Cengiz Han’dan önce Moğollar, birbirleriyle mücadele halinde olan, Çinlilere vergi veren, siyasî birlikten yoksun kabileler halinde yaşayan, dağınık haldeki topluluklardı. Cengiz Han onları ortak bir disipline boyun eğdirinceye kadar tüm göçebe toplumlarda olduğu gibi, Moğollar arasında da bölünme ve anlaşmazlık hüküm sürmüştü. Timuçin, çeşitli mücadelelerden sonra elde ettiği şöhretiyle 1196’da Moğol kabilelerini otoritesi altına almış, 1206’da da ‘Cengiz Han’ unvanı alarak Han seçilmiştir. Bundan sonra dağınık haldeki Moğol kabilelerini birleştirerek onlara siyasî kimlik kazandırmıştır. Bütün bunlar dolayısıyladır ki, Cengiz, Moğol tarihinin başlangıç noktası olarak kabul edilmiştir. O, parçaları birleştirerek kendi kavmine imparatorluk bahşeden bir devlet adamı, hatta bir peygamber olarak görülmüştür. İlhanlı Devleti ya da İran Moğolları, Cengiz Han’ın torunu Hülagu tarafından İran’da kurulan bir Moğol devletidir. Yaklaşık bir asır tarih sahnesinde görülen bu devlet, Abbasi hilafetine son vermiştir. Kurumları açısından sonraki Türk devletlerini etkilemiştir. İl imparatoru anlamına gelen ‘İlhan’, İran’da bulunan Moğol yöneticisine denir. Bu kavram İlhanlıların Büyük Moğol Kaanına tabi olduklarını ifade etmek için kullanılmıştır. Buna göre İlhanlı devleti kuruluşundan itibaren yaklaşık kırk yıl kadar idarî bakımından Moğol İmparatorluğu’nun Batıdaki temsilcisi olmuştur. Bu kuvvetli bağ Kubilay Han’ın ölümüyle zayıflamış, Gazan Han’ın tahta çıkışıyla birlikte tamamen kopmuştur. İmparatorluğun merkezine bağlılığı ifade eden, Kaan’a tâbiyeti gösterir nitelikteki ifadeler de İran sikkeleri üzerinden silinmiş, yerine İlhanlı ismi yazılmıştır. İlhanlı devletinden bahsetmek, bir bakıma Hülagu tarihinden bahsetmektir. Çünkü Mengü Han kurtul kararıyla Hülagu’yu Batıya/İran’a gönderirken ona Ceyhun’dan Mısır’a kadar olan bütün toprakların kontrolünü; fitne unsuru ve sıklıkla şikâyet konusu olan İsmailîleri ve Bağdat’ı ortadan kaldırması görevlerini vermiştir. İlhanlı devletini dört döneme ayırmak mümkündür. Birinci dönem; gayrı Müslim olan İlhanlılar dönemidir. Hülagu ve oğlu Abaka dönemleridir. Bu dönemde batıyla ve Hıristiyanlıkla yakın temas kurularak ilk elçilik heyeti gönderilmiştir. İkinci dönem, İslâm ve diğer akidelerin çarpıştığı yılları kapsayan dönemdir. Ahmet Teküder, Argun, Geyhatu ve Baydu dönemleridir. Üçüncü dönem Müslüman İlhanlılar dönemidir. Bu dönemin üç önemli ismi; Gazan Han, Olcaytu ve Ebu Said’tir. Bu dönem idarî, malî, iktisadî ve bayındırlık alanlarına yönelik ıslah çalışmaları açısından İlhanlı devletinin altın çağı olarak kabul edilmektedir. Dördüncü dönem, devletin çözülme ve yıkılma dönemidir.
Birinci dönemin kırılma noktası, Hülagu’nun Ayn Calut savaşında Memluk sultanı Baybars tarafından yenilgiye uğratılmasıdır. Bu hadise, Müslümanlar tarafından sevinçle karşılanmıştır. Bu savaşın önemli sonuçları olmuştur. Her şeyden önce Moğolların bir başka kavim tarafından yenileceklerine inandıkları gün gelip çatmış. Müslümanlarda yerleşen Moğolların yenilemeyeceği düşüncesi ortadan kalkmış, güven duygusu tekrar yerleşmiştir.
