4- 1923 Cumhuriyet İlanı ve Tek Parti Diktatörlüğü
İşin başında şunu ifade edelim ki, bir rejim olarak cumhuriyet, her zaman demokrasi mânâsına gelmez. Demokratik cumhuriyetler olabileceği gibi anti demokratik cumhuriyetler de olabilir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Kore Cumhuriyeti, İran Cumhuriyeti buna misaldir. Demokratik krallık da olabilir. İngiltere, Belçika krallıkları gibi…

29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan ediliyor. Ama bir oldu-bitti şeklinde. M. Kemal’in Cumhurbaşkanı seçilmesi de aynı günde yapılıyor. Daha önce karar alınmış, meclisin 2/3’ü ile değil, salt çoğunluğun 2/3’ü ile Anayasa değiştirilir, diye. Böylece meclisin 2/3’ü ile değil, sadece oturuma katılanların çoğunlukta olduğu bir oylamayla Cumhuriyet ilanı ve Cumhurbaşkanı seçimi yapılıyor, akabinde de Anayasa değişikliği... Cumhuriyetin ilan edildiği oturuma meclisin %52.7’si katılmamıştı, Cumhurbaşkanlığına ise M. Kemal tek adaydı. Tek parti, tek meclis, tek aday…

Millî Mücadelenin önde gelen silah arkadaşlarının ve muhaliflerinin Ankara dışında olduğu bir zamanda ani ve hızlı bir kararla Cumhuriyet ilan edilir ve M. Kemal Cumhurbaşkanı seçilir. Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay, Refet Bele ve Adnan Adıvar’ın Cumhuriyet ilanından haberi yoktur.

M. Kemal, ilk Cumhurbaşkanı seçilirken, 281 kişilik parlamentoda ancak 158 oy (%56.2) alır. Nitelikli çoğunluk olan 2/3 yoktur. Bu ikinci meclis atama ile oluşmasına nazaran, M. Kemal mutlak itaati bundan sonraki meclislerde sağlamıştır.

Cumhuriyet tarihinde 1950 yılına kadar demokratik seçimler yoktur. I. Meclis hariç sonraki bütün meclis tepeden inme yani tayin usulü ile oluşuyordu. Bunun adı iki dereceli seçim idi ama CHP’nin verdiği listelerden başka kimsenin şansı yoktur. Arada bir tek tük bağımsız olurdu. 1946’da ise CHP mecburen tek dereceli seçime gitti ama orada da “açık oy, gizli tasnif” yaparak yine istediği isimleri onaylattı. M. Kemal’in ilk seçilmesini yukarıda vermiştik. “Ebedî Şef” lakaplı M. Kemal’in, diktatörlüğüne giydirdiği seçim maskesi listesi ise şöyle:

1 Kasım 1927’de oyların %91.1’ini alarak 316 milletvekili.
4 Mayıs 1931’de oyların %91.1’ini alarak 317 milletvekili.
1 Mart 1935’de oyların %96.1’ini alarak 399 milletvekili.

Kısaca, CHP delegeleri seçim yaptı, diyebiliriz. Ne kadar demokratik seçimler olup olmadığı görülüyor. Muhalefet partisi falan yok. Bütün Cumhurbaşkanlığı seçimlerine M. Kemal tek aday olarak girdi ve hepsini kazandı. Hâlbuki 1908 Meşrutiyet’inden sonra İttihat ve Terakki çeteciliğine rağmen Hürriyet ve İtilaf, Ahrar gibi güçlü muhalif ve başka partiler vardı.

Cumhuriyet kurulurken Anadolu’daki nüfusumuz 13,5 milyon civarında idi. Bunun 8.5 milyonu kadın, 3 milyonu çocuk, geri kalan 1,5-2 milyonu ise savaş artığı, çoğu sakat erkeklerden oluşuyordu. Bundan dolayı yeni nesil için “dul kadın yetiştirmesi” tabiri kullanılır. Öyle ki, açlık ve geçim derdine düşülmüş. Çift sürecek öküzleri olmadığı gibi tarlaya ekecek tohumları da yoktu. Ankara’daki bir avuç asker bu ortamdan da istifade halkın haberi olmadan ve halka sorulmadan cumhuriyet ve devrimleri yapıyordu.

