Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 18-21 Ekim tarihleri arasında düzenlenen tarım şurasında çıkan sonuçları açıkladı. Konuşmasında;

“Dünyamız iletişim ve ulaşım teknolojilerinde yaşanan ilerleme sonucunda çok büyük bir dönüşüm geçiriyor. Hayatımızın her alanında teknoloji devriminin olumlu veya olumsuz yansımalarına şahit oluyoruz. 15-20 yıl öncesine kadar üzerinde yeterince durmadığımız iklim değişikliği, obezite, göç, gelir adaletsizliği, kuraklık ve küresel ısınma gibi birçok mesele, bugün artık insanlığın ana gündem maddeleri haline geldi.

Coğrafi konumu veya gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun, dünyadaki tüm ülkelerin bir şekilde bu sorunlarla yüzleştiğini görüyoruz. İklim değişikliği sadece dünyayı en fazla kirleten gelişmiş devletleri değil, Afrika kıtasındaki fakir ülkeler başta olmak üzere tüm insanlığı etkiliyor. Biz de bu olumsuzluklardan etkilenen ülkeler arasındayız.

Yüce Allah’ın tüm insanlığa emaneti olan tabiat, özellikle batılı büyük şirketler eliyle, tarihte belki de hiç olmadığı kadar hoyratça kullanılıyor, adeta talan ediliyor. Verimli tarım alanlarının azaldığı, su kaynaklarının giderek kıtlaştığı, denizlerin kirlendiği, iklimlerin değiştiği, hava olaylarının öngörülemez hale geldiği ürkütücü bir dönemin içindeyiz.

Bu yeni dönemin alamet-i farikalarından biri de toprağın, suyun, tarım alanlarının stratejik öneminin ve rekabetin artmasıdır. Geçtiğimiz asırda yer altı kaynakları için yürütülen mücadelenin aynısı, bugün tarım alanlarının ve su kaynaklarının kontrolü için veriliyor. Gelişmiş ülkeler, gıda güvenliklerini ve geleceklerini garantiye almak için olağanüstü çaba harcıyor.

Tarım arazisi ve su kaynakları bakımından zengin birçok Afrika ve Güney Amerika ülkesinin istikrarsızlıkla boğuşmasının sebeplerinden birisi budur. ‘Ambarın anahtarı kimin elindeyse, güç de onun elinde olur’ derler. Milletimizin gıda güvenliğini garanti altına almak, her ülke gibi Türkiye için de, bir milli güvenlik meselesi haline gelmiştir.

Tarımsal üretimi ekonomik boyutunun çok ötesinde stratejik bir sektör olarak değerlendiriyoruz. Bundan sonra da aynı hassasiyetle yolumuza devam edeceğiz. Türk tarımını, küresel tarım ve gıda şirketlerinin güdümüne sokacak her türlü teşebbüsün karşısındayız. Tarım topraklarımızın miras yoluyla bölünmesini gelin birlikte engelleyelim. Bakın iktidara geldiğimizden bu yana hep bunun gayreti içerisindeyiz. Bunu engellemek istiyoruz. Çünkü özellikle tarımda bu parçalanmayı engelleyebildiğimiz zaman hep birlikte ailecek de, milletçe de güç kazanırız.  Çiftçimize her türlü araç-gereç, gübre, tohum desteği verelim. Ürünlerin en iyi şekilde değerlendirilmesini sağlayalım. Bu konuların hepsinin arkasındayız.” dedikten sonra bazı rakamsal verileri paylaştı ve önümüzdeki yıllardaki hedefleri kısaca şu şekilde belirtti;

-İktidarları süresince 137,7 milyar lira destekleme ödendiği.

-Tarımsal hasılanın 37 milyar liradan 213,3 milyar liraya çıktığı, ihracatın 3,7 milyar dolardan 17,7 milyar dolara çıktığı ve 4,8 milyar dolar tarımsal dış ticaret fazlamız olduğu. 

