İnsanlık için tarih boyunca dönüm noktaları olmuş ve bu dönemler büyük değişimleri de peşinden getirmişlerdir. İlâhî ve mutlak bakımdan ele alacak olursak, insanlığa rahmet olarak gönderilen her peygamber ve bunların hepsinden de öte tüm zamana ve mekâna rahmet olarak gönderilen Allah Resûlü’nün nüzulü, insanlık tarihinin menfiden müsbete doğru keskin dönüm noktalarıdır. Bunun yanı sıra bir de toprak seviyeli dönüm noktaları vardır. Üstad Necib Fazıl’ın; “insanoğlunun başını taştan taşa vurarak ideal nizamını aradığı ve her defasında eli boş döndüğü hareketler” diye tanımladığı dönemler. Bilebildiğimiz insanlık tarihî içinde Eski Yunan’dan Roma’ya, Birleşik Krallık’tan Fransa’ya, Rusya’ya ve hattâ Çin’e kadar ideal nizam aranmış; fakat ne var ki toprak seviyesinde bir türlü bulunamamış ve tesis edilememiş.

Biz, Allah Resûlü’nün getirdiği mutlak ihtilâl ve inkılâb devrinin ardından, İslâm aşk ve vecd çığırımızı kapattığımız, içinde bulunduğumuz devrin gereği olarak anlayışımızı yenileyemediğimiz için 500 yıllık bir bocalama devri içine girdik. Bu zaman zarfında, Batı’da cereyan eden toprak seviyeli inkılâbların pırıltısına kendimizi kaptırdık. Gözlerimiz kamaştı. İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ve güzel ile çirkini birbirine karıştırdık. Bunun neticesinde de bilinen insanlık tarihî boyunca inşâ edilmiş belki de en büyük devletlerden biri olan Devlet-i Aliyye’yi kaybettik. Bu yalnız Anadolu’da hayat süren bizim değil; bizimler beraber Türkler, Kürtler, Arablar, Mağribliler ve hattâ bir kısım gayrimüslimin dahi kaybıydı.

Batı’da gerçekleşen toprak seviyeli değişim peşinden ideal bir nizam getirmedi; fakat teknik ve maddeye nüfuz planında meydana gelen terakki öylesine etkili ve sistemli oldu ki; “ideal nizam”ın ne olduğu ve nasıl idrak edilmesi hakkındaki şuurlarımızı değiştirdi. Son dört beş asırlık zaman diliminde bu değişim ve dönüşüme karşı kâh kaba bir şekilde mukabele ettik, kâh hayran ve kâh mağlûb bir vaziyette yaşadık. Kültür ve ahlâk müesseselerimiz bu süreçte derinden yaralandığı gibi bu ziyanın fertten başlayarak cemiyet ve devlet planındaki akisleri de son derece yıkıcı oldu.

Şöyle kısaca bir toparlayacak olursak: İnsanlık, son birkaç asırlık zaman diliminde ideal nizamı meydana getirecek çözümlerin Batı’da olduğu gibi yanlış bir kanaate kapıldı. Batı’nın müesses nizamını yine Batı adamının bize gösterdiği kadarıyla, kışrından, kabuğundan ibaret biliyorduk. Teknik planındaki terakkinin muşamba dekor ve plastisitede meydana getirdiği değişim, eğri oturup doğru konuşalım, pek çokları için kanılmayacak gibi de değildi hani...

11 Eylül ve...
Kim ne derse desin, 11 Eylül tarihinde gerçekleştirilen, Batı’nın sahib olduğu maddî ve manevî değerlerin sembolü ve hattâ putu hâline gelmiş İkiz Kulelere yönelik saldırı, Batılıların sonrasında izlediği yol itibariyle bizlere bir “şey”i açık etti. O “şey” şudur ki; Batı âlemi karşısına çıkan problemleri çözmekten yana acizdir.

Biz gördük ki, İkiz Kulelere yönelik saldırıların “neden”i ve “niçin”inin muhasebesi Batı tarafından yapılmadı. Meselenin muhasebesini yapmak şöyle dursun, sonrasında da tıpkı vahşîler gibi çözüm üreten değil, kuduz hayvanlar gibi sağa sola saldırarak sorunu derinleştiren sefil bir Batı izledik.