A-İstiklâl Mahkemeleri
İstiklâl Mahkemelerinin 1923-1927 döneminden kısaca bahsedelim. İstiklal Mahkemeleri Millî Mücadele yıllarında asker kaçakları için kurulmuştur ama sonra kapanmıştır. 1923’ten itibaren ise laik karakterdeki Cumhuriyet rejiminin keskin kılıcı ve siyasî bir aktör olarak rol oynamıştır. Anadolu topraklarında tam bir terör uygulayarak herkesi susturmuştur. M. Kemal ile aynı fikirde olmasına rağmen yandaşlık ve yalakalık yapmayan Millî Mücadelenin A kadrosu da tasfiyeye uğrar. Mahkeme sıfatı yakıştıramayacağımız fakat ismi öyle diye zikrettiğimiz İstiklâl Mahkemesi’nin meşhur reisi Kılıç Ali, “bana iddialarla ilgili tek bir delil gösterin” diyen sanığa şöyle cevap verir: “Sizin bu ifadeniz bizi ikna etmemiştir!”

İstiklal Mahkemesinin yetki ve cüretine bir misal, İzmir suikastı bahane edilerek muhalefet partisi lideri Kazım Karabekir’in tutuklanmasıdır. Başbakan İsmet İnönü, K. Karabekir’i serbest bıraktırır. Bunun üzerine İstiklal Mahkemesi, Başbakan İsmet İnönü hakkında tutuklama kararı verir dokunulmazlık dinlemez. İnönü evinin etrafına seçme birlikler yerleştirir. M. Kemal, tarafları İzmir’de bir araya getirir. İstiklal Mahkemesi reisi Kılıç Ali’ye imzalı fotoğrafını verir ve İnönü hakkındaki tutuklama kararı kalkar. K. Karabekir ise tekrar hapse atılır.

İstiklâl Mahkemeleri için, “sanıkların idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine...” şeklindeki darb-ı mesel meşhurdur. Gezici mahkeme olarak gittikleri yerde hakkında idam kararı bulunan yeni ölmüş bir kimseyi bile mezarından çıkarıp asmışlardır. Başka bir yerde sanık bulunamayınca yerine kardeşi asılmıştır. Kanun geriye yürüyerek İskilipli Atıf Hoca, Şapka Kanunu’ndan önce yazdığı bir risale delil gösterilerek Şapka Kanunu’na muhalefetten asılmıştır. Örnekler çoğaltılabilir. On yıl ceza alan İsmail Canpolat adlı kişi, “aleyhimde tek delil yoktur” diye itiraz edince mahkeme reisi, “mahkemenin kararını beğenmiyorsun ha, öyleyse idam” der ve idam kararı verilerek asılır.

Başka bir misal: Kayıp çocuklarını ararken şapkalı görevlilere çıkışan Erzurumlu Şalcı Şöhret Ana da İstiklal Mahkemesi tarafından idam sehpasına gönderilir. Şalcı Şöhret Ana’nın İstiklal Mahkemesine son sözü ise şu olmuş: “Lan kavat, kadın kısmının idam edildiği nerde görülmüştür.” Bütün bunlar karanlık bir dönem diye tarihe geçecek olaylardır. Kemalistlerin iddia ettiği gibi, “Anadolu insanı cahildi, evrimle olmaz, devrim gerekiyordu” gerekçesi ile izah edilecek şeyler değil.

İstanbul’a İstiklal Mahkemeleri basını susturmak için birkaç kere gelir. Kapatmalar hapisler ve gereken gözdağı verildikten sonra Ankara’ya döner. 

İstiklâl Mahkemesi arşivleri açılmamıştır. Yıllarca mecliste çuvallarda görülmüştür. Yeni yeni bazı tutanakları gün yüzüne çıkmaktadır. Ancak her şeyi bulmak (mevcut ortaya çıksa da) mümkün görülmüyor.