Hülagu’nun vefatından sonra yerine geçen oğlu Abaka, 1265-1282 yılları arasında tahtta kalmıştır. Abaka, Hülagu’dan sonra devletin istikrarını sağlamıştır. Onun döneminde Batı Hıristiyanlarıyla yakınlaşma kurulmuştur. Memlüklülere karşı düşünülen ortak hareket teşebbüsleri, çeşitli sebeplerle akim kalmıştır. O, Budist mabetleri inşa ettirmiştir; Hıristiyanlara çeşitli ayrıcalıklar sunmuş, Moğol kültürel geleneklerine alternatif sunan İslâm kültürünün önüne geçmeye çalışmıştır.
Abaka’nın vefatıyla yerine kardeşi Ahmet Teküder geçmiştir. İslâm’ı seçerek Ahmet adını almasıyla, İlhanlı tahtına ilk defa Müslüman bir Moğol oturmuştur. İslâmlaşma sonucu, Moğolların kendileri açısından Mısır’a yürüttükleri politikada değişme ve yumuşama olmuştur. Ahmet, kendisinin ve ailesinden İslâm’a geçenlerin isimlerinin yazıldığı listeyi 1282’de Memluk sultanı Seyfeddin Kalavun’a göndermiştir. Sultan Kalavun, Ahmet’in Müslümanlığını tereddütle karşılayarak, daha önce planladığı Anadolu’ya ilişkin siyasetinden vazgeçmemiştir. Teküder, halkının çoğunluğu Müslüman olduğu için yönetim merkezini Tebriz’e taşımıştır. Teküder’in Müslüman oluşu İran halkını sevindirirken, Moğol ileri gelenleri ile Hıristiyanları endişeye sevk etmiştir. Din değiştirme durumu Memluk hükümdarının tavrından dolayı dış politikada etkili olmadığı gibi, iç politikada da Teküder’e yaramamıştır. Zira Teküder’den rahatsız olanlar onu, Moğol geleneklerinden uzaklaştığı gerekçesiyle, Büyük Kaan Kubilay’a şikâyet etmişlerdir. Yapılan bu baskılar sonuç getirmiş, Teküder’in Müslüman oluşu, hayatına mal olmuştur. Yeğeni Argun, atalarının geleneklerini terk edip ’Arap’ geleneğini kabul ettiği gerekçesiyle onu öldürmüştür.
İlhanlı tahtına bunlardan sonra sırasıyla Argun, Geyhatu ve Baydu geçmiştir. Bu dönemin en önemli özelliği hanedan arası iç çatışmalardır; İslâm’ın haricindeki diğer din mensuplarına özgürlük ve Müslümanların baskı altında tutulması bu dönemin devlet siyasetidir. Daha sonra İlhanlı ve İran İslâm tarihi açısından dönüm noktası teşkil eden Gazan Han tahta oturmuştur. O, Müslümanlara yönelik İslâmî bir siyasetin değerini takdir ederek, İslâm’a girmiştir. Gazan Han ile birlikte Moğolların büyük çoğunluğunun Müslümanlığa geçmesi, Moğol kimliğinin ve geleneğinin kaybolmasını doğurmuş ve hızlandırmıştır. Zira Gazan Han, yıllardır Cengiz Han yasasına bağlı kalan Moğolların dinî hayatlarına alternatif olarak İslâm şeriatını taşımıştır. Gazan Han, seleflerinden ekonomik, siyasî ve toplumsal sıkıntılar içinde bir devlet devralmıştır. Birçok alanda ıslahatlar yapan Gazan Han’ın en önemli başarısı, bütün yasamayı İslâm hukukuna bağlamasıdır. Sünni Hanefi çizgiyi benimseyen Gazan Han, denge politikası gereği Şiileri de idare etmiştir. Onlara ait çeşitli kutsal mekânları ziyaret edip ödenekler ayırmıştır. Gazan Han Moğol soylularının Müslüman olmaları için yaptığı ısrar netice vermiş, aleyhte olan Moğollar susturulmuş, ülkede otoriteyi kurmak için Budist rahipler büyük ölçüde ülkeden sürülmüştür. Kilise ve sinagoglar tahrip edilmiştir. Gazan Han’ın Müslüman olması, onu Memlüklülere karşı sürdürülen geleneksel Moğol politikasından vazgeçirmemiştir. Onun döneminde Şam’a yapılan kuşatma teşebbüsleri bunun önemli kanıtıdır.