-Ürün bazında dünyada 7 Avrupa da birinci sırada olduğumuzu. 
-Meyve ve sebze üretiminde arzın talebi aştığını.
-Buğday üretimimizde önemli bir yere gelindiği.

-Tohum üretiminde ihtiyacın %80’inin yerli tohumdan karşılandığı, ata tohumlarının korunması için dünyanın 3. büyük gen bankasının oluşturulduğu.

-Genç nüfusun köyde yatırım yapmasını ve tarımsal nüfusun gençleşmesini sağlamak için köye dönüş projesini başlatarak kişi başı 30 bin lira tutarında hibe desteği verildiği.

-Orman alanlarının genişletilerek erozyon ile mücadelede önemli yol kat edildiği, mücadelenin artarak devam edeceği.

-Tarımsal arazi kullanım planları hazırlanacağı. Atıl tarım arazilerinin üretime kazandırılması için arazi bankacılığı ve birlikte üretim gibi alternatif modellerin devreye alınacağı. Miras mevzuatını geliştirerek, tarım arazilerinin bölünmesi sorununa kalıcı çözüm getireceği.

 -Gıda kaybı ve israfını önlemeye yönelik yeni tedbirleri getirileceği.

-Orman köylülerine prefabrik evler yapılacağı ve 1000 köye tıbbi aromatik bitki projesi uygulanacağı.

-Zorunlu olmadıkça ithalat yapılmayacağı, kırmızı ette yaşanan sorunların çözümü için küçükbaş hayvan yetiştiricilerine sürüye yeni katılan hayvan için 100 lira destek verilerek hayvan sayısının artırılacağı.

-Damızlık tavuk yatırımı ile yılda 30 milyon civciv üretilerek tavukçuluğun garanti altına alındığı.

-Sertifikalı tohum üretiminin arttırılarak 1,4 milyar dolar pazar hacmine ulaştırılacağı.

-Organize sera ve balıkçılık bölgelerinin kurulacağı.
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasının ilk bölümünde, dünyadaki resmin doğru tasvir edilmesi ve bu resmin milli güvenliğimizi tehdit ettiğini söylemiştir. Bu söylemiyle, tarıma milli çerçeveden baktığını göstermesi takdire şayandır. 

Ancak konuşmasının ikinci bölümünü oluşturan rakamsal veriler ve hedefleri için aynı şeyi söyleyemeyiz. Neden söyleyemeyeceğimizi belirtmeden önce tarımımıza kısaca göz atmamız ve bazı konuların net olarak anlaşılmasını sağlamamız gerekiyor.

-Son yirmi yıl içerisinde kırsalda yaşayan üç kişiden ikisi şehirlere göç etti.

-Tarım arazilerimizin halen  %70’i sulanmıyor.

-Meralarımızın tamamına yakını kontrolsüz otlatma sebebiyle ya da yasadışı şekilde işgal edilip yağmalanarak çöle döndürülmüş durumdadır.

-Orman ve mera alanlarının  planlaması rastgele yapılmış, planlamada hayvancılık ve gelir getirici ürünler (ceviz, badem, zeytin, kestane, çam fıstığı, mantar gibi) hesaba katılmamıştır.

-Karadeniz bölgesi dışında kalan topraklarımızın tamamına yakınının organik maddesi %1 seviyesine düşmüş ve kimyasal atık çöplüğüne dönüşmüştür.

-Gerekli donanıma sahip işletmeler AB standardında ürün ve verime ulaşırken, donanımı eksik işletmelerin ürünü kalitesiz ve verimi dünya ortalamasının çok çok altında.

-Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimiz başta olmak üzere köylerimizin büyük bir çoğunluğunda dominant ailelerin baskısı ve etkinliği nedeniyle genç nüfusun köyünde iş kurmasını engelleyen, gücü olmayanı ötekileştirip yıldıran rant çeteleri tehdidi bulunmaktadır.

-Kooperatifçilik ve üretici birlikleri felç edilmiş vaziyettedir.