B- Dikensiz Gül Bahçesi – Tüm Muhalefetin Susturulması
M. Kemal I. Meclisten memnun değildi. Çünkü üyelerin çoğu halk arasından gelmiş, Millî Mücadelede savaşmış komutanlar ve değişik mesleklere sahip saygın kişiler idi. Yalaka ve yardakçı değillerdi. M. Kemal I. Meclisi lağveder. “Kız gibi meclis yapacağım” der ve atama ile yeni meclisi oluşturur. Kimlerin milletvekili olacağını baştan listeler ve onlar seçilir. Millî Mücadeleyi yapan (1920-1923) Gazi Meclis tek adama mutlak itaat göstermedikleri için tasfiye edilmiştir.

Cumhuriyetin ilk muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 17 Kasım 1924’te Kâzım Karabekir tarafından kuruldu, fakat bir yıl olmadan kapatıldı. Muhalefet partisine hiçbir zaman tahammül edilmedi. Şeyh Said isyanı iyi bir bahane olur. Takriri Sükun kanunu ile bütün sesler susturulur, tek adam diktatörlüğü resmen ilan edilir. Öyle ki Anayasa ve yasalar bile tanınmaz. Şeyh Said isyanının hilafetin ve şeriatın kaldırılmasına bir tepki olduğunu belirtelim. Çünkü Kürtler ile ortak bağ olan İslâmiyet yeni rejim tarafından siliniyor idi.

İstiklal Mahkemeleri ile adeta terör estirilmekte, İslâmcısı yanında laik-seküler basın bile susturulmaktadır. Gazetelerin polisçe basılması haberini “baskın” şeklinde verdi diye seküler Hüseyin Cahid, gazetesi kapatılıp sürgüne gönderilir. Meclisten ses çıkması da mümkün değildir. Zaten bütün isimleri M. Kemal seçiyor. Göstermelik birkaç bağımsıza yol veriliyor. Öyle ki devrim niteliğindeki kanunlar leh ve aleyhte söz verilmeden geçiyor. Mesela, Anayasa değişikliğine ait teklifin oylama sonucunun, “oylamaya katılanlar: 264, kabul edenler: 266”diye gösterilmesine bile hiç kimse tepki gösteremiyordu.

Fakat ülkede bunalım var, ekonomi çok kötü. İktidara güven hiç yok. Aradan 7 yıl geçmesine rağmen Cumhuriyet rejimi tıkanmış, çökmüş ve her sahada işler yürümüyor, ilim ve eğitim körlenmiş, sanayi ve tarım ölmüş, her şey CHP kodamanlarının keyfine kalmış. Atatürk bu işin böyle gidemeyeceğini görüp, kendisi bir hülle partisi olarak, muhalefet partisi kurduruyor. Fransa’da elçi olan Fethi Okyar’ı çağırıp parti kurmasını istiyor. Parti yönetimini de kendi belirliyor. Hatta kız kardeşi Makbule Hanımı parti yönetimine veriyor.  İsmini de kendi koyuyor: Serbest Fırka. Başkanını ve yönetimini de kendi tayin ediyor. CHP zulmünden inleyen halk bu partiye öyle hücum ediyor ki, Atatürk 3 ay sonra kendi kurduğu partiyi kapatıyor. Bu hadise yeni rejimin halkta bir karşılığının olmadığının ölçütüdür.

Şu hadiselere kısaca değinelim: Kullanıldıkları kanaatinde olduğumuz ve esrar içtikleri sabit olan birkaç dengesizin yaptığı Menemen hadisesi fırsat bilinip “dehşet salma” siyaseti icabı olayla zerrece alakası bulunmayan ve çevresinde “hoca” olarak tanınan herkes takibata uğradı. Öyle ki 90 küsur yaşındaki Şeyh Esad Efendi İstanbul’dan getirilip hastanede iğne ile öldürüldü. Aynı zihniyet, 1937 yılında Dersim’de yapılan katliamda ise anne karnındaki bebeleri bile süngülemiştir. Murad suyunun kandan kıpkızıl aktığı söylenir. Elli bin mazlumdan bahsedilir. Necip Fazıl bu mevzuyu 1945 yılında Büyük Doğu dergilerinde ilk dile getirenlerdendir.