Gazan Han’ın1304’te ölümü üzerine yerine tavsiyesi gereği kardeşi Olcaytu geçmiştir. Olcaytu, eşinin teşvikiyle önce Hanefi, daha sonra Şafii ve son olarak da Şiiliğe geçmiştir. Bundan sonra Sünnilere karşı ağır tedbirler alması ve Hıristiyanlara uyguladığı siyaset, Şiilerin haricindeki diğer toplum kesimlerinde rahatsızlığa neden olmuştur. 1316’da vefat ettiğinde yerine geçen oğlu Ebu Said Bahadır Han’la tekrar Sünniliğe geçiş sağlanarak çatışmanın önü alınmıştır. Ebu Said’in ismi, Moğol kültürel geleneğinin bittiğinin işaretidir. Çünkü o, İlhanlı hükümdarlarından İslâm geleneğine göre ilk isim alan hükümdardır. Bu durum, İslâm kültürünün merkezde yer almaya başladığı şeklinde yorumlanabilir. Çünkü Moğollar fetih yoluyla genişledikçe bu devlete rengini veren ‘Moğolluk’ yerel benliği, özellikle Müslüman Türkler ile kurulan temaslar sonucu varlığını kaybetmiş, Türk ve İslâm izlerini taşımaya başlamıştır. Ebu Said’in 1335’te varis bırakmadan ölmesiyle İlhanlı Devleti parçalanma sürecine girerek yerini mahalli hanedanlara bırakmıştır. İlhanlı devletinin hâkim olduğu topraklarda Celayirliler, Horosan Serbedarileri, Karakoyunlular, Muzafferiler, Eratnaoğulları gibi hanedanlıklar kurulmuştur. Elde ettikleri topraklarda üst düzeyde hâkimiyet kurmayı başaran İlhanlılar, Olcaytu’dan itibaren merkezi yönetimde siyasî ve askerî konumlardan kaynaklanan bir zayıflama içerisine girmişlerdir. Bu durumun en önemli nedenleri arasında Moğol siyasî geleneğinin göçebe karakterli olması gösterilebilir. İslâmlaşma süreci bu karakteri ıslah etmişse de tamamen ortadan kaldıramamıştır. İlhanlılar hükmettikleri toplumlara hitap edecek kurumlardan sosyal ilişkilere kadar, siyaset kültürü ve dili oluşturamamışlardır. Bu da onların zayıflamalarında önemli bir unsurdur. Güçlü yöneticiler bu eksikliği “karizmalarıyla” geçiştirmeyi başarsalar da, zayıf olanlarda bu özellikler kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Yıkılışlarında duygusal nedenlerin etkin olması kadar, Orta Asya’daki olaylar neticesinde Doğu ve Batı Moğol devletleri arasındaki iktisadi irtibatın kırılması da müessir olmuştur.
İLHANLILAR ZAMANINDA İSLÂM DÜNYASI VE ALAMUT
Bu dönemde parçalanmış İslâm dünyası söz konusudur. İran Selçukluları ortadan kalkmış; Anadolu Selçukluları Haçlı seferleri yüzünden zayıf düşmüşlerdir. Cengiz Han’ın iktidara gelişinden önce İran Selçuklularına ait yıkıntının üzerinde başkenti Semerkand olan, Hindistan sınır bölgelerine kadar uzanan ve nüfusu çoğunlukla İranlı olan Harzemşahlar Devleti kurulmuştur. Bu esnada Mısır ve Suriye hâkim olan Eyyübiler, Anadolu Selçuklularıyla yaptıkları mücadelelerde oldukça yıpranarak parçalanma dönemine girmişlerdir. Anadolu’da ise Bizans ve Anadolu Selçukluları Devleti, önemli bir siyasi teşekkül olarak ön plana çıkmaktadır. Özellikle Sultan Alaeddin Keykubad’ın başarılı icraatları nedeniyle gücünün zirvesine ulaşan Anadolu Selçuklu Devleti, Moğol istilasına kadar bölgenin en güçlü ülkesi konumundadır. Bizans ise Latinlerin İstanbul’u ele geçirmesiyle o zamana kadar sahip olduğu nüfuz sahasının sadece bir kısmında tutunabilmiştir. Abbasi halifeliği