-Pazar tefecilerin eline geçmiş hâlde.

-Mevzuatlar, yerel ürünleri öcüleştirip yasaklamış, sanayinin ürettiği katkılı, ambalajlı gıdaların emir eri olmuş durumdadır.

Bu tespitler ışığında genel bir değerlendirme yapalım. İki binli yıllarda Hollanda, Fransa, Çek Cumhuriyeti ve Polonya civarında Avrupa’yı iki ay kadar tarım ve hayvancılık amaçlı gezme fırsatım olmuştu. Hollandalı büyük bir işletme sahibi; toprak, su ve insan kaynaklarının çözülebilir olduğu, tarım yapmak için olmazsa olmaz kaynağın güneş olduğunu söylemiş, güneşlerinin yeterli olmaması nedeni ile verimliliğin azaldığı, maliyetlerin yükseldiğinden bahsetmiş, bu konuda Türkiye’nin çok şanslı olduğunu belirtmişti. O güne kadar olaya toprak, su ve insan kaynağı olarak bakmış birisi olarak çok mahcup olmuştum. Zira bitkiyi besleyen ana kaynağın güneş olduğunu bilmeme rağmen, hesaba katmamış olmam, affedilir bir hata değildi.

Almanya, Polonya ve Fransa’da dikkatimi çeken en önemli ayrıntı, toprağın besin ihtiyacının sunî yollardan değil, doğal kaynaklardan karşılanmasını temel prensip edinmiş olmalarıydı. Bataklıklardan çıkardıkları torfhayvan gübresi ve denizlerden çıkarılan yosunlarla bitkilerini besliyorlardı. Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Macaristan’da ormanların tepelik yerlere belli bir disiplinle yerleştirilmiş olması ve tepeliklerin eteklerinde çayır ve meraların oluşturulması dikkatimi çekmişti. Nedenini sorduğumda “En büyük organik madde kaynağı ormanlardır. Ağaçlardan dökülen yaprak ve meyveler ağacın kendisini beslerken yağmur suları ve rüzgârla aşağıdaki düzlüklere inen organik maddeler çayır ve meraları besler.” cevabını almıştım. Hayvanlar yağışlı kış günleri dışında ömürlerinin tamamını merada geçiriyor, kışın ise yaz başlangıcında bu otlaklardan biçtikleri otlarla besleniyordu. Onlar da Hollandalı ile aynı şeyi söylediler: “Keşke sizin güneşiniz bizde olsaydı, dünyayı beslerdik.” 

Gördüklerimi memlekete döndüğümde herkese anlatmaya çalıştım. Hemen herkesten aldığım cevap “Oralarda her gün yağmur yağıyor.” oldu.  Yağmurun aslında dezavantaj olduğunu kimseye anlatamadım. 

Buradan Cumhurbaşkanımızın açıklamalarına dönelim. İktidarları süresince çiftçiye vermiş oldukları 137,7 milyar TL destek ile Fırat’ın üst kollarını Kızılırmak’a bağlayıp, Aksu ve Manavgat çaylarını Beyşehir gölüne akıtsaydık Türkiye’de sulanmayan alan kalmaz, arkadaşlarım da bana  “Oralarda her gün yağmur yağıyor.” diyemezdi.

2019-2023 stratejik planında konserve, salça, reçel yapımı gibi konuların köylülere öğretilmesi için bütçeye ödenek koyan televizyon ve internetten bihaber tarım bakanlığı bürokrasisi, Sayın Cumhurbaşkanının önüne bazı rakamlar koymuşlar o da okudu. 

