İbda bir cephesiyle edeb demek, edeb ise had bilmek. Bu yazı belli hadler çerçevesinde kaleme alındı ve hakiki kelâm sahibinin izzetine sığınıldı.

Üstad’ın bir şiirinin başlığı; “Takvimdeki Deniz”. Tedaîsi; “Takdimdeki Deniz”. Takdim malum; “Sana bir takdimim olacak bütün hüviyetinle görüneceksin.” Söz Üstad’a ait. Bu takdim peşinde bir ömür FİKİR İDMANI ve geride koca bir külliyat. Külliyatın sahibi; Salih Mirzabeyoğlu. Takdimdeki deniz: “O Allah’tır ki, iki denizi salıverdi. Şu tatlı, susuzluğu giderir, bu tuzlu ve acıdır. Aralarında da kudretinden bir engel ve birbirlerine karışmayı önleyici bir perde koymuştur.”(Furkan, 25:53) Kur’ân’ın bu mucizesine şahit olunan deniz,Akdeniz sularının Atlas okyanusu ile buluşmaya başladığı Cebel-i Tarık boğazı. Farklı denizlerde mevcud ve dahası mümkün. “Takdimde Deniz” sırrı, hem bu kadar açık hem bir o kadar perdeli... “Takvimdeki Deniz” şiirinden: “Yana yatmış bir gemi.../ Kaybettiği âlemi/ Arıyor deryalarda./ Bu resim rüyalarda”

Son 500 yıl, İslâm dünyası için yitirilmiş bir zaman hükmünde. Bu zaman diliminde hikmeti, edebi, dil ve diyalektiği, izzet ve iffeti ve daha pek çok şeyi kaybettik. Bir tufan gibi geçti her şey. Battık!.. Kıyıdan köşeden yürümeye, yüzmeye çalıştık, olmadı. Koca koca imparatorlukları göçerttik, şehirleri tanınmaz hâle getirdik. O muhteşem âlemi kaybettik.

Derya: Deniz, bahr... Dery: Bilmek... Deryân: Bilmek, ilim. Derya aynı zamanda Kamus demek. Kamus: Büyük lügat kitabı. Rüya; ruhun kendi âleminden, Allah’ın lütuf ve ikramlarından istifâde ile, eşya ve hadiselerin dışında bazı hâllere şahitlik etmesi. Genel anlamda insanın uyku hâlinde iken gördüğü, duyduğu şeyler. Rüya, suretler âleminden akisler. Rüya, Allah’ın nurundan olan ruhun, ezeli âlem ile suretler âlemi arasındaki berzahı. Arapça, Hulm: Rüya, düş, hulyâ. Rü’ya: Düş. Rü’ya: Umut. Rü’yet: Görme, bakma, görülme. Farsça, Rûyâ: Yerden biten, bitici, nâbit. Rûy: Yüz, sima, çehre.

Rüya denince akla gelen, Mirzabeyoğlu’nun dünya fikir ve sanat tarihinde eşi ve benzeri olmayan, “Tilki Günlüğü: Ufuk ile Hafiye” adlı rüyayı eşyadan daha gerçek bir buuda oturttuğu eseri. Başlangıç tarihi 17 Ağustos. Kitabın ilk baskı tarihi 1991. Kitap rüya ile gerçeklik arasında bir kâinat muhasebesi. “İnsanlar uykudadır, öldükleri vakit uyanırlar” hadis-i şerifinden mülhem, rüya gibi hayatında tabire muhtaç oluşu eser boyunca satır aralarında mevcud.17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi; Büyük Deprem. Saat: 03:02. 45 saniye süren 7.6 şiddetinde sarsıntı. Resmi bilgiler: 17.480 kişi öldü, 23.761 kişi yaralandı, yüz binlerce ev ve iş yeri hasar gördü vesair. Aynı yıl laik Kemalist ve aynı zamanda Batı güdümlü 28 Şubat 1997 darbesi bütün uygulamaları ile meydanda. Bu zulme karşı yükselen ses: “1999 Kurtuluş Yılı- Müslümanlar dik durun. Karşınızda leşler var.” Sesin sahibi SalihMirzabeyoğlu. Depremden aylar önce söylenmiş bir söz ve yine aynı depremden 8 yıl önce baskıya verilmiş bir eser. Tilki Günlüğü, sadece bir misâlle gösterdiğimiz bu cephesiyle bileSIRRÎ’liğini muhafaza etmekte. Ve eser 1999’da yükselen bayrakla şu ilanı bir daha yapar: DÜNYA ÇAPINDA BİR HADİSE: KUMANDAN MİRZABEYOĞLU. Bir başka deyişle: KURTULUŞ GEMİSİ İBDA; KAPTAN MİRZABEYOĞLU.