ise içerde ve dışarıda çeşitli tehlikelerle karşı karşıyadır. Dışarıda; haçlıların İslâm fetihleriyle başlayan kadim düşmanlıkları devam etmektedir. İçerde ise doğuda gittikçe önem kazanan sınırları halifelik aleyhine işleyen Harzemşahlar Devleti vardır. Bu devlet İran’ın büyük bir bölümünü elinde bulundurmaktadır. Aynı zamanda Abbasi devleti için büyük bir tehdit unsurudur. Tehlikenin ilk adımı olarak Harzemşah Muhammed’in doğal metbuiyet anlamına gelen ve daha önce Büveyhiler ve Selçuklularda olduğu gibi sultan adına hutbe okumak talebi Halife Nasır tarafından reddedilmiştir. Bunun üzerine Harzemşah Alaeddin Muhammed, Halife Nasır’ı azletmek için çalışmalara başlamıştır. Kendisini gecesi ve gündüzüyle İslâm için cihad eden bir komutan olarak sunmuş, Halife Nasır’ı da böyle bir komutanın kuyusunu kazmakla suçlamıştır. Halife Nasır’ı azledip yerine Hz. Hüseyin soyundan gerçek hak sahibi birisinin halife olması fetva almıştır. Seyyidlerden Ala el-Mülk’ü, Tirmiz’den getirterek yeni halife olarak atamıştır. Moğollar, Harzemşahların dengeli politika izlememeleri nedeniyle Horasan’daki boşluğu iyi değerlendirmişler, Cengiz Yasası’nın itici gücüyle hücumlarını yapmışlardır. Bu sayede İran’ın kuzeyine yönelmiş, bir dereceye kadar Horasan bölgesi Moğol idaresine girmiştir. İki devlet arasında dünya tarihi açısından son derece önemli olan ‘Otrar’ Hadisesi meydana gelmiştir.
Alaeddin Muhammed, 1215’te Çin’i alarak çok güçlü hale gelen Cengiz Han’ın gerçek gücünü tespit etmek ve rakibi hakkında bilgi toplamak amacıyla bir heyet gönderir. Cengiz Han heyeti kabul edip, kendisini Doğu’nun, Alaeddin Muhammed’i Batı’nın hükümdarı ilan eder. İki ülke arasında serbestçe dolaşabilmelerini arzu ettiğini ifade eder. Cengiz Han, elçilerin dönmesinden sonra tamamı Müslümanlardan oluşan,450 kişilik bir kervanı sevk eder. Antlaşma gereği emniyet içerisinde seyahat etmesi gereken bu tüccarlar, Otrar’da durdurulup Harezm valisi İnalcık tarafından öldürülür. Ele geçirilen mallar Buhara ve Semerkant tüccarlarına satılır. Parası Alaeddin Muhammed’e gönderilir. Bir deveci kaçarak durumu Cengiz Han’a bildirir. Bunun üzerine Cengiz Han, Ibn Kefrec Buğra’yı, iki Moğol ile birlikte Harzem’e gönderip olayı kınar. Bu işi yapan valinin kendisine teslim edilmesini ister. Alaeddin Muhammed, elçiyi öldürerek bu talebi reddeder. Diğer iki elçiyi de tıraş edip geri yollar. Bu olay iki ülke arasında fiili savaş başlatır.
Aslında iyi bir siyasi okuma eksikliğinden kaynaklanan Otrar faciasıyla Alaeddin Muhammed, Cengiz Han’a Maveraünnehir’e girme, Semerkand ve Buhara gibi Türk İslâm tarihi açısından önemli ülkeleri harap etme imkânı vermiştir. Ayrıca Cengiz Han’a batıya doğru yürüme, dünya tarihine çıkma ve bir anlamda geleceğin imparatorluğunu kurma fırsatını sunmuştur.
 
CENGİZ HAN YASALARI:
1. Zina yapan, evli olup olmadığına bakılmaksızın idam edilir.
2. Livatadan suçlu her hangi bir kişi idam edilir.
3. Kasten yalan söyleyen veya büyücülük yapan veya başkalarının davranışları hakkında ispiyonculuk yapan veya kavga eden iki kişinin arasına birinin yanında diğerine karşı olarak girenler de idam edilir.