11 Eylül sonrasında izledikleri siyaset, Batı’nın, dünyanın meselelerine çözüm merci olmadığını bizlere faş ederken, neredeyse eş zamanlı olarak yaygınlaşan internet vesilesiyle perdenin arkasını da görme imkânımız doğdu. Senelerce Hollywood sinemasının perdesinden ve yine kendi ellerinde tuttukları televizyon kanallarından izin verdikleri ve hatta dayattıkları kadarıyla tanıdığımız Batı’nın iç yüzüyle bu vesileyle tanıştık. Saldırı sonrası Batı’nın izlediği siyaset nasıl ki onların dünyanın meseleleri karşısında bir çözümü haiz olmadıklarını öğrenmemize vesile olmuşsa, internetin yaygınlaşması da, perde arkasına bakmamızın ve onların kendi meselelerini de çözüme kavuşturmaktan yana aciz oldukları gerçeğiyle yüzleşmemizin vesilesi oldu.

Devir Değişti
Birçok değişken ve sabite bakarak apaçık bir şekilde gördüğümüz hakikati, onlar zannediyorlar ki, kimse görmüyor. Öyle değil. İnsan, üzerinde derin düşüncelere dalmaksızın da pek çok şeyin pekâlâ farkına varabilecek keyfiyette bir canlı. Hele ki içtimâî şuur, öyle hızlı kavrar ve idrak eder ki, sosyologlar bir asırdır bu kavrayışı bön bakışlarla hayretler içinde izler de izah edemezler. Evet, içtimâî bünye izah edilmeyeni de idrak eder. Tıpkı bugün merkezde Anadolu ve çevresinde daireler hâlinde İslâm âlemi ve bütün bir doğunun Batı’nın içinde bulunduğu rezaleti idrak ettiği gibi.
Dikkat ediyorsanız, bilhassa son on yıldır, bir asırdır Batılı devletlerin eyalet valisi gibi davranan siyasîlerin iktidarda olduğu ülkelerde bile Batılı devletlere karşı bir başkaldırıdır yürüyor. Onlara uymamanın, taleblerini yerine getirmemenin, sözün özü kulluk etmemenin esasında bir bedeli olmadığı görüldükçe, içten içe isyan da büyüyor.

Batı’nın kendi ve dünya meselelerine çözüm diye izlediği siyasetin sorunu büyütmekten başka bir işe yaramadığının da görülmesiyle beraber, senelerdir adeta gaye hâlinde dünyaya dayatılan dengeler artık değişiyor.

Yaşadığımız Sıkıntılar
İnsan büyürken evvelâ anne ve babasının, sonra öğretmeninin, sonra yeni çevresinde bulunan büyüklerin ve illâ ki birilerinin, kendisinin bilmediği şeylere vakıf olduğuna, bilmediği tehlikelere bile tedbir alındığına kani olarak yaşar ve bu şekilde emniyet hissini muhafaza eder. Devletler ve milletler planında da aynı vaziyet geçerlidir. Son bir asırlık zaman diliminde bütün dünya vukûfiyeti Batı’da biliyor ve yaşadığı onca menfiliğe rağmen emniyet hissini kaybetmiyordu. Bugün gerçekleşen bu dönüşüm ise, evvelâ bizim gibi ülkeleri mutmain bir halde tutan bu emniyet hissini ortadan kaldırdı. Büyük ihtilâller ve inkılâblar, cemiyetin emniyet hissini kaybettiği ve yeni bir arayışa girdiği dönemlerde cereyan ederler. Emniyet hissinin ortadan kalkması ve bu vaziyetten kaynaklanan sıkıntı ne kadar büyük olursa, cemiyetin içinde bulunduğu kabuğu kırması ve teklif edilen yeni bir nizama doğru meyli de o derece artar.

