya başladı ve grup dağılma sürecine girdi. Yani Suriye’de siyasi olarak ortak bir hedef oluşmuşsa bile askeri anlamda bu daha da karmaşık hale geldi. ÖSO’dan sonra da Suriye Halkı’na destek verecek taraflardan destekleri alabilmek için her ülkenin ve grubun temsilcisinin bulunduğu bir masa açıldı ve yardımlar bu masa üzerinden ilerledi. Ama dediğim gibi ÖSO sadece ismen ortada ve sahada pek bir hükmü kalmadı.
Son zamanlarda Suriye’deki muhalif gruplar arasında birleşmeler olduğu haberleri geliyor, bu haberlerin doğruluk payı ne düzeydedir?
ÖSO’dan önce İslâmî Cephe vardı ve bu cephe de ÖSO’ya yakındı; ama o da zamanla dağıldı. Zaten Suriye’de çeşitli gruplar güçlerini birleştirmek için cepheler kuruyorlar, mesela Suriye Devrimciler Cephesi kuruldu ve o da dağıldı, sonrasında da Şam Cephesi kuruldu vesaire… Tabii ki bir operasyon başlamadan önce gruplar arasında bir operasyon masası kurulur ve içlerinden herhangi bir grup operasyon yapacağı zaman öteki grupların da temsilcilerini davet eder. “Biz böyle bir karargâha baskın yapacağız, katılmak isteyenler bizimle gelsin” deyip orada operasyonun temelini atarlar, katılmak istemeyenlerse yine kendi mevzilerinde mücadeleye devam ederler. Ondan sonra da silahlanma olsun, örgütlenme olsun bu gibi birimlerin başları seçilir ve operasyona komuta edecek kişi seçilir. Böylece operasyon başlamadan önce herkes kendi grubuna verilen görevi ifa eder. Ancak bu toplanma operasyondan operasyona gerçekleşir ve operasyondan sonra herkes evine gider, gruplar dağılırlar. Tabii ki operasyon düzenlenen yerlerden de herkes hissesine düşeni alır; çünkü bu, grupların en büyük ekonomik kaynağıdır ve kendilerini bu şekilde idame ettirebilirler. Operasyonlar ve eylemlerden önce bunların projeleri hazırlanıyor ve sponsor alınacak yerlere sunuluyor, bu cemaatler olur, ülkeler olur vesaire… Örgütlerin geçim kaynakları da bunlardan ibaret.
Suriye’deki muhalif grupların ekonomik imkânlardan ziyade en önemli problemi liderlik meselesi değil mi?
Elbette, bizim tâ en başından beri hissettiğimiz bir eksikliktir bu. Ancak iş öyle bir seviyeye ulaştı ki, sadece bir cephe hattında değil; batı cephesi, doğu cephesi, orta cepheler, kuzey ve güney cephelerine yayılmış durumda Suriye’deki savaş. Bu durumda cephelerde liderler sivrilebiliyor. Geçmişte de oldu ancak bunların bir kısmı şehid oldu, bir kısmı hâlâ görevlerine devam ediyorlar. Ülkenin coğrafi şartlarından ötürü Humus’taki bayır-bucak ile bağlantı kuramıyoruz, kuzey cephesindekiler Dehrizor ile bağlantı kuramıyor; bu şekilde de merkezi bir sistem oldukça zor ve imkânsız duruyor. Ancak geçmişte bunu kısmen başarmış oluşumlar da var, mesela Tevhid Tugayı vardı ve %80-90 oranında bir birliktelik sağlayabilmişti. Ancak IŞİD sürecinde o da dağıldı. Kimileri tek bir çatı altında toplanmaya çalıştı; kimileri nisbeten başarılı oldu, kimisi kendisi dağıldı. Bunların hepsini tek bir çatı altında toplayacak çalışma ÖSO idi, o da dağıldı.
Bu problem nasıl aşılabilir?
Hatlar maalesef iyice keskinleşti; şu anki ortam bir-iki sene önceki gibi değil. İnsanlar lokal mücadele veriyor. Bu mücadele böyle sürecek gibi görünüyor.
O zaman bu şekilde bir neticede elde edilemez ve savaş devam eder. Bütün muhaliflerin sözünü dinleyeceği bir aklın devreye girip onları birleştirmesi gerekmez mi?
