Padişahlıktan Cumhuriyet’e geçildiğinde mazi ile aramızda kalan tüm irtibat kanalları kapatıldı. O yandan bu yana en ufak bir hayat emaresinin kalmaması istenildi. Bütün değerler kurutuldu, zira yerlerine yenileri ikame edilmişti. Öğretim birliği adı altında okullar, aynı kapta harmanlanarak tek kap içinde birleştirildi.
Cumhuriyet’in ilk kapısından Tek Parti ile girilerek biraz yol alındıktan sonra Atatürk tarafından kısa süreliğine bir çoğalma denemesi yapıldı. Günümüzün CHP’si bu tecrübeyi yok saydığından, dev aynasına baktığında kendisini Atatürk’ün partisiymiş gibi görüyor… Atatürk’ün bu yeni partileri yüzünden birkaç ayın sonunda görüldü ki, CHF gidiyor. Bunun üzerine yenilerin mumları söndürülüp başlandığı gibi yine tek partiye dönüldü.
CHF, kendilerince, yine Atatürk’ün Cumhuriyet’i kuran tek ve de gerçek partisidir. Başka partisi yok!
***
Birinci Cumhuriyet iki bölümdür ve birinci bölüm, iki etaplı olarak 27 Mayıs’a kadar devam eder. Bu bölümün birinci etabı, 14 Mayıs’ta son bulur. İsmet İnönü, İkinci Dünya Harbi zenginleriyle ‘Marshall Yardımı’nın ortak zorlamaları karşısında kontrollü çok partili dönemin kapısı aralamak zorunda kaldı. Bu etapta Atatürk’ün partisi iktidardan alaşağı edilince, mazi ile aramızdaki kapatılan kapıların açılabilirliği imasında bulunan Demokrat Parti iktidara el koydu.
Bu gidişatı zamanında ustalıkla sezinleyen CHP, iktidarda kalabilmek için sağlam bir tutanak düşünürken, İmam-Hatip okullarını denemeye aldı. O günlerin şartlarına göre bu bir sürprizdi. İlk İmam-Hatip okulu İnönü’lü günlerimizde kurulup açılıverdi.
Ne var ki, 27 Mayıs darbesi iki etaplı Birinci Cumhuriyet’i hitama erdirip, ikinci Cumhuriyet’i yerine yerleştirdi.
***
İmam-Hatip okulları birbirleri ardınca açılırken, elinde Kuran’ı Kerim ve göğsü de imanlı muhteşem Süleymanların, hazineleri kurutan tahsis politikaları karşısında eşyanın tabiatından, İkinci Cumhuriyet, bu kez üç etaba ayrıldı... Dönemin giriş ağzında Süleyman Bey. İkinci etapta Şalcı Nihat ve son evresindeki Netekim Kenan’ların el birliğiyle ikinci Cumhuriyet, üçüncüsüne aktarılması için 28 Şubat’a teslim edildi.
Şimdi Üçüncü Cumhuriyet döneminde yaşamaktayız. Bunca yılların tecrübelerinden öğrenildi ki, eğitim birliği istenileni veremedi. Mesela I. Cumhuriyet döneminde ilk mektebi bitirenler son sınıflarında bakalorya imtihanlarını da başarıyla verdiklerinde, devlet dairelerinde memur, bankalarda veznedar olabiliyorlardı. Şimdi af buyurun, lise mezunları dilekçe nedir, haberleri yok. Bakaloryalar kaldırıldığı için mi, yoksa okulların tek elde toplanmasından mı?..
***
Birinci Cumhuriyet birleştirmeciydi. Eğitim birliğiyle başladı ve sanayinin, tek başına hareketsiz küçük birikimlerini birleştirip şirketleşmeye postaladı. Askerler, emir ve direktiflerle; sivil halk, cumhuriyet coşkusuyla; köylüsü ve bürokratıyla topyekûn halk; çimentoda, tekstilde, kömür ve madenlerde ve dahi bankalarda o günlerin imkânları nispetince birleşip birleştirilerek, büyük ekonomik birimleri oluşturdular…
Birinci Cumhuriyet’in reddiyeci tavrı, halkın ilk ağızdaki tasvipkârlığını törpülemeğe başlamıştı. Nasıl törpülemesindi? Bir yandan harp şartlarının içten takviyeli kıtlıkları, ‘tanrı uludur’culuğun kıtlıklara karşı ilgisizliği ile sermaye birikimi için bu halden istifadeye yatanlar, bir de bunlara ilaveten ‘tanrı uludur’culuğun baskıları, halkı patlama noktasına getirince, Menderes hareketi başladı…
Böyle emrediyordu, eşyanın tabiatı!..  
***
Bayar-Menderes hareketinin temel amacı ve özelliği, ekonomide kamuyu parçalamadan, özellerle birlikte tekil şirketleri çoğaltmak…
Ah o menhus 27 Mayıs!..
Birinci Cumhuriyet aklana paklana devam edecekti. Bunda da tabii, halkın parti kültüründe bilgi ve tecrübesinin bulunmamasının payı büyüktü.