Cumhuriyetin millî egemenliğe dönüşmediğini gören Millî Mücadele ve Hamidiye kahramanı ve kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurucusu Rauf Orbay, M. Kemal’i tanımlarken “diktatör” kelimesini kullanır. Gerçi M. Kemal seciyesi gereği bu ifadelerden hoşlanır. Öyle ki bir yabancının yazdığı “Bozkurt” kitabı ona gösterilince, “benim hakkımda az bile yazmış” diye kitapta bahsi geçen tek adam olma hırsı ve o kitapta anlatılan sefahatinden övünmüştü.

Rauf Orbay kurucusu olduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile “şahıs diktatörlüğünün önüne geçmek istediğini” söyler. “Yolsuzluklar yapıldığını, işlenen mezalimi gerekli ve mazur göstermek için önemli tarihi olayların çarpıtıldığını, Türkiye’de konuşma hürriyeti ve vicdan hürriyeti olmadığını, elindeki belgelerin yayınlanmasına müsaade edilmediğini”, İngiltere’de bir gazeteye verdiği mülakatta söyler.(1)

M. Kemal, erkekleri cephede kırılmış ve kalanın da geçim derdine düştüğü Anadolu ahalisine diktatörlük yapmış ve bununla da bazen açıktan, bazen gizliden övünmüştü. Aslında Atatürkçüler M. Kemal’in sindirme taktiğinden gizli gizli övünmüşler ve darbeleri her zaman alkışlamışlardır. Buna heveslenenler ise her daim halktan korkmuştur. Yükselen halk hareketlerinden Kemalistlerin “irtica geliyor” diye paniklemeleri bundandır, eski günlere duydukları özlemdendir. Ama devir o devir değil.

B- 1924 Anayasası ve Hak ve Özgürlüklerin Durumu
1924 Anayasasına kısaca değinelim. Çünkü bu Anayasa, tek parti diktatörlüğünün gölgesinde kalmıştır. 1921 Meclis Hükümeti Anayasasına karşın 1924 Anayasası karma sistem öngörüyordu; hem meclis hükümeti, hem de parlamenter sistem özelliği taşır. TBMM yasama ve yürütme yetkisini toplar, deniyor. Fakat yürütme yetkisini Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu yerine getiriyordu. Yargı ile ilgili olağanüstü mahkemeler kurulabilir diyor. Bu ise tabiî hâkimlik ilkesine aykırıdır. 1876 Kanunî Esasi’sinden geridir. Yargısal güvenceler açısından da 1876’dan geridir. Genel savunma hakkı olarak eksiklik var. Kanunların yorumlanması da mahkemelere değil, TBMM’ye aittir, denir. Şuna da dikkat edelim, hak ve hürriyetler listesi 1789 Fransız Anayasası aynen alınır, fakat uygulamada neler olduğunu biliyoruz. Onun için birçok ülkenin anayasası göstermeliktir ve o rejimdeki uygulamaları gizleyen paravan vazifesi görmektedir. Sadece yazılı metinlerle iktifa etmeyip uygulamalara bakılmalı diyoruz. Zaten 1924 Anayasası, tanıdığı temel hak ve hürriyetler için yargısal güvenceler getirmemiştir.