Evet, savaş devam edecek; çünkü Şam’dakinin de, İdlib’tekinin de, Halep’tekinin de düşmanı Esad olsa da, Halep’teki cepheyle İdlib’teki cephe, İdlib’tekiyle Şam’daki cephe aynı değil. Hedef ve amaç birlikteliği var. “Esad’la sorunum yok” diyen bulamazsınız. Yöntem ve metod usullerinde bir birliktelik yok. Herkes kendi bölgesinde Esad’ı devirmek için çalışıyor. Şam’daki gelip Halep’te savaşamaz, Halep’teki gelip Lazkiye’de savaşamaz bu şartlar altında. İdlib’te ilerlemeler kaydedildi. Dera’da kapılar ele geçirildi. Fakat Halep’te neredeyse altı aydır çok kritik günler yaşanıyor. Sürekli Esad bastırıyor, Halep’i düşürmeye çalışıyor. Şehir merkezi neredeyse boşaldı.
Esad’ın halkına zulmettiğini biliyoruz, bu zulmün yanı sıra şu an devam eden savaş esnasında uluslararası hukuka göre bir savaş suçu işliyor mu?
İki tane kitlesel imha silahı kullanıyor. Bir tanesi zehirli gaz; Guta’da 2013’te kullanılmıştı. Tesbit edildi ve Birleşmiş Milletler de müdahale etmişti. Sonrasında yoğunlaştırılmış klor gazı kullanmaya başladı. İdlib kuşatması başlamadan önce bir iki noktada kullanıldı. Bu insanlar ve devletler nezdinde dikkat çekiyor. Bizim en çok üzerinde durduğumuz ise varil bombası dediğimiz kitlesel imha silahı. Düştüğü yerde büyük tahribatlara yol açıyor. Rasgele sivil yerleşim yerlerine atılıyor. Bir ton civarında bombanın çivilerle varillere doldurulup atılıyor. Bu bomba çoluk-çocuk, genç-yaşlı herkesi öldürüyor. Eskiden insanları tutuklayıp keyfî zulümler yapıyordu. Savaş hattı netleşince birçok bölge boşalırken bazı şehir merkezlerinde insanlar kaldı. Bunlar kendi halinde hayatını sürdüren insanlar. Bu insanların üzerine bu bombalar atılıyor. Cephe hattına kendi askerlerinin üzerine düşeceği için atamıyor. Savaş hattında başkaldıran insanlardan bahsetmiyoruz burada.
Bu meseleyi uluslararası plan dâhilinde konuşursak, devletlerin tavrı nasıl? Türkiye, İran, Arabistan, ABD, İsrail… Bu meseleye samimî olarak yaklaşanlar kim; çözülmesini istemeyenler kim?
Suriye’de üç düzeyde mücadele var. Birincisi yerel güçler arasındaki mücadele; Esad, ÖSO, Nusra, YGP… İkincisi bölgesel güçler arasındaki mücadele; İran, Arabistan ve Türkiye… Üçüncüsü ise uluslararası güçler arasında; ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin…
Almanya var mı?
Almanya çok aktif değil; AB bloğuyla birlikte hareket ediyor. Daha çok İngiltere ve Fransa başı çekiyor ve ABD ile birlikte hareket ediyorlar. Bunların akıl hocaları da İsrail!
Karşı tarafta da Rusya, Çin, Kuzey Kore…
Dünyadaki bloklaşma burada da devam mı ediyor?
Bu bloklaşmanın neticesidir Suriye meselesinin bu kadar çözümsüz hale gelmesi… Blokların kavgası sonucu Suriye kan gölü; kavgalarını Suriye üzerinden yapıyorlar. Bu ülkeler müdahale etmeseydi, olaylar bu denli büyümezdi. Küçük çaplı çatışmalar çıkar; ama taraflar masaya oturup anlaşabilirlerdi. Yerel güçler artık kendi aralarında anlaşamaz halde. Küresel güçlerin Suriye’deki kavgada bir sıkıntıları yok; ne kendi insanları ölüyor, ne kendi ceplerinden para çıkıyor. Bilakis orada savaş devam ettikçe silah satıyorlar, para kazanıyorlar. En çok silah satarak ekonomilerine katkı sağlıyorlar. Bölgesel güçlere gelelim, Türkiye, İran, Arabistan… Ekonomik olarak bu üç ülke bu durumun bedelini ödüyor, Türkiye’nin özellikle Arap ülkeleriyle olan ticareti durmuş durumda… Şunu da söylemek gerek, bu işin bitmesi için en çok çaba sarfeden ülkeler de bu üç ülkedir.
İran’ı da dahil ettiniz?
İran kendi açısından uzantısını ve taifesini kollamaya çalışıyor. Orada İran’ın desteklediği kim hâkimiyet sağlarsa sağlasın bu yine İran’ın çıkarına olur.
İran ve Türkiye arasında büyük bir fark var mı?
Kesinlikle. Bu büyük fark, ideolojik olmaktan ziyade mezhepsel. Türkiye’nin tavrı baştan beri oradaki halkın lehine ama İran baştan bu yana, Esad’dan yana tavır aldı. Biz her zaman Esad’ın halkına zulüm ettiğini söyledik zaten ve bu zulmü destekleyen ülkelerden biridir İran…
Askeri olarak da bir destek söz konusu mu?