4. Suya pisleyen veya suyu kirletenler de idam edilir.
5. Her kim mal (veya para) alır ve iflas eder; sonra tekrar mal alır ve yine iflas eder, sonra yine mal alır ve yine iflas ederse, üçüncü defadan sonra o da idam edilir.
6. Sahibinin iznini almadan bir esire yiyecek veya giyecek veren de idam edilir.
7. Kaçan bir köleyi veya esiri bulup sahibi olan kişiye geri vermeyen idam edilir.
8. Bir hayvan yenirken, ayakları bağlanmalı, karnı yırtılarak açılmalı ve hayvan ölene kadar kalbi elde sıkılmalıdır; fakat eğer bir kimse Hz. Muhammed’in inananlarının yöntemi ile hayvanı keserek öldürürse, kendisi de kesilerek öldürülür.
9. Muharebede saldırı veya geri çekilme sırasında eğer bir kişi hurcunu, ya da yayını veya her hangi bir eşyasını düşürürse, arkasındaki adam (attan) inmeli ve bu düşen şeyi sahibine geri vermelidir; böyle (attan) inerek, düşen şeyi sahibine vermeyen kişi idam edilir.
10. Cengiz Han fakirlerin, Allah’ın Kuranı’nı okuyanların, doktorların, âlimlerin, kendilerini ibadet ve riyazete adayanların, müezzinlerin ve ölü yıkayıcılarının vergi ödeme ve iş yapma yükümlülüğüne zorlanamayacağına karar vermiştir.
11. O (Cengiz Han) bütün dinlere saygı gösterilmesini ve aralarında ayrım yapılmamasını emretmiştir. Bütün bu emirlerini tanrıya inanılabilir diye vermiştir.
12. (Cengiz Han) insanlarına, biri prens diğeri esir olsa da verenin tadına bakmadığı yemeği yemelerini yasakladı; yemeği paylaşmaya davet etmeden bir diğerinin huzurunda her hangi bir şeyin yenmesini yasakladı; her hangi bir kişinin yoldaşlarından fazla yemesini, yemeğin piştiği ateşi veya insanların yemek yediği tabağı ezip geçmesini yasakladı.
13. Bir yolcu yemek yiyenlerin yanından geçerken, (attan) inip onlarla birlikte yemelidir ve onlar yolcuyu engellememelidir.
14. (Cengiz Han) ellerini suya batırmalarını yasakladı ve su çekmek için kap kullanmalarını emretti.
15. (Cengiz Han) tamamen yıpranmadan elbiselerini yıkamalarını yasakladı.
16. (Cengiz Han) ahlâksız her hangi bir şeyi söylemeyi yasakladı ve her şeyin ahlâklı olduğu konusunda ısrar etti; ahlâklı ve ahlâksız arasında ayırım yapmadı.
17. Herhangi biri ile konuşulurken yalın olarak ismi kullanılmalıydı.
18. Savaşa gitmeden önce birlikleri ve birliklerin teçhizatlarını şahsen kontrol etmelerini, birliklerin sefer için gereksindikleri her şeyi sağlamalarını ve iğneden ipliğe kadar her şeyi gözden geçirmelerini haleflerine emretti ve eğer askerlerden biri zaruri bir şeyi gereksediği takdirde o asker cezalandırılmalıydı.
19. Erkekler dövüşmek için gittiğinde, onların görevlerini yerine getirmek ve iş yapmaları için kadınların askeri birliklere refakat etmelerini emretti.
20. Seferden döndüklerinde hakanın hizmetinde belirli görevleri üstlenmelerini savaşçılara emretti.
21. Bazılarını kendisi ve çocuklarına seçebilmesi için her yılın başında bütün kızlarını kendisine takdim etmelerini emretti.
22. Emirleri (prensler/generaller ve noyanları) askeri birliklerin başına getirdi ve binler, yüzler ve onlar için komutanlar atadı.
23. Emirlerinin en yaşlısı eğer bir kabahat işlemişse, cezalandırılmak üzere hükümdar tarafından gönderilen haberciye -hizmetçilerinin en değersizi olsa dahi- kendisini teslim edecekti ve hükümdar tarafından verilen cezayı uygulamaya başlamadan önce; ki bu ceza idam olsa dahi- onun önünde yere kapanacaktı.
