“Eşit değiliz, çünkü sizin ölüleriniz cehennemde, bizimkiler ise cennette!”
Hazreti Ömer (r.a)
 
Müslüman olarak biliriz ki, vefat edenin hataları söylenmez, ancak ihanet etmişse insanların onun hatasına düşmemesi için ibret olsun diye anlatılır.

Rivayete göre, “dinimiz”e göre ölenler hakkında “kötü konuşulmaz”mış.
Ölmeden önce ne yaparlarsa yapsınlar… Tabiî ki iftira atmayalım; ancak “olan”ı da mı konuşmayacağız? Topluma zarar verenin verdiği zararı göstermeyecek miyiz? İslâm düşmanlarının melanetlerini izhar, Allah’a küfredenin de küfrünü ifşa etmeyecek miyiz?

Gelecek nesiller, “kötü”yü, “iyi” olarak mı tanısınlar?

Bir de bunu İslâm’a mâletmeleri yok mu, insanı çileden çıkarıyor. “Ölülerin ardından kötü konuşmak caiz değil” diye fetva verip, bunu da hâdise dayandırıyorlar. Ebu Davud’un rivayetine göre, Peygamberimiz (sav) “Bir arkadaşınız öldüğü zaman onu bırakın, onu gıybet edip ayıplamayın!” buyurmuş.

Yine, Tirmizi ve Ebu Davud, Resûlullah Efendimiz’in (sav), “Ölülerinizin iyiliklerini, güzelliklerini anın ve kötülüklerini sarf-ı nazar edin.” buyurduğunu kaydediyor.

İşte bu ve benzeri hâdislere dayanarak, ölünün ardından, “iyi ameller”in söylenebileceğine, “kötü hâller”i söylemenin caiz olmadığına hükmediyorlar ancak kimse, hadisteki “Ölüleriniz” ifadesine dikkat etmiyor, Hadis-i Şerifleri kendi nefslerini tatmin etmek için kullanıyorlar. Tıpkı, “sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz” (Nisa/59) ayetindeki “sizden olan”ı yok sayıp, başa geçen herkese itaatin Kur’anî bir emir olduğunu iddia etmeleri gibi. 

Kafirin küfrünü, zalimin zulmünü, münafığın nifakını, cahilin cehlini, müşrikin şirkini söylemeyecek miyiz?
Üstelik, “büyük zat, ulu önder” olarak tanıtılırsa, onların “aslında ne oldukları”nı ifşa etmeyecek miyiz?

Her kim olursa olsun, ölenin ardından hep hayır konuşulması gerektiğini iddia etmek, “Allah’a da itiraz etmek” olmaz mı? Örneğin, Tebbet Sûresi’nde, “Ebu Leheb’in elleri kurusun!” diye beddua etmiyor muyuz?

Kur’an’da, geçmişte helâk olan kavimlerin yaptıklarından, Firavun’dan, Nemrut’tan, Bel’am’dan, Haman’dan, Calut’tan söz edilmiyor mu? Uhdud Ashabını ateşte yakan kavmin melanetleri; Allah’a isyanın, dünyanın nasıl fesada boğulduğunun örnekleri kıssa kıssa anlatılmıyor mu?

Hani dinimize göre, ölenin ardından sadece hayır konuşulurdu?

Geçmişte helâk olan kavimlerin yaptığı melanetlerden, zulümlerden, küfür ve isyandan Kur’an’da söz eden Allah Teala, -hâşâ- hata mı etti? -Hâşâ-, Allah’a ahlâk dersi mi veriyorsunuz?

Peki, ya ölünün hayra dair bir işi yoksa?
Ya ölü, yaşadığı sürece yaptıklarıyla ve kurguladıklarıyla; öldükten sonra da ferdi, toplumu, devleti, sistemi etkilemeye devam ediyorsa ve o etki ile icra edilenler hiç de hayır niteliği taşımıyorsa?

O zaman da mı “öldü” diye hayırla anacağız?
Mesela, Nemrut, Firavun, Ebu Cehil, Moğollar, Kazıklı Voyvoda, Hitler, Stalin, Şaron, M. Kemal, İnönü vs. bunları nasıl anacağız?

Ölüm, onları aklayıp pakladı mı yani? Bugün Amerika’nın, Rusya’nın, İsrail’in ya da onların onayını alan ülke idarecilerinin mazlumlara çektirdiklerini, onlar ölünce unutacak mıyız?