Şiirden: “Arıyor deryalarda.” Tedaîsi: Arıyor lügatlerde. Lügat: Söz, kelime, bir dili meydana getiren kelimelerden her biri. İbda Mimarı’nın deyişiyle “Âlemde bulunan her şey, kelimeler hâlinde, lügatte toplu; lügat, bir bakıma kâinatın toplamı.” İbda külliyatına aşina olanların birtakım terkibi hükümlerin mahiyetini seyre daldığı “Furkan Lügatı” bu çerçevede bir şaheser... Aslında mütefekkirin bütün kitapları tek bir eser. “Birbirini tamamlayan” ve aynı zamanda “KÂİNAT MUHASEBESİ-LÜGATI” olmak bakımından tek bir eser. Burayı biraz açalım.

Takdim: “DÜNYA ÇAPINDA BİR HADİSE- KAPTAN KUSTO MÜSLÜMAN

Dergilerden, gazetelerden ve televizyon ve radyodan tanıdığım meşhur Kaptan Kusto... Bu adam bir devrin (MarkoPolo)su, Evliya Çelebisi gibi tetkikçi bir seyyahtır ve tabiat denilen yaratıklar âleminin sırlarını denizlerde arayan ve deniz içi hayatı kurcalayan ilmî bir tecessüs sahibidir. 

Bu adam basit ‘olabilir’ler veya ‘olabilir’ sanılan şeyler arasında öyle bir tecelliye şahit oluyor ki, 1400 yıl önce Kur’an’ın haber verdiği mucize önünde dize gelip Müslüman oluyor.”

Kaptan; kumandan, baş, başkan ve reis mânâlarında.Kumanda; komuta. Bir nev’i anahtar. Anahtar; bir kilidi açıp kapamaya yarayan, ucu ve sapı çeşitli biçimlerde olabilen araç. Seslerin isimlerini ve müzik dizisindeki yükseklikleri belirtmek için portrenin başına konulan işaret. Bir problemi çözmeye, bir düşünceyi açıklamaya yardım eden araç. Kumandan Mirzabeyoğlu; Kumanda İBDA. Anahtar fikir İBDA. Sokrates’ten dışa vuran hakikat; mavi ışığı görmeden bir fikir beyân edemez, herhangi bir fikri tasdik edemezdi. MAVİ IŞIK. Anahtar ışık. Rüyada gelen mânâ: Kumandan mavi takım elbise içinde. Tabircide bir mânâ: takım erki, takım gücü. Ve kelimeler. Takım gücü; Kadro İbda. Surete bürünmüş mânâ. Suret; Mavi takım elbise. İçinde ki mânâ Mirzabeyoğlu. Kumandan Mirzabeyoğlu; ANAHTAR. “Mütefekkir’in mektebi hekimin eczanesi gibidir; oraya zevk duymak için değil, kurtaran ıstırabı çekmek için gidilir.” hikmeti hatırda.