Bugünün dünyasında buhran, toplumların hukukî, iktisadî, kültürel, ferdî, içtimâî ve ruhî bünyesindeki ıstırabdan kaynaklanmaktadır. Batı yahut müesses nizamı meydana getiren diğer unsurlardan hiçbiri, toplumların içinde bulunduğu bu ıstırablara yahut toplamından hasıl olan büyük buhrana çözüm getirecek devaya malik değildir.

İşte böyle zamanalardır ki, büyük değişim ve dönüşümler meydana gelir. Buhranımız büyük de olsa biliyoruz ki, bunlar ulvî bir dönüm noktasının, son derece muazzam bir ihtilâl ve onun inkılâbının doğum sancılarıdır. Sancı olmadan doğum da olmuyor ne yazık ki.

Günübirlik Meseleler
Birkaç paragraf hâlinde günübirlik meselelere de değinelim...
***
Avrupa Birliği dağılmak üzere... Bu vaziyeti önceden kestiren Birleşik Krallık, geçtiğimiz aylarda yaptığı referandumla beraber birlikten ayrılma kararı aldı. AB’deki vaziyet bizim gördüğümüzden de beter olacak ki, A.B.D., Rusya öcüsüyle korkutmak suretiyle birliği bir arada tutmak için Doğu Avrupa’ya yıllar sonra komik denebilecek fakat stratejik bakımdan bir o kadar mânâsız olan zırhlılar ve askerlerden müteşekkil bir çıkartma yaptı. Yazımızın buraya kadar olan kısmında bahsettiğimiz üzere, kendi meselelerine dahi çözüm getiremiyorlar ve bu misalde de görülebileceği üzere çeşitli spekülasyonlar ile birliklerini muhafaza etmeye çalışıyorlar. Yaptıkları yeni de değil aslında. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki gibi bir Soğuk Savaş iklimi meydana getirip, aynı şeyi yeniden yapmaya çalışıyorlar. Tabiî yersen...
***
Suriye’de yıllar sonra nihayet ateşkes sağlandı. Amerika’nın davet edilmediği ateşkes toplantısında Türkiye, Rusya ve İran’ın anlaşması üzerine kısmî de olsa bir ateşkes ortamı tesis edildi ve gelecek günlerde Suriye’de barış görüşmeleri de başlayacak.

Türkiye, Rusya ve İran, Amerika’nın müsebbibi olduğu ve çözüme kavuşturmak yerine yangına odun taşıdığı Suriye meselesinde ilerleme kaydetmişken, bugün hangi akla hizmet Amerika’yı Astana’da kurulacak barış masasına davet ediyorlar, anlamak hakikaten mümkün değil. Hele ki Amerika’nın “masaya beni değil, PKK’yı davet edin” acıkmasından sonra, Doğu’nun kendi meselelerine hâlâ Batı’dan çözüm bekleme devrini tamamen kapatmasının vakti gelmedi mi?