Her alanda destekledi İran Esad’ı. İnsan desteği, askeri destek, istihbarat desteği…
İsrail’in her dâim kendi sınırlarını koruyabilmek adına dışında kalan ülkelere istikrarsızlık ihraç etmesinden yola çıkarak, Suriye’de istikrarın sağlanamamasında da İsrail’in doğrudan parmağı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Birebir alakalı demeyelim fakat, işin arkasında yatan ana sebeplerden biri İsrail’dir diyebiliriz. Burada şunu söylemek gerekiyor: Biz Esad’ı yıllardır İsrail’in koruyucusu olarak gördük. Her ne kadar İsrail için Esad makbul biriyse de zayıf bir Esad, İsrail için çok çok daha makbuldür. Yorulmuş bir Arabistan, yorulmuş bir Türkiye, yorulmuş bir muhalefet İsrail’in işine yarar. İsrail Filistin’de şunu gördü: Kendisinin insan gücü zayıf buna karşın düşmanlarının insan gücü çok büyük. Biz şunu söylüyoruz hep, İsrail’in Fırat ve Nil arasında büyük bir devlet kurma idealleri var, bunu yapabilmeleri için de bu bölgenin insansızlaştırılması gerekiyor. Bu olduktan sonra orada sadece silahlı güçler duracak, bu durumun sonucu olarak da oralar kolayca tasfiye edilecek.
İsrail kendisine alan mı açıyor?
Kesinlikle, yani bu haliyle İsrail 5 milyonluk bir şehri hiçbir şekilde kontrolü altına alamaz…
Şimdi İsrail’in buradaki amacı birbirine düşman küçük topluluklar oluşturmak: Türkler Araplarla, Şiiler Sünnilerle, Kürtler Türklerle, herkes birbiriyle kavgalı, kimse birbiriyle dost değil… Aynı zamanda hepsi savaş şartlarından ötürü dışarıya muhtaç, bugün herkes dışarıdan gelen yardımlarla kendi savaşını sürdürüyor, dolayısıyla bağımlılık had safhaya ulaşıyor. Mesela İdlip meselesinde Fetih ordusu kuruldu, siz onlardan yardımı kesin 2 güne Fetih ordusu diye bir şey kalmaz ortada. Şimdi Suriye meselesinde, Suriye ordusu var, Şebbihalar var, Milli savunma ordusu var, Baas tugayları var; bunlar yerel güçler, Uluslararası dediğimiz de Mirac Ural, Hizbullah gibi 20 tane grup var. Bugün Esad tek değil, sadece yerel güçleri beş tane, Uluslararası güçleri 20’yi geçiyor…
Burada ilginç bir nokta var, bahsettiğiniz grupların hepsinin ismi İslâmî...
Mihraç Ural ve DHKP-C’yi çıkarırsak, evet. Çünkü bu gruplar olaya daha ideolojik yaklaşıyor, diğer gruplar ise mezhepsel… Sonuçta onlar da Nusayrî devşirmeleri. Bunların hepsi de dışarıya bağımlı, neticede Türkiye’ye ve Arabistan’a bağımlı olanları İsrail kolay kullanıyor. Sonuç olarak İsrail’in istediği gibi savaş devam ediyor, bölgedeki güçlü gruplar yokediliyor, altyapı darmadağın ediliyor, bölge insansızlaştırılıyor; İsrail idealini gerçekleştirmeye giriştiği anda bölge temizlenmiş olacak. Burada şuraya dikkat çekmek istiyorum: Bugün geldiğimiz nokta ile çıkış noktası aynı değil, yani çıkış noktasındaki güçlerle bugün hakim güçler aynı değil, zaten halkın iyiniyeti ve insancıl talepleri emperyal güçler tarafından istismar edildi ve halk baştaki taleplerinden uzaklaştırıldı.
Türkiye bu mevzunun neresinde? Türkiye’nin içindeki karışıklıkların da Suriye meselesi ile alakası var mıdır?
Türkiye şu an halkın yanında diyoruz; fakat Suriye’de şu süreçte halk hâkim değil. Şunu da söyleyelim; Türkiye’nin ilk başlardaki gibi Suriye’de güçlü bir etkisi yok. Türkiye belki ilk başlarda Esad’a bazı şeyleri kabul ettirebilirdi, sürecin ortalarına geldiğimizde özellikle muhalefet nezdinde Türkiye çok kritik bir etkiye sahipti; ama son geldiğimiz noktada, sahadaki güçler değişti; birçoğu düşman ve terörist konumuna kaydı, istisnalar olmakla beraber…
Türkiye işi başlattığı gibi devam ettiremedi mi?