Ölüm Odası’ndan: “Rahman Sûresi’ndeki 19-20. âyetlerdebelirtilen, ‘İki denizin birbirine kavuşması, ama aralarında birleşmelerine engel bir perde bulunduğu’ hususunda geçen ‘Yeltegıyan-Bulamamacasına arama’ sırrı ve Furkan Sûresi’nde geçen, ‘İkiz denizin arasındaki Mania’ sırrı... Orada, ‘Harfsiz ve kelimesiz düşünmek Yaradanı’ başlar; bunun ufuksuzluk ufkunda, Allah Sevgilisi... Üstadım’ın, ‘Susan Deniz’ isimli şiirinin toplam ebcedi: 4668: Takım Elbise... Mehdî Derviş Muhammed: 1671: Sirayet-Yayılmak, bulaşmak, geçmek; sarî, denizci)... Arabça, BİDLE-Takım elbise. ‘Takım Erki’: 436: TLO-Süryanice, ‘Gençleşmek’.”

İki deniz; ikiz deniz. İki deniz: Büyük Doğu-İbda. İkiz deniz: Büyük Doğu-İbda. İlki nasıla bakarken diğeri niçin peşinde. “Bir ayniyetin iki kanadı.” Hem birbirinin aynı hem birbirinden gayrı. Gölge ile asıl ilişkisi gibi. Büyük Doğu, İbda ile göründü. İbda bu sebeble Yürüyen Büyük Doğu. İkizler; birbiri ile farkı olmayacak derecede benzeyenler. Üstad, İkizler burcundan. Mirzabeyoğlu Boğa burcundan. Bu minvalde Hırka-i Tecrîd’de mühim bir not: “‘Ben miyim yoksa arşı boynuzunda taşıyan öküz’... Boğa burcundanım.’” Şiir, Üstad’ın “Çile” adlı şiirinden bir mısra. 

Ve “Susan Deniz”. Hz. Eyüp Peygamber hatırda. Onca çileye rağmen müthiş bir sabır ve sükût hâli. 18 yıl. Bu sabrın neticesinde GENÇLEŞME. Hz. Eyüp Aleyhisselâm kıssası malum. Biz nihai noktasından bahsedelim. Sad suresinde bildirildiği gibi, Cebrail Aleyhisselâm, Hz. Eyyûb’un ayağını yere vurmasını söyledi. Ayağını vurunca, yerden berrak bir su çıktı. Bu su, içme zamanında soğuk, yıkanma zamanında sıcak akardı. Hz. Eyyub Aleyhisselâm bu sudan bir yudum içip, bir miktar da başına dökünce, hastalığı hemen geçti, kuvveti yerine geldi. Genç bir delikanlı oldu. Hz. Cebrail, ona temiz ve kıymetli elbiseler giydirdi.

“Susan Deniz” Üstad’ın bir şiiri: “Gittim, gittim, denizin,/Sınır yerine vardım./ Hâlin bana da geçsin!/ Diye ona yalvardım.” Susan Deniz; Susan kâmus. Devam eden Telegram işkencesi ve 16 yıllık zindan hayatı hatırda.

KUMANDAN: İdamdan dönülmüş mahkemede Hâkim sorusu: “Size neden Kumandan diyorlar?” Cevab: “Lakap, asıl adından başka bir kimseye başkalarının taktığı addır. (...) Kumandan lakabı da bana 1980’lerde ‘Rapor’ Dergisi çıkarken yakıştırılmış bir lakaptır.” (21 Şubat 2000 tarihinde DGM’de yapılan savunmadan) Kaptan, bir mânâsıyla Kumandan... Kaptan Mirzabeyoğlu; Kumandan Mirzabeyoğlu.