Vahşî Batı, ulvî Doğu’nun meselelerine çözüm değil, ancak sorun olabilir. Bu anlayışın Doğu’da umumî şuur hâline gelmesi gerekiyor.
***
Başkanlık, pardon Cumhurbaşkanlığı Sistemi şimdiden Türkiye’ye hayırlı uğurlu olsun. Bu değişimle beraber nihayet iktidarın kimde olduğu meselesi vuzuha kavuşacak olması bakımından elbette ki hayırlı. Lâkin bizi alâkadar eden tarafı bundan sonra ne olacağı. Hakikaten, Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçildikten sonra ne olacak? Yakın bir vadede göreceğiz...
***
Geçtiğimiz hafta Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, “ABD’nin Türk çelik sektörüne yönelik son derece saçma, hiçbir gerekçesi olmadan anti damping soruşturması açtığını ve ilave gümrük vergisi koyduğunu” belirterek, “Çalışmalarımız bitti, ABD’yi Dünya Ticaret Örgütüne (DTÖ) şikayet edeceğiz. DTÖ’nün böyle bir fonksiyonu ne derece yerine getirebileceğini hep beraber göreceğiz” diye bir açıklama yaptı. Bu adamları anlamak bazen hakikaten güç… Gidip DTÖ’ye şikâyet edeceğinize, ABD menşeili şirketlerin mallarına siz de ilâve vergi koysanıza. Dikkat edin, ABD’den ithal edilen değil, ABD menşeili şirketlerin mallarına. Bu ikili alışveriş dengesi onların lehine bir uçurum adeta… Aynı ölçüde ilâve vergiyi ekle ve bak bakalım sonra ne yapıyorlar. Milletlerarası münasebetlerde karşılıklılık esas değil mi? 
***
Türk Lirası, Dolar ve Euro karşısında değer kaybetmeye devam ediyor. Bunun ekonomik bir operasyon olduğunu millet biliyor ve iktidar da bunu açıkça dillendiriyor. Ne var ki, bu konuda hâlen bir çözüm üretilebilmiş değil. Geçtiğimiz günlerde millete dövizi bozdurun çağrısı yapıldı. Millet doları bozunca düşen fiyattan birileri yeniden piyasadaki doları topladı ve kazancına kazanç kattı. Türkiye’de böylesi meblağlarda alışveriş yapabilecek olanların kimler olduğu belli değil mi? Eğer devlet nezdinde bunların kim olduğu belli değilse, bu kötü ve eğer ki belli de bunlar hakkında gereken yapılmıyorsa vaziyet iki kere kötü.

Ekonomide maruz kaldığımız operasyonlar artık haddi aşmış vaziyette. İktidar eğer bu işin arkasında kimin olduğunu ve bunlara yönelik olarak gerçekleştirilecek operasyondan sonra memleket olarak bir müddet için sıkıntı çekeceğimizi çıkıp açıklasa, bu millet iktidarın arkasında durur ve her türlü sıkıntıya da göğüs germesini bilir. Devlet sermaye odakları hakkında gereğini yapmayı geciktirdikçe, onlar daha da azmanlaşıyor, daha da kuduruyorlar. Bu bahis bağımsızlık açısından da sıkıntılı fakat sonu aydınlık bir meseledir ve çözüm beklemektedir.
*
**
Devlet-i Aliyye dört bir koldan maruz kaldığı fizikî saldırılara rağmen 200 senede yıkıldı. Oysaki bugün karşımızdaki Batı, ekonomisinden ordusuna, kültüründen siyasetine, dininden fikrine kadar şişirilmiş koca bir balon. Çocukların ellerinde gezdirdikleri de, devasa zeplinler de balondur ve her ikisi de tabiatları icabı patladıklarında süratle sönerler. Basit bir dille, balon balondur nihayetinde. Bizler bugün, Batı balonunun süratle sönüşünü izliyoruz. İçindeki hava bittikten sonra hakikatte geriye ne kalacak, yakında göreceğiz.

Bunun yanı sıra bugün çekmekte olduğumuz şiddetli sancıların tamamı, kutlu bir doğuşun, yeniden dirilişimizin ve doğruluşumuzun müjdecisi. Hayat boşluk kabul etmez ve doğan boşluğu doldurmaya bizden başka bir namzet yok.

Francis Fukuyama ve sair Batılı düşünür ve siyasîlerin benimsediği ve dillendirdiği “tarihin sonu”, “ideolojiler devri kapandı” gibi ifadeler, dünyanın değil de kendilerinin içinde bulundukları manzarayı itiraf ediyor olması açısından önemlidir. Onlar için hakikaten tarihin sonuna geldik ve hakikaten insan ve toplum meselelerine çözüm getirecek bir ideolojiye, dünya görüşüne sahib değiller.
***
Şimdi, meselelerimizi kendimizin çözmesinin, emniyet hissini yeniden ikmâl etmemizin ve İslâm’a Muhatab Anlayış ile istikbali fethin vaktidir. Ödenen onca bedel, çekilen çile, bunca ıstırab; sanmasın ki kimse boşu boşuna.

Tarihî günlerden geçiyoruz ve bu günlerin İslâm âleminin doğum sancıları olduğuna inanıyoruz. Yepyeni bir Türkiye ve dünyanın doğumu…



Baran Dergisi 523. Sayı