Evet, yani şu an geldiğimiz noktada Türkiye Suriye’de hâkim bir güç değil…
Mesele çok kompleks aslında. Şu an Türkiye’nin çok çok üzerinde güçlerin sürece müdahalesi söz konusu; Rusya ve Amerika gibi… IŞİD’in olması, Nusra’nın olması, Esad’ın olması, Nusayrilerin olması, Şiilerin olması derken olay öyle bir hal aldı ki, Türkiye’nin üstesinden gelemeyeceği bir noktaya geldi. Mesela Arabistan ve İran ile Türkiye’yi kıyasladığımız zaman, diğerlerinde mutlak bir güç var, Türkiye’de öyle değil, Türkiye’de çok ihtilaf var; Suriye meselesinde halkıyla, muhalefetiyle, kurumlarıyla, hükümetiyle tam bir anlaşma sağlanmış değil. Ama Arabistan ve İran’da böyle değil, oradaki erkler arasında bir ihtilaf yok. Bunun yanı sıra, Suriye’deki olay sadece siyasî bir olay değil, Suriye’de siyaset yapan kimse yok. Türkiye’nin sahada savaşanlar değil, siyaset yapanlar üzerinde hâkimiyeti var. Siyaseti yapanların da sahadakiler üzerinde hâkimiyeti olmadığından Türkiye’nin tesiri zayıf.
Suriye meselesinin Türkiye seçimlerinde tesiri olur mu?
Şimdi Esad ya da Esad lobisi yani İran-Rusya ve Çin’in yürüttüğü lobinin uzantıları Türkiye’de hep vardı, bugün de varlar. İşte Reyhanlı’nın, Gezi’nin, en son savcının rehin alınması olayının az ya da çok Suriye meselesiyle bağlantısı var. Burada Türkiye’nin Suriye politikasını değiştirmeye, muhalefete olan desteğini bitirmeye yönelik çalışmaları var bu grupların. Bu şer odaklarının Türkiye’de bir güvenlik zafiyeti oluşturmaya yönelik, Türkiye’yi zayıflatmaya yönelik çalışmaları var. Ve bugün bu durum hala devam ediyor ve edecek. Hatırlarsanız, Türkiye’de Suriye’ye yönelik farklı illerde birden bire Suriyeli avına çıkıldı, bunlar tamamen istihbarat güçlerinin işiydi. Çok vakit geçmeden bunlar yakalandı ve mesele yatıştı. Bugün kimsenin sorunu yok Suriyelilerle. Bunlar hep o lobilerin, hem medya aracılığıyla, hem teröristler aracığıyla, hem STK’ları aracılığıyla sorun çıkartabilecek noktaları kaşımasından ibaret.
Yani suç oranlarına baktığınız zaman olağanüstü bir artış söz konusu değil. Ben uzun zamandır yaşıyorum Türkiye’de, Suriye’den de takip ediyorduk, örneklendirmek için söylüyorum, terör olaylarından ötürü Doğu’dan gelen insanlarla Batı’daki insanlar arasında farklı sebeplerden ötürü yaşanan olumsuzluklar bugün Suriyelilerle yaşananlardan çok daha fazlaydı.
Neticede aynı topraklarda yaşayan insanlar arasında bu tür ihtilaflar çıkabiliyorken, Suriye’den gelen özellikle kültür bakımından farklı insanlarla yaşanan küçük çaplı ihtilaflar mazur görülmeli değil mi?
Kesinlikle, yani Türk halkıyla Suriye halkı arasında ciddi bir problem yaşanmadı hiçbir zaman.
Büyük problemler yaşanıyormuş gibi bir algı oluşturulmak isteniyor mu?
Gayet tabii… Az öncede dediğim gibi, sorun yaşatabilecekleri her yeri kaşıyorlar.
Son olarak; nasıl bir hamle yapılmalı ki bu savaş bitsin, bir anlaşma sağlansın?
Yerel güçler kendi aralarında anlaşabilecek durum ve imkânda değiller, uluslararası güçler de samimi ve dürüst değiller; bölge güçlerinin omzundan geçiyor bütün sıkıntı. Bölge güçleri kendi aralarında anlaşmadıkça, kanayan yara durmaz. Yani biz burada ne Şiilik gerçekliğinden uzaklaşabiliriz, ne Sünnilik gerçekliğinden ne Kürtlük gerçekliğinden, ne Türkmen gerçekliğinden ne Arap gerçekliğinden… Dolayısıyla bu güçlerin oturup antlaşmaları gerekiyor. Suriye’deki yerel güçlerin bir anlaşmaya varmasını beklemek çok hayalî olur… Hakeza, uluslararası güçlerin de oturup bölge insanının sorununu çözmesini beklemek saflık olur.