İbda Mimarı anlatıyor: “1975, Üstadımın ‘Derviş Muhammed’ rüyasını yazıya döküşü... 1975, GÖLGE dergisinin çıkışı ve ‘Mirzabeyoğlu’ soyadını alışım. 1975, Üstadım’ın ‘Erken Gel’ isimli ‘Noktalama’sı... Davet yerini bulmuştur.” (Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, c.6, s.64)

Mir; baş, komutan, kumandan, amir. Mirza Bey; Salih Mirzabeyoğlu’nun dedesi İzzet Bey’in babası Musa Bey, Musa Bey’in babası Mirza Bey. “Mirza Bey” oğlu; Salih Mirzabeyoğlu. O diyor: “Kendi kendimden kurtulur ve yerli yerine oturur gibi, Salih Mirzabeyoğlu... Davamın gurur ve şuurunu temsil eden bu isim, öbür ismimi günlük sıradan işlerde kullansın; bu işin öz plânındaki kıymet şerefi yeter ona!” (Tilki Günlüğü, c.3, s.334)

Bu çerçevede “Medhe Layık Takdim” sırrı ve “Ben Kim’im?” davası “O Kim?” davasına bitişik. O; Kaptan Mirzabeyoğlu, Kumandan Mirzabeyoğlu, Mütefekkir Mirzabeyoğlu. İsme bitişik sıfatların hiçbiri rastgele seçilmiş değil, müstear bir mânâlandırma ise hiç değil. Başlığımızla mutabık olarak bir takdim, takdime layık bir adlandırma. 

Kumandan Mirzabeyoğlu KİM’dir?

Salih Mirzabeyoğlu; Erzincan, Mayıs 1950 doğumlu. Muhammed Şerif, baba ismi. Ancak dönemin yasakları arasında Anadolu insanının kendi evladına Muhammed ismi koyması mümkün değil. Hikâyesi şöyle: “Said-i Nursi Hazretlerinin kucağında, onun okuduğu ezan ve kulağına bu ismi seslenmesinden, yâni ismi konulduktan sonra, iş nüfus memuru safhasına geldiğinde, o zamanın şartları icabı nüfus memuru bu ismin verilemeyeceğini söylüyor ve Muhammed ismini ‘Muammer’ olarak değiştiriyor... ‘Kafa kâğıdı’nda: Muammer Şerif... Künyesi ‘Salih Bin Muhammed’ olan ben de kaderin bir cilvesi olarak bundan payımı alıyorum: Salih Bin Muammer Şerif.”

Surete bürülü mânâ. Henüz bebeklik çağında Batıcı-laik zulümden nasiplenme. Hem de isim üzerinden. İnsanda isim oldukça mühim bir mevzu. Öyle ki, “ismiyle müsemma olmak” deyimi bu ehemmiyeti işaret etmek için var. İsmiyle müsemma olmak; fiziki yapısı, karakteri, şahsiyeti ve becerileri ile örtüşmek. Bu çerçevede hem öyle hem böyle Muhammed Bin Şerif yahud Muammer bir Şerif. Her ikisi de baba ismi. Salih İzzet ise kafa kâğıdında yazılı isim. Mirzabeyoğlu ise dede tarafından mülhem adlandırma. Dede tarafı:

“Mutki Aşireti Reisi Hacı Musa Bey, onun oğlu İzzet Bey, onun oğlu Hacı Muammer Bey, onun oğlu Salih Mirzabeyoğlu... Büyük sahabi ‘Seyf’ül İslâm-İslâmın kılıcı lâkablı Hâlid bin Velid Hazretlerine kadar bir şecere...”

“Babannem, rahmetli Hanife Süphandağı...(...) Rahmetli Babannemin annesi, Hazret-i Ebubekir soyundan. Ve Babaannemin annesi de -aynı zamanda Babasının diğer eşi olur- Abdulhakîm Arvasî Hazretlerinin kız kardeşi... YâniAbdulhakîm Arvasî Hazretleri, Babaannemin dayısı olur!..”