Anayasanın bağlayıcılığı vardı ve hiçbir kanun Anayasaya aykırı olamaz deniyordu ama bunu denetleyecek bir merci bulunmamaktaydı. Anayasa mahkemesi de kurulmamış. Takrir-i Sükûn gibi, İstiklal Mahkemeleri düzenlemeleri gibi Anayasaya aykırı kanunlar çıkıyor, ama bu kanunları denetleyen yok. Şapka Kanununun Anayasa ve temel hak ve özgürlüklere aykırı olduğunu söyleyen Bursa bağımsız mebusu Kut-ül Amare kahramanı ve Millî Mücadele I. Ordu Komutanı Nureddin Paşa mecliste sataşmalara maruz kalıyor. Atatürk’ün tetikçileri tarafından “hâkimiyet milletindir” laflarıyla sindirilmeye çalışılıyor. Nureddin Paşa onlara korkusuzca cevap veriyor, “ben Allah’tan korkarım” diye. Fakat daha sonra kürsüye çıkanlar aynı dili sürdürür ve şapka zorunluluğunu savunur. Ne yapsın ki, üç tane bağımsız milletvekili vardır ve geri kalanlar işaretle seçilmiş ve işaretle oy kullanıyor. Fakat Anayasada alengirli ve şatafatlı ifadeler var, “hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir” diye. Tabiî bunu şöyle okumak tarihî gerçeklere daha uygun olur: “Hâkimiyet bilâ kaydü şart Atatürk’ün ve CHP’nindir. Anayasa Madde 3.”

Millî Mücadelenin kahramanlarını inkâr hususunda Kemalistlere ait kitaplarda o kadar ileriye gidilir ki, Millî Mücadele Komutanlarının isim listesinde Nurettin Paşa yoktur. Komutanların mezarları sayılırken Nurettin Paşa’nın mezarı İstanbul’da olmasına rağmen sayılmaz. Hâlbuki Anadolu’daki ilk Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini kuran Nurettin Paşadır. Şu gariplikten de bahsedelim: Millî Mücadele yıllarında asker toplamak için köylere kasabalara giden heyet, halkın teşvik edilmesi için, “Yunan gavuru gelip bize şapka giydirecek. Kur’an sayfalarını tuvalet kâğıdı yapacaklar” demekte idiler. Kaderin garip cilvesine bakın ki, bunu Yunan gavuru değil de, milleti Yunandan kurtardığını söyleyenler (içimizdeki gâvurlar) yapıyorlardı.

1924 Anayasası, sosyal devlet anlayışından uzak, klasik liberal bireyci bir felsefeye sahiptir.

1924 Anayasasından, “Türkiye devletinin dini İslâmdır” maddesi 1928 yılında çıkıyor. Hiç değilse yazılı metin uygulamaya uygun hale getiriliyor. 1934 yılında kadınlar seçme ve seçilme hakkını alır.
1937 yılında laiklik ilkesi ile CHP’nin altı oku Anayasaya giriyor. M. Kemal hem parti başkanı, hem cumhurbaşkanı ve de asker sıfatıyla bütün iktidarı kucaklıyor.

Meclis, hükümeti her vakit denetleyebilir ve düşürebilir. Buna karşılık hükümetin meclisi feshetme yetkisi yoktur. Bu hususta 1924 Anayasası meclis hükümeti sistemine benzer.

1924 Anayasası “çoğulcu” değil “çoğunlukçu” anlayışa sahiptir. Çoğunluğun yönetim hakkı mutlaktır. Azınlık hakları vb. nedenlerle sınırlandırılmasını kabul etmez

1924 Anayasası bazı yönleri ile meclis hükümet sistemine, bazı yönleriyle de parlamenter sisteme benzemektedir. Bu karma sisteme, “kuvvetler birliği ve görevler ayrılığı” sistemi denir. Yasama ve yürütme kuvvetleri teorik olarak birleşmiş ve bunlar mecliste toplanmıştır. Ancak Cumhurbaşkanı ve Bakanlar kurulu yürütme yetkisini kullanır. Kuvvetler bir, ama görevler veya fonksiyonlar ayrıdır.(2)
 
Dipnotlar
1-Hakan Özoğlu, Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası, Çeviren Zuhal Bilgin, Kitap Yayınları, İstanbul, 2011, s.119. 

2-Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Yayınları, Bursa, 2008, s. 36.


Baran Dergisi 598. Sayı

28.06.2018