Esed ölünce Suriye’de yaptığı kıyımları, Fransız yöneticileri ölünce Cezayir’deki, Mali’deki katliamlarını yok mu sayacağız? Amerika tarafından bombalanıp gebertilen, Ehl-i Sünnet insanları katleden Kasım’ın Suriye’de yaptıklarını yok mu sayacağız? Sırpların Bosna’da, Budistlerin Arakan’da, Ruslar’ın Çeçenistan’da yaptıklarını, onlar ölünce unutacak; bütün bunları hayırla mı anacağız?

İstiklal Mahkemeleri’nde binlerce âlimi asan “Üç Aliler” adlı cellatları ve bunlara emir verenleri nasıl hayırla analım? Hilafet’i, Şeriat’ı, İslâm’ın bütün hükümlerini hayattan söküp atmaya çalışanları, yaptığı hangi “hayır”la anacağız?

Mesele şu: Öyle bir toplum oluşturdular ki, “toplum” olmanın ana unsuru “inanç-İslam” değil. Birinin “bizden” olması için aranan nitelikler “iman-İslâm kardeşliği” değil. Öyle olunca bulanık zihinler “arı-duru İslâm söylemi”nden uzaklaştı; ölen herkesi “bizden” sayma gibi bir saçmalık, bir “ucube zihniyet” ortaya çıktı. Üstelik, ayet ve hadisler de malzeme yapılarak…

Ölüm, insanı günahlarından arındıran, yaptığı melanetleri meşrulaştıran bir şey mi ki, ölenin ardından kötülüklerini söylemeyeceğiz?

Yaşantısı İslâm’a uymayan, Kur’an’a ters düşen, zalimlerden olanın ardından, bu yaptıklarını söylemeyi yasaklamak, o kişi sanki “iyi biri”ymiş gibi bir “söylem ikiyüzlülüğü”ne sapmak, “kişilik bozukluğu” olmaz mı?

Yaşarken yaptıkları, söyledikleri, kurdukları, kurguladıkları öldükten sonra da ülkeyi, toplumu, çeşitli kurum ve kuruluşları, sistem ve unsurları İslâm’a aykırı olarak etkilemeye devam ediyorsa, bunları değil yok saymak, bilakis söylemek ve gelecek nesilleri uyarmak gerekmez mi?

Unutmayalım ki, insanın dünyada yaşadığı hayat, ahiretinin nasıl olacağını da, öldükten sonra dünyada nasıl anılacağını da gösterir. Bunu da kişinin kendisi belirler.

Yanlış hatırlamıyorsam İhsan Şenocak bir konuşmasında şöyle söylemişti "Ölüm, katiller için sığınak olamaz. Herkes ne ise öyle bilinecek.” çok doğru bir sözdür böyle bilinip böyle konuşulması lazımdır bazıları gibi çıkıp sözde "İlm-i siyaset" yapmanın birilerini aklamaya çalışmanın alemi yoktur.

Cemil Meriç der ki: “İslamiyet, ‘ölülerinizi hayırla yadedin’ der. Asil bir ihtar. Ölülerinizi yani sizden olanları, aynı mukaddeslere inanan, aynı kavgalara katılan, aynı emel veya hınçları bölüşen insanları.”

Anladık, elle müdahale edip düzeltmeye cesaret edemiyorsunuz, bari kalbinizle buğz edin de, diliniz mücadele edenlere karşı sözler söylemesin. Son söz Üstad’dan: “Ölüyü anmak, ona rahmet dilemek, onu Allâhın kelamıyla rızıklandırmakla olur. Ölülerinizi hayır ile anınız! emri, her ölüye değil, bizim ölülerimize mahsus bir keyfiyet… Bizden, yani İslâmdan olmayan ölüleri sadece ölmüş bulunmalarıyla imtiyaz sahibi kabul etmek mümkün olsaydı Hadiste ‘ölülerinizi’ tabirinin ‘ölüleri’ şeklinde olması lazımdı… Ebu Cehl’i hayr ile anmak nasıl muhal ise hayatı boyunca işi gücü, zevki, hırsı İslâm düşmanlığından ibaret kimseleri, sırtına ölüm zırhını geçirdi diye lanetten masum sanmak da imkânsız… Mümin, ölüler mevzuunda da Allah için muhabbet ve Allah için buğz kanatları üzerinde uçar…” (N.F.K-İman ve İslâm Atlası)


Baran Dergisi 694.Sayı