“ ‘Kaptan Kusto Müslüman... Eski yazıda ‘kaf’ yerine ‘kef’ ile ‘Gusto’ olarak yazılabilişine nisbetle, ‘Gusto Müslüman’terkibi, ebced hesabında ‘Mirzabeyoğlu’na denk gelir...Malûm, ‘kaptan’; kumandan, baş, başkan, reis mânâlarınadır...Aynı şekilde, noktalı harflerin toplamı olarak, ‘Kaptan KustoMüslüman’ terkibi, noktasız harflerin toplamı olarak, ‘Derviş Muhammed’e denk gelir... Netice-i Kelâm:

–‘Kaptan Kusto Müslüman-Kaptan Mirzabeyoğlu-Derviş Muhammed’ ” (Mirzabeyoğlu, İstikbal İslâmındır, s.12)

Derviş Muhammed; Altun silsileden bir veli ve 33 halkalı zincir üzerinde 21. kolbaşı. Mevzuya dahli Üstad’ın bir rüyası vesilesi ile... Meraklısına takibi “İstikbal İslâmındır”danzaruri. Bir hatırlatma: 21 Eylül 2017 itibari ile Hicri 1439. yıl başladı. Derviş Muhammed Mührü, ebced hatırda.

Ve bir mühür: “Derviş Muhammed-332.” Zâhire çıkışı şöyle: 1984 yılında vefât eden bir şahıs tarafından Kumandan’a verilen bu mühür, bir zaman sonra içerisine konulduğu eşyalar ile beraber zihne meçhul hâle geliyor, unutuluyor. Ancak yıllar sonra Kumandan’ın 16 yıllık esaret hayatı bitip evine dönünce “ihtiyaç dışı” lüzumsuz diye kaldırılan eşyaların arasında çocukları bir vesileyle buluyorlar. Ve silikleşmiş yazı temizlenince SIR perdelerinden biri daha aşikâr oluyor ve mühür üstündeki yazı okunuyor: DERVİŞ MUHAMMED-332. Kumandan bunu “Ölüm Odası B-Yedi” adlı eserinin 255. bölümü olan “Şehitle Gelen...” başlıklı bölümünde şöyle izah ediyor: “Ariflerin gönlüne Allah’ın vurduğu mühür. ‘Derviş Muhammed-332’: 1441: Salih Mirzabeyoğlu... Derviş Muhammed: Adem Aleyhisselâm’dan bütün Peygamberlere kadar hepsini sancağı altında toplamakla, o zamandan bu zamana erenleri, sahabîleri, tâbîleri, velileri, mücahidleri ve bütün mümin ve müslüman toplulukları ihata eden, Mürşidi Allah, Allah Sevgilisi. O’nun ümmetinden ve Hacegansilsilesinin 21. kahramanı, O’nun ruhaniyetine Varis... ‘Derviş Muhammed Semerkandî-442’ mührü: 7725= 732: Abdülhakîm Koltuğu... Şehîdlerimiz bu kumaştan Allah’ın takdir ettiği)”

Mevzunun farklı sahalara sarkması ve okurun ufkuna yeni tedaîler açmasını mahfuz tutarak, birkaç ölçüyü zikrederek yazımızı noktalayalım. 500 yıldır beklenen mütefekkir. İnceliğe dikkat: Müçtehid değil, mezhep imamı değil, MÜTEFEKKİR. Mütefekkir, sağa sola rahatlıkla yapıştırılacak yafta, lakap yahud etiket değil. İşin hakkını vermek ve ehline muhatap kılmak için özel bir keyfiyet. Bu çerçevede Mirzabeyoğlu niçin Mütefekkir? Allah Resûlü’ndenSahâbeye ve topluluk hakikati çerçevesinde süregelen Ehli Sünnet ve’l Cemaat yoluna sımsıkı bağlı İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, eserde derinleşen Muhyiddîn-i Arabî’den hikmetler devşirirken, işi bağlama noktasında müessirde derinleşen İmam-ı Rabbânî yolundadır. İmam-ı Rabbânî’ninaçtığı çığır, “ANLAYIŞI YENİLEMEK DAVASI” bir bayrak yarışı hâlinde daha sonra gelen kolbaşı Mevlana Hâlid, SeyyidTaha, Seyyid Fehim ve Esseyyid Abdulhâkim Arvasî eliyle Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’na kadar gelir. İbda Mimarı’nın “NAKŞİ SIRRIDIR KAVGAMIZ” deyişi bu çerçevede değerlendirilmeli.

Baran Dergisi 558. Sayı