Şöyle ki;
“Bizimkinin her lafı doğru, her adımı düzgündür, öteki, her şeyi ile kafirlik”…
Cehalet ve bu zihniyettir ki, kahvehanelerle birlik ve beraberlik yuvası camileri birbirinden ayırınca, asker de kışlasından dışarıya çıkıverdi.
Bu cehaletin ürettiği zihniyet hâlâ devam edip yaşıyor. Bir partinin iktidar dönemlerinde attığı her adımının yanlış ve zararlı veya mutlak fevkalade olması nasıl düşünülebilir? Bozuk saat bile ara sıra vakti doğru gösterirken!
Mesela günümüze bakalım…
Tek parti iktidarının, günümüzün politik ve iktisadî havasına o günlerde de uygun düşebilecek bir icraatından bahsedildiğinde, bu yakanın amigoları, saniye kaçırmadan başlayıveriyorlar cahilce saldırılarına;
 “Sen necisin, Fetöcü mü, Atatürkçü mü, CHP’li mi, Apocu mu, AKP’li mi, seni gidi padişahçı, Cumhuriyet düşmanı seni” gibi…
Menderes de, işte böyle cahil ve aptal yobazların narına yandı…
***
İkinci Cumhuriyet’in, bir önceki evrede tohumlanan özel sermayesi meyve vermeye başladı. Burjuvalaşma hareketleriyle birlikte sendikacılıkta bazı hareketler görülür oldu. İmalat sanayiinin, ithalata bağımlılığı ve teknolojik geriliğinden, iktidardan içe dönük politika uygulanması istenildi. Sermayenin istekleri yerine getirilirken bunlara pazar da ayarlamak gerekiyordu.
Maaş ve ücretlere zam üzerine zam yapılarak, üretici stoğa çalışmaktan korunduysa da yaratılan bu kutsal bayram havası, maalesef hazinenin dibini deldi.
Sermaye şişerken Hazine de zayıfladı. Bu dengesizliği yeni baştan rayına oturtma görevi 12 Mart darbesiyle Şalcı Erim’e verildi. İsmet İnönü’lü günlerde tohumlanan sermayenin siyasete egemenliği giderek yerine oturunca, görüldü ki, tarih tekerrür edicidir.
Siyasete rota çizme yetkisini sermaye üstlendi. Zira burjuvazi olgunlaşma sürecini tamamlamak üzereydi. Bürokrasiyle elele verince, dünyalar da bunların oluverdi…
Birinci Cumhuriyet döneminde, Atatürk ve İnönülü yıllarda birleştirilen iktisadî yapılar, ara verilmemesi kaydıyla parçalara ayrılarak özelleştirme adı altında satılmaya başlandı.
***
İkinci Cumhuriyet’in 24 Ocak hareketiyle başlatılan parçala-sat politikası hızlanıp genişletilerek devam ettirildi. 28 Şubat’ta daha da genişletildi. Siyasetin, ‘self servis’ten kopyalama SELF GÖTÜRME platformundaki sen-ben kavgalarıyla iktisadî yapıda ipin ucunun kaçtığını gören asker, Erbakan’ın iftar yemeği bahanesiyle kafası karışan asker, Atatürk adına, İkinci Cumhuriyet’in defterini dürüverdi.
***
Bu arada iktisadî değer anlamında mülk olarak kamunun yerli değerlerinin “parçalanarak, özelleştirilmelerine” de devam ediliyordu. Üçüncü Cumhuriyet’e gelenler, şimdi “mazi ile aramızdaki yarım yamalak tamir edilen harap köprüyü kullanmaya” çalışıyorlar.
Çalışıyorlar amma, özelleştirilmesine karar verdikleri artık değerleri de, yeri ve zamanı geldiğinde açık arttırmayla, şeker fabrikalarında görüldüğü gibi, satmaktan da geri kalmıyorlar…       
İyi mi kötü mü, bilmiyoruz. Bizim bilip bilmememizin önemi yok. Her ne kadar demokrasiden falan söz edilse de, o kadar da değil. Her katman ya da sınıf, kendi ekonomik ve sosyal konumuna göre farklı değerlendirir demokrasi masalını. Büyük inşaatçı müteahhitlerin devlet desteği ile üretip satmaya çalıştıkları yeni kubbesiz mahallelerin isimlerine bir bakar mısınız?..
Hepsi de safkan gavurca!
Çok uzaklarda değil, üç beş vakit sonrasında TÜSİAD Başkanlığına da Türkiye’den bir yabancının seçilerek gelip oturacağı beklenir…
***
Arnavutköy’de askeriyenin üçüncü kademe denilen bir fabrikası vardı. Kazlıçeşme-Zeytinburnu arasında da, denize çıkışı bulunan bir başka dördüncü kademe motorlu vasıta, tank ve silah tamir bakım fabrikası… Şimdi yerleri boş. Kısmen metruk, kısmen de çarpık inşaatlarla doldurulmuş vaziyette…
Sakarya’da birkaç yüz kişilik asker-sivil çalışan işçisi bulunan tank paleti imal eden bir askeri fabrika da özelleştirilmeye hazırlanıyor.
 “Hayır” diyemiyorsak da, hayırlar dilemekten öte el ve dilimizden başka bir şey de gelmiyor.

Baran Dergisi 625. Sayı