Bugün itibarı ile beş adet gebe düve alıp beraberinde arsa, ahır, ekipman, bir yıllık yem ve işletme sermayesi koyarak işe başlayacak genç için gerekli nakit sermaye 400 bin TL (ev hariç). Bu rakam sektörün ha deyince içine girilebilecek bir şey olmadığını, içine girecek olanın da hesabını iyi yapması gerektiğini göstermesi açısından önemli. Hallice bir yatırım, çarşıda köşe başı dükkan açmak gibi bir şey yani. Köylerde toprağı ele geçiren ağalar ile onları kredi batağına sokan şehirli tefeciler rantı o kadar yükselttiler ki garibin beş inek ya da kırk koyun alıp yuva kurma hayali çoktan suya düştü. Anlayacağınız şehirlere kaçmaya çok da hevesli değil garipler. 

-Bugün Türkiye’de yılda 1 milyar 200 milyon adet tavuk kesiliyor. 30 milyon bu rakamın %2,5’u eder. %2,5 pay ile şirketin patronu olabilir misiniz? Kaldı ki tavuğun temel meselesi civciv değil yemdir. Tavuk yeminin hammaddeleri soya ve mısırdır. Bunların tamamına yakını maalesef dışarıdan gelmektedir.

Tohum üretimimizin %80’i yerli deniyor. Ton bazında hesap yaparsan doğru. Ancak 100 gr domates tohumunun 1 ton buğday tohumundan pahalı olduğunu düşünürsek hesap alt üst oluyor. Mısır, ayçiçeği gibi stratejik ürünler ve çoğu sebze tohumu dışardan gelirken iç piyasada hububat ve bir kısım bakliyat tohumu yerli. Tohum yerli olmasına yerli de tüccarı yabancı.

Mera meselesini çözemediğiniz, yem maliyetlerinin yuva yıktığı bir ortamda 100 TL vererek koyun çoğaltmaya çalışan salçacı bürokrasi meselenin 100 TL olmadığını benden iyi bilir. Lakin üretmeyi kolaylaştırmak, verimi arttırmak gibi zahmetlere girmektense “ver kurtul rahat et” yolunu seçerler. Elinde imkanı olan çiftçi Avrupalıdan daha kaliteli ürünü yetiştirirken, mağarada gübre yığını içinde hayvan besleyen Mehmet emmi düştüğü çukurdan kurtulsa beş yıldızlı ahırı yapıp hayvandan senede iki ton yerine on ton süt almayı bilir bilmesine de, belini doğrultamıyor garibim. 

Anadolu’da şehirlerin en zenginleri yem, tohum, gübre, ilaç bayileri, celepler, zahireciler, hal komisyoncuları gibi adamlardır. Bunlar çiftçiden alır fabrikaya, fabrikadan alır çiftçiye satarlar. Çiftçiyi fabrikaya, fabrikayı çiftçiye doğrudan bağlayan bir sistem kurulamaz ne hikmetse. 

Arazi toplulaştırma işlemlerinin yoğunlaşacağı miras hukuku meselesine el atılacağı söylenmektedir. Arazilerin bir arada olması yatırımların maliyetini azaltıp, cazibesini arttırması açısından önemlidir. Ancak teknolojik donanımı yetersiz, kârlılığı düşük köylünün kredi batağına saplanarak cazibesi artmış olan tarlasını elinden kaptırma riskini de beraberinde getirmektedir. Bu nedenle tarımda tekelleşen rantiyecilerin, destekten ziyade vergi ile budanması aile işletmelerinin sigortası olacaktır.

Su ürünleri ve seracılık alanında planlanan organize bölgeler aile işletmeciliği çapında düşünülüyorsa ne ala, hızla çoğalsın ve hayvancılık alanında da yaygınlaşsın isteriz. Ancak şimdiye kadar yaşadık ve gördük ki böylesine devasa yatırımlar devlet eliyle yapılıp bir iki şirkete verilmekte, köylünün de orada amele olarak çalışması beklenmektedir. Bu yatırımlar son derece kârlı yatırımlardır. Devlet yapıp zengine verecekse yazık olur. Zengin kendi parasıyla yapıyorsa da ellerinden öperim.

İşte böyle hakim bey nerden tutsam elimde kalıyor.


Baran Dergisi 672. Sayı