24. Hükümdar dışında kendilerini her hangi birine muhatap göstermelerini emirlere yasaklamıştır. Her kim kendini her hangi birine hükümdar dışında muhatap gösterir ise idam edilir ve izin almaksızın postasını değiştiren her hangi biri de idam edilir.
25. O, iyi zamanda ülkedeki bütün olaylardan haberdar olabilmek için sürekli posta iletişimini kurmasını emretmiştir.
26. Oğlu Çağatay’a yasaya uyulmasını gözlemeyi emretti
27. İhmalkârlık nedeniyle askerlerin cezalandırılmasını emretti ve topluluk avı sırasında bir hayvanın kaçmasına izin veren avcıların sopayla dövülerek cezalandırılmasını ve bazı durumlarda idam edilmesini emretti. (Mirhond’dan)
28. Adam öldürme (cinayetin cezalandırılması) durumunda, kişi para cezası ödeyerek fidye verip kendini kurtarabilir ki, bu Hz. Muhammed’e inanan kişi için 40 altın para (balyş); ve bir çinli için bir eşektir. (ibn-batuta’dan)
29. Mülkünde çalınmış bir at bulunan kişi, bunu aynı cinsten dokuz at ekleyerek sahibine iade etmelidir; eğer bu cezayı ödeyemiyor ise çocukları atların yerine alınmalıdır ve eğer çocuğu yok ise, bizzat kendisi koyun gibi boğazlanacaktır. (Vartang’dan)
30. Cengiz Han yasaları, yalanı, hırsızlığı ve zinayı yasaklar ve kişinin komşusunu kendisi kadar sevmesini emreder; insanların, bir diğerini yaralamamasını ve saldırıları tümüyle unutmalarını, gönüllü olarak teslim olan ülke ve şehirleri bağışlamalarını, tanrıya adanan tapınakları vergiden muaf tutmalarını ve yaşlı ve düşkün insanlara saygı göstermelerini emreder. Her kim bu emirlere aykırı hareket eder ise idam edilir.  (mahakia’dan)
31. (Yasa bu kuralları emreder:) bir birini sevmeyi, zina yapmamayı, çalmamayı, yalancı tanıklık yapmamayı, hain olmamayı ve yaşlı ve düşkün insanlara saygı göstermeyi. Her kim bu emirlere aykırı hareket eder ise idam edilir.
(Değişik kaynaklardan):
32. (Cengiz Han yasası emreder ki) yemek üzerinde boğulan kişi hemen kamptan çıkarılmalı ve derhal öldürülmelidir ve ordu komutanının çadırının eşiği üzerine ayağını koyan kimse de idam edilmelidir.
33. İçmekten kendini alıkoyamıyor ise, kişi ayda üç kez sarhoş olabilir; eğer üç kereden fazla yapar ise kabahatlidir; eğer ayda iki kez sarhoş oluyor ise bu daha iyidir; eğer ayda bir kez ise kuşkusuz daha çok övgüye değer; eğer kişi hiç içmiyor ise, bundan daha iyi ne olabilir? Fakat böyle bir kişi nerede bulunabilir? Eğer böyle bir kişi bulunabilir ise, o en yüksek düzeyde saygıya layıktır.
34. Bir cariyeden doğmuş çocuklar meşru kabul edilecek ve babaları tarafından yapılan dağılıma uygun olarak mirastan paylarını alacaktır. (Avrupa’da sadece yaşlı olanların varis olduğu primogenture yasasının üzerine çıkmaktadır. Çok daha medenidir.) Mülkün dağıtımı yaşça büyük oğlun yaşça küçük oğuldan daha fazla alması temelinde olmakta, genç oğula babanın ev halkı miras kalmaktadır. Çocukların yaşça büyüklükleri annelerinin sıralanışına bağlı olmaktadır; eşlerden biri her zaman yaşça büyük olmalıdır, bu öncelikle onun evlenme tarihine göre belirlenmektedir.
35. Babasının ölümünden sonra, kendi annesi hariç oğlu babasının karılarının hepsini elden çıkarabilir; onlarla evlenebilir veya evlendirerek başkalarına verebilir.
36. Kanuni mirasçılar dışında herkes vefat edenin malını kullanmaktan kesinlikle